Artık sahadakileri teknik, taktik, performans terazisine koymanın, Titanic batarken keman çalmayı sürdüren Wallace Hartley’i “acaba doğru notaya mı basıyordu” diye sorgulamaktan bir farkı yoktur.
Yöneticiler filikada küreklere yapışmış “amiyane” kavganın hakkını veriyor. Futbolu buz dağına bindirmiş kaptandan “glu glu” sesi bile duyulmuyor. Kurullar, hakemler çoktan batmış.
“Can pazarı” yaşanıyor futbolda. Şaka değil… Futbolcular maça “top” değil “obüs” ile çıkacak neredeyse!
Futbol bunun neresinde? Samandıra’daki sabah toplantısında “cezalımsı” olan Oosterwolde ile kaleci İrfan Can akşam takımdaysa, varın siz hesaplayın futboldaki tepeden tırnağa karambolü.
Fenerbahçe’nin Kadıköy maçlarındaki son dönem paniklerini hesaplarsanız uzun haftaların en iyi başlangıcını yaptığı maçta -en azından ilk yarının skoru- oyunuyla hiç de orantılı olmadı.
Bir devrede on gol pozisyonuna girip iki şutu direkten dönen Fenerbahçe öne geçtikten sonra kaleci İrfan Can’ın
Türkiye Futbol Federasyonu, “saldırganlara direnip kendini koruyarak yüz kızartıcı suç işleyen” Fenerbahçeli futbolcular Bright Osayi-Samuel, Jayden Oosterwolde ve İrfan Can Eğribayat’ı “tedbirsiz” olarak Profesyonel Futbol Disiplin Kuruluna sevk etti. Haberi böyle kuru kuru verirseniz hem “dezenformasyona” girer, hem de hakkını yersiniz necip federasyonumuzun!
Kim demiş PFDK’ya sevklerin “tedbirsiz” olduğunu?
Bir yandan F.Bahçe’ye karşı düşman hukukunu sürdürürken, bir yandan “kağıttan futbol kulesi” yıkılmasın diye F.Bahçe Genel Kurulu’nun ve Yönetim Kurulu’nun elini görmek… Olası cezayı tek geri adım atmadan tansiyon düşene kadar ötelemek… En sonunda üç futbolcusuna ceza çıkarsa F.Bahçe’ye “bağımsız kurulun takdiridir” demenin “enigma şifresi” ile yazılmış hali değil midir bu…Daha ne “tedbir” alsın TFF?
Bireysel çıkarların açgözlülüğünü veya örgütlü kötülüğü bir kenara bırakın, her türlü hak ve adalet mücadelesinde bilerek veya bilmeyerek, korkarak veya mecbur kalarak “grev kırıcılığı” yapanlar olmuştur… Hak ve adalet mücadelesi sürdükçe olacaktır.
Çünkü, herkesin zihni-yüreği aynı kalibrede değildir.Ancak 2 Nisan’da oylanacak son Fenerbahçe direnişinde özel bir durum var. Destek veya köstek olanların mevzileri öylesine iç içe ki, motivasyonlarını kestirmek mümkün değil.
Fenerbahçe’nin mücadele ettiği ahtapotun “resmi” ve “fahri” kolları, patlamak üzere kazanın altına harıl harıl odun yığarken, bu mücadelenin hedefi “hak ve adalet ikliminden” dolaylı da olsa yararlanacak “üçüncü şahıslar”, İstiklal Savaşı’nın “mandacılarından” beter… Yüreklere korku salmaya çalışıyorlar.
Açalım…
Medeni bir ülkenin liginde saha basılmışsa,
İnanılmaz, çalışılmamış, hayal bile edilmemiş, olumsuz anlamda dokunmayacağı tek kişi bile olmayan çılgın bir durum kapıda, kimse kılını kıpırdatmıyor!..
Oysa… Fenerbahçe Genel Kurul üyeleri, şayet Ali Koç’un Aziz Yıldırım’a fark attığındaki gibi hızlı ve topluca karar değiştirmezse, gelecek sezon Fenerbahçe’siz bir Süper Lig’e herkesin hazır olması gerekiyor.
Federasyonuyla, yayıncı kuruluşuyla, hakemleriyle, rakipleriyle, medyasıyla ve dahi tribünleriyle herkesin…
Bu da benim, künyesi bende saklı telefon veya birebir görüşmelerle yapılmış amatör anketim!
Bir tane Genel Kurul veya Divan üyesi görmedim-duymadım ki, kar-zarar hesabına girişip takımın ligden çekilmesine “acaba” desin.
