Damat yetim!.. Ona babalık eden, büyüten dayısını yalvar yakar düğüne davet ediyorlar, itiraz dinlemeyip, şahit koltuğuna oturtuyorlar...
Nikah bitiyor, damadın dayısı ufak ufak uzayacak.
Salon sahipleri “hoop” diyor!.. “Hesabı ödemedin dayı”.
Etrafına bakıyor adam... Yoksa kamera şakası mı?
Burnuna uzatılan uzun adisyonu tutunca eli yanıyor, dudağı uçukluyor. KDV hariç iki-üç düğün parası.
“Kardeşim ben buraya neredeyse zorla, katkım olur diye geldim” diyecek oluyor; yanıt sert:
“Hesap sana ait, ödeyeceksin”!
Bir zamanların transfer şampiyonu Fenerbahçe nasıl oldu da adı Fenerbahçe ile özdeşleşmiş Gökhan Gönül gibi bir değeri göz göre göre Beşiktaş’a kaptırdı?
Bunun yanıtı geçmişte!.. Sobaya dokunup eli yanan bir bebeğin hafızasına kazınmış gibi Fenerbahçe’nin anılarına “yanlış iş” olarak yazılmış bir hadisede.
İsterseniz “ders” de diyebilirsin buna.
Hatırlayın... Bir zamanlar Alex 1,5 milyona oynuyordu Fenerbahçe’de... Yönetim Kezman’ı 3,5 milyona transfer etti; Alex’in parası 3,5, yerli futbolcularınki iki katı oldu.
UEFA gözaltısında bu riski göze alabilir miydi Fenerbahçe?
İşte bu sebeple Gökhan’ın talebiyle kulübün teklifi arasında futbol dünyası için “önemsiz” bir miktar kalsa da direndi Sarı-Lacivertli yönetim… Daha fazla arttırmadı.
Diyeceksiniz ki, tam Gökhan’ın Beşiktaş’a transfer olma ihtimali ete kemiğe büründüğünde, hatta kesinleşir gibi olduğunda niye bir miktar daha yükseltti parayı Aziz Yıldırım?
Galatasaray - Sneijder ilişkisinin böylesine gerçeküstü bir komedi haline gelmesini kim/ne/nasıl tetikledi?
Hollandalı futbolcunun “Galatasaray kalitesine” yetişememesi falan değil tabi.
Para deseniz; kalite-fiyat orantısıyla Sneijder’den hesaplı bir yıldız bulması da mümkün değil Galatasaray’ın.
“Satalım, yerine ucuz alalım” hesabı varsa, o başka...
Yönetimin “profili” pekala tartışılabilir o zaman.
Hani bir ay önce Sneijder’in verdiği demeçteki iddia:
“Galatasaray yönetimi düşük profilli”!..
Henüz çömezim Milliyet’te... F klavye daktiloyu hızlı yazmaya çalışıp arada sırada amatör maçlarda dakika tutarsam, yıldız verirsem gururlanıyorum. Karlı Ali Sami Yen’de üst üste üç amatör maçı takip edip donmuş ayak parmağımı ameliyattan zor kurtarıyorum.
Bizim zamanımızda kimse yazarlıkla başlayamazdı mesleğe; sittin sene çilesini çekerdi futbolun, haberin, yazının...
Ama şikayet yok... Serviste Türkiye’nin en ünlü futbol adamlarıyla yakın oturup, fırsat olursa bir iki cümle konuşup kendimi özel hissediyorum diğer çömezler gibi. Moda’ya gidince soruyorlar; “Şükrü Gülesin çok espriliymiş öyle mi”, “Turgay Şeren’le hiç konuştun mu?”, “Altan Erbulak hep komik mi?”..
Hele babalar maçtan dönüp daktilo hızınızı yeterli buluyor ve yazılarını senin tuşlarınla kağıda dökmeyi tercih ediyorlarsa sanki yazıya ortak olup “en-el hak” diyorsun acemi gazeteci dünyanda... Ertesi gün kendi yazın gibi okuyorsun onun yazısını!
Turgay Şeren’e daktilo ile eşlik etmek ise işin zirvesi...
Çünkü, bir futbolcuyu çok aşan kültürel birikimi, akıcı Türkçesi ve temiz İstanbul dili ile bir kerede konuşur hızla yazdırıyor ve daktilondaki kağıdı cırt diye kendisi çekip alırken o nazik teşekkürünü ihmal etmiyor. Açık
Baştan söyleyeyim; bu yazının örnek olanı, replik vereni, azmettireni, cesaret aşılayanı ustamız Melih Aşık ağabeyimizdir.
Pazar günü yine “haberi zeka ile çerçeveleyip” İzlanda’nın Euro 2016’daki başarısını bizim halimiz ile “örtülü kıyaslamaya” sokup acıtan futbol gerçeğimizin altını çizmişti ya...
350 binden az İzlanda’lının kadınlarını, çocuklarını, yaşlılarını, fizik ve sağlık açısından elverişli olmayanlarını, takımın doktorlarını, aşçılarını, masörlerini çıkarınca geriye kalan 23 kişiyle tarih yazdığını kanıtlayarak seyirciden öteye gitmeyen 78 milyon nüfusun sadece övünmeye yarayacağını en nazik tarafından anlatmıştı ya...
Ben de “bizden” olsa bile biraz özen gösterilen insanların neler yapabildiğini eklemek istedim haddim olmayarak!
Örnek; İşitme Engelli Futbol Milli Takımımız...
On yılda kazandıkları “bir Avrupa şampiyonluğu, bir Dünya ikinciliği ve iki Dünya şampiyonluğu” bu çocuklarımızın...
Son Dünya şampiyonluğu da hafta sonu.
“İstatistik özürlü” olduğumuz için işitme engellilerimizin sayısı tam bilinmiyor ama 2 milyon civarında olduğu iddia ediliyor. Yani İzlanda’nın altı katı.
Terör, “tümör” gibidir... Sinsidir. Ölümcüldür. Kuralsızdır... Çağın vebasıdır. Keşke hiç olmasa... Lakin yakalanmışsınız bir defa!
Bilirsiniz hastalığınızı. Mücadele edersiniz. Moral bozmamaya güçlü olmaya çalışırsınız ama bir de bakarsınız metastaz yapmış!..
Büyük bir şok yaşar sarsılırsınız.
Ne yapacaksınız?
Mücadeleye devam etmek, direnmek, onu yenmek zorundasınız.
Çökmek, tırsmak, yasak savmak yok...
Hatta eskisinden daha büyük bir çaba içinde olmalısınız. Yeni ilaçlar, yeni moraller, denenmişleri kat kat aşan motivasyonlar gerekir her şeye rağmen.
Türk Milli Takım futbolcularının sadece Fransa’ya “ayak bastı parası” Alman Milli Takımı’nın “şampiyonluk” priminden fazlaymış!..
Diyeceksiniz ki, “adamlar sık sık şampiyon oluyorlar; para mı yetişir onlara”?
Veya... Almanya’da asgari ücret 100 euro, fazlası sosyal dengeyi bozar!!!
Hem yanıtlar hem de olayın kendisi o kadar saçma ki, tam bize göre... Taşlar kuyuda, akıllı adamlar taşların altında.
Peki, tartışması hiçbir işe yaramayacak olay neden gündemde ilk sırada?..
Tek sebebi var:
Gruptan çıkamayıp eve döndüğümüz için.
Evet... Şu anda Euro 2016’da mücadeleye devam eden bir milli takımımız olsa, kimimiz korkudan kimimiz vatanseverlikten ve pek çoğumuz dünyaya pabucumuzun altındaki delikten baktığımız için ağzımızı açıp tek kelime etmezdik inanın.
Manzara “normal” sınırlarında kalsa, Fransa’ya veda ettikten sonra biraz üzülürdük ama bağrımıza taş basıp Milli Takım’ı alkışlamaktan başka yapacak neyimiz olabilirdi!
Bir kere koskoca milleti şampiyonaya taşımışlar; sağ olsunlar...
Hırvatistan ve İspanya’ya yenilmişler ama ikisi de favoriler arasında.
Ayarımızdaki Çek Cumhuriyeti’ni evire çevire yenip bir de galibiyet hazzı yaşatmışlar işte.
Hepsi bir yana, bir Türk Milletvekili’nin icadı, diğer Türk milletvekillerinin onayı ile çıkan Ermeni Soykırım Yasası’na kılını kıpırdatmayan üç milyon soydaşımızın bir kısmını Ay-Yıldızlı bayrakla sokağa çıkardılar ya... O bile yeter.
Burun farkıyla bavulu toplayıp ülkeye döndüklerinde ne dememiz gerekir?
“Teşekkürler arkadaşlar”.
Ama Fransa’da Eyfel’in kırmızı beyaza boyanması dışında “normal” ve “sağlıklı” işleyen bir tek şey söyleyin Allah aşkına!