Kadıköy’deki Fenerbahçe-Galatasaray derbisinin temposu, keyfi, hatta sezonun “arayüzü” olması skoru, an itibarıyla Mourinho’nun kontrolünde değil mi? Ancak Mourinho’nun kontrolünü yüceltecek veya sıfırlayacak bir “Galatasaray etkisi” var sezon başından beri konuk takımın omuzlarında. Galatasaray teknik heyeti, futbolcuları başka gezegende yaşamıyorlar… Biliyorlar “karaborsa-yasadışı bahis siteleri ile işbirliği haberlerini… Görüyorlar giden gelen yöneticileri. Takmamaya, işlerini yapmaya çalışıyorlar. Resmen yönetimi sırtında taşıyor takım! Günün birinde Okan Buruk ile ekibinin yeteneklerini direk etkileyecektir bu dengesiz ve sağlıksız gidiş. Sürdürülemez. İşte Kadıköy’deki Fenerbahçe derbisi de bu iş için biçilmiş kaftandır. Bakmayın siz Galatasaray’ın bol gollü yakın geçmişine. Maçın ilk devresinde Galatasaray futbolcularını enfekte edecek küçük bir “umutsuzluk virüsü” takımı alt üst; yönetimi de çoktan olması
Bir kere Mourinho kimsenin aklını karıştırmasın. Önündeki maç bitene kadar bir sonraki derbi bile olsa kapağını açmazmış dosyanın!.. Zekasıyla ünlü hocanın böyle batıl inançlar sahibi olması mümkün mü?
Değil... O da yaptıklarına söylediklerinden daha çok inanılması gereken “hocalar” listesinde demek ki! Resmen Galatasaray derbisinin kadro seçimiydi Kasımpaşa karşılaşması. Bölge ve oyuncular bazında küçük durumların derbiye taşınması veya daha iyisinin yaratılması için oyun içinde oyundu.
Fenerbahçe adına çok tatsız da bitebilirdi... Ama o da bir tür savunma sınavıydı. Böyle riskleri keyifle alıyor kendisi. İki pozisyon, bir penaltı, bir bireysel beceri ile 2-0 galip geliyorsanız ve her türlü istatistikte rakibinizin altındaysanız, adınız Fenerbahçe ise, bu ancak siz istediğiniz için olabilir.
Evet, aklında vızır vızır Galatasaray derbisi dönen Mourinho kurguladı Kasımpaşa maçını.
Örneğin Maximin’in yalnız başına da olsa neler yapabileceğini görmek istedi. Galatasaray karşısında
Maç göz göre göre Alanyaspor ikramı ve ev sahibi kimliğindeki Fenerbahçe’den gerçek bir nezaket gösterisiyle başladı. Ancak Fatih Tekke’nin izah edebileceği Alanyaspor sistemi, adeta bir taktik çalışma gibi kale önünden pasla çıkma inadına dayanıyordu. Fatih Hoca’nın tek sürprizi, neredeyse diş hekimi uzaklığındaki Fenerbahçelilerden fırsat bulup kaleciden sağ beke binbir zorlukla taşınacak topu şayet mümkünse Fenerbahçe’nin savunmasında Çağlar ile bekleyen Serdar Dursun’a iletebilmekti.
Bir bakıma “gel de at” diyordu Alanyaspor. Önde basan Fenerbahçe tabi ki, oyunu rakip kale önüne yıktı. Moralli, güçlü evindeki Fenerbahçe’nin Alanyaspor ikramını nezaketle reddedip gol için ancak devrenin sonunu beklemesi biraz rakip kale önündeki kalabalıktan biraz da Maximin’in çalım şehvetine kapılıp ancak o kalabalığa girdikten sonra pas vermeyi hatırlamasındandı. Zaten Alanyaspor’un saha davranışı o kadar alışılmadıktı ki, Fenerbahçe’nin de akordu
Muhtemelen bu sezonki en iyi maç başlangıcıydı Fenerbahçe’nin… En iyi maç bitirişi ve tabelası olduğu ise kesin!
Sokaktaki büyük bıkkınlığın ve kızgınlığın onlar da farkında olmalıydı.
Tempoluydu. Orta sahaya hakimdi. Sabırlıydı takım. Çünkü özgüveni yerindeydi. Geçiş oyunlarının vazgeçilmezi ve üstadı Fred dönmüştü. Onun varlığı diğer futbolcuları ne kadar etkiledi bilemem ama Szymanski ve İsmail de birer vites üstteydiler sanki. Hatta Djiku ve Oosterwolde bile.
Zaten bu sıçramayı yapamasaydı Fenerbahçe, Rize’den Karadeniz’e atlayıp karanlık bir bilinmeze doğru gidebilirdi.
Rizespor o kadar sert oynuyor, Fenerbahçe her topa sahip olduğunda öyle bezdirici ve acımasız adam adama markaj yapıyordu ki, bırakın gol atmayı geriden oyun kurması bile zordu Fenerbahçe’nin. Bir devrede 17 faul olmuştu maçta.
Zaten maçın heyecanlı ama pozisyonsuz başlama sebebi buydu.
Fred bu konuya da el koydu. Henüz 16. dakikada
Mourinho Göztepe’yi seyretmiş ve kontratak fırsatı kollarken ortaya koyduğu “ultra defans” oyununu çözebilmek için en uca En Nesyri ile Dzeko’yu birlikte koyarak 4-4-2 ile 4-1-3-2 kokteyline çevirmişti sistemi.
Ancak Göztepe’yi çözecek olan Fenerbahçe’nin dizilişi değil, sert rakibe karşı hareketli oynaması, her şeyden önce rakibin kendisine bıraktığı topu ve oyunu elinde tutabilmesiydi.
Fenerbahçe çok kısa süreçler hariç bunu başaramayınca elindeki oyun ezberine sadık kalan Göztepe maçta ağır basan taraftı.
İlk yarı yarılanırken Dzeko’nun pasını az farkla kaçıran Tadiç ile biraz kendine geldi Fenerbahçe… İlk yarının uzatmalarında kazandığı penaltı ile öne geçti, 7 uzatma dakikasına bir de En Nesyri’nin ilk golünü sığdırarak bizler gibi şüphe içindeki sıradan insanlara Mourinho zekasını bir kez daha hatırlattı.
Oysa Fenerbahçeli için, çok güçlü ve sıra dışı rakipler hariç sadece “maç kazanan iyi ve
İşin açıkçası Lille’in ne oynayacağını, neler yapabileceğini hepimiz Fenerbahçe planlarından daha iyi biliyorduk maç başladığında. Müthiş hızlı, atletik, dikine oynayan bir rakipti Lille ve gol atmak zorundaki Fenerbahçe için sayısız tehlikeler yaratabilirdi.
Set oyununda pek yoktu ama, ön alan presini kırdığında “tutmayın Lille’i”!
Peki Fenerbahçe?..
Bir kere Ferdi yoktu takımda. Resmi açıklama bacak kasında çekme olduğu idi ama muhtemelen transferi bitmişti. İnanılmaz fakat Ferdi’li sol arkada boşluk yaratmamak için Mourinho’nun kestiğini iddia edip Hoca’nın üstün zekasına kanıt yapmaya bile çalışanlar vardı o sırada. İfrat ve tefritte son nokta!
Hemen her atağını Maximin üzerinden başlatıp Maximin’in hızına ayak uydurarak o sırada Lille ceza sahasına kim yetişmişse onunla skor alma planı vardı Fenerbahçe’nin. Bu yüzden Dzeko’dan daha az yararlanmayı bile göze almıştı.
Maç, kaç periyod sürdü hesaplamak zor. Çok iyi başladı Fenerbahçe, ardından bir süre geniş ve
Mourinho kulübede olduğundan beri her resmi maça, “ilk Çin İmparatoru Huang’ın kilden yapılmış Terrakotta Ordusu” gibi çıktı Fenerbahçe... Muhteşem ama hareketsiz. Her biri paha biçilemez sanat eseri futbolcular ama eylemsiz.
En azından bir devreyi hep böyle geçirdi, kendine ancak ikinci yarılarda gelebildi Fenerbahçe.
Bu bir strateji olamaz. Hele Kadıköy’de lig açılışı yapan Fenerbahçe’ye Mourinho’nun empoze ettiği strateji hiç olamaz.
Nedendir bilinmez... Ve asla tahammül edilmez. Şimdilik futbol sırlarından bir tanesi olarak ve sürmesinden korkularak hayretle izleniyor.
Transfer tahtası kapalı Adana Demirspor karşısında bile üç-beş dakikalık peşrevden sonra aynıydı Fenerbahçe’nin oyunu. Neyse ki, bu kez kendini biraz zorlayanlar gerekçe yaratabilirdi Fenerbahçe adına!
Aslan gibi oynasa da henüz 15 yaşında kaleci ile, kanatları çelimsiz, merkezi verimsiz, santradan Fenerbahçe yarı sahasına geçmesi bile “olay” Adana Demirspor başka bir boyuta taşıdı Fenerbahçe’yi.
Her maça rakibin ne yapmak istediğini anlamak için oynamak yerine seyrederek başlayan, ancak soyunma odasında Mourinho anlattıktan ve ikazlarını yaptıktan sonra normale dönen bir Fenerbahçe var sanki.
Teknik direktörün güçlü karakteri mi futbolcuların elini kolunu bağlıyor maçın başında nedir! Oysa her biri “yıldız” boyutunda. Her şeye direktif mi lazım.
Neyse... Aslında pek çok hikayesi olan maç, Fenerbahçe için kabus gibi başladı. Çünkü yeterince agresif değildi Fenerbahçe. Hızlı değildi. Ve genç, dinç, hızlı, oynatmayan bir Lille vardı karşısında.
Üstelik karşı koyması çok zor bir taktiği vardı Lille’in... Adeta çift sağ kanatla oynuyordu. Lille sağbeki Santos sürekli öndeydi, o kadar amansız bir hızı vardı ki, sahalarımızın en sakin futbolcusu Ferdi bile sinirden üzerine yürüdü. Gomez’e sağ kanat Haroldsson ve santrfor arkası oynayan Cabella da eklenince simetrisi bozuk ama yıkıcı bir Lille ortaya çıkıyordu.
12. dakikadaki Lille golü de