Tam tersine, futbolda “devrim ateşinin” yakılacağını iddia edenler mi istersiniz, meseleyi 3 Temmuz süreci ile özdeşleştirenler mi, “kuyumuzu kazanlar deplasmana belediye otobüsüyle gidecek” diye gün sayanlar mı? Hangi Fenerbahçeli ile konuşsanız “çoluk çocuk hazırlanıyoruz yönetimin kararını
Amacım Abdullah Avcı’yı “günah keçisi” ilan etmek değil elbette… Lakin konumu ve sahadaki dehşete yaklaşımı nedeniyle, tarihi futbol ayıbını onun kılavuzluğunda anlamaya/anlatmaya çalışacağım; kusura bakmasın.
Sayın hocamız, maç demeye dilim varmıyor, “hengamenin” ardından yaptığı açıklamalarına son derece derin, bir o kadar olgun, buram buram basiret kokan “sahanın içinde kalmak istiyorum” ifadesi ile başlıyor.
Adam derya… Biz “far görmüş tavşan” gibi kavga izlerken o arka plandaki bilim ve teknik kırıntılarını bulup çıkarıyor. Şu arbededen bile futbol ayıklayabiliyor; ne mutlu ona!
Hadi Abdullah Avcı teknik direktör, aynı zamanda skandalın olay mahalli kentin takımını çalıştırıyor… Dolgun maaşı da var! Biraz politik davranmak hakkı.Peki size ne oluyor?
Amacınız futbol konuşma bahanesiyle ‘etliye sütlüye’ karışmamaksa, kimi camia ve organizasyonlardan korkunuzu bilgiçlikle perdelemek istiyorsanız, pozisyonunuzu korumaya çalışmak için cambaza baktırmak niyetindeyseniz -ya da en acısı- giydiğiniz
“Tribün efekti”nin haddini aşarak fiziksel boyuta ulaştığı, maç sonunda kaçınılmaz olarak futbolculara kadar bulaştığı “gırtlak gırtlağa” maçtan, şampiyonluk umudunu söktü çıkardı Fenerbahçe.
Hem de “linç” tehlikesine rağmen.
Tebrik hafif kalır; gazası mübarek olsun Fenerbahçe’nin!
Söz bitti; bu hale getirenler utansın.
Trabzon’daki Fenerbahçe aynı Fenerbahçe’ydi oysa… Hatta İrfan Can’ın oyununa bakarsanız bir kişi eksik bile sayılabilirdi! Zorlu deplasmanda onu güzelleştiren, verimli hale getiren iki unsurdan ilki Tadic - Fred ise diğeri Abdullah Avcı’ydı açıkçası!
Resmen kumar oynamıştı Trabzonspor’un hocası.
Avcı çalışan makinayı tamir etmeye kalkmış, Mendy’yi orta sahadaki orjinal yerine, Pepe’yi santrfordaki Enis’in arkasına on numara koymuş, Onuachu’nun yokluğunda en ofansif takımı kurmaya niyetlenip dizilişi 4-4-2 yapmıştı. Orta sahası yok hükmünde, rakibini üçüncü bölgede bile rahat bırakan temassız bir Trabzonspor
Yahu ne güzelmiş komplo ile başlamayıp fitneyle bitmeyen, hakeminden zerre kadar şüphe edilmeyen, üçüncü tarafların tuzla koşarak zaferde dedikodu yenilgide nanik yapamadığı, ne yere ne rakibe yatmanın akla bile gelmediği, sahada oynanıp biten, sonucu emek ve yetenek belirleyen, ödülü iddiası kadar büyük, kıran kırana bir maç görmek.
Ne güzelmiş tur atlamak… Hedefi büyütmek, karşılığında futbol cadılarının lanetli fallarına muhatap olmamak ne güzelmiş.
Bizi geçin… Asıl Fenerbahçe’nin gözünde tütüyor olmalıydı bu koşullar. Yenilse bile!
İyi ki, Süper Lig kaosundan teneffüse çıkabildi Fenerbahçe, iyi ki, Avrupalı rakip, Avrupalı hakemle futbolun asil mücadelesinden derin nefesler alabildi… İyi ki, Konferans Ligi vardı ve çeyrek final gördü de yeni hava değişimlerine vize alabildi.
Süper Lig’in haline bakınca, çok ihtiyacı olacak böylesine skordan bağımsız “sınırları sahanın çizgilerini aşmayan futbolla, rakiplerle, hakemlerle” rahatlatıcı molalarda
Maç başladığı anda çığırından çıkmıştı zaten!.. Çünkü Kadıköy’e önce rakibin sinirini bozmak için gelen bir Pendikspor vardı. Amacına ulaşabilmesi hakemin basiretsizliğine bağlıydı ki, o çoktan hazırdı.
İşin acı tarafı, Fenerbahçe’nin şampiyonluk yarışını falan bir kenara bırakıp ilk yarı boyunca çıldırmanın şehvetine kapılmasıydı.
Didişmeye aynen karşılık vermeye çalışarak bomboş geçirdi devreyi Fenerbahçe. Boyu uzadı, atak sonlandıramadı, kanat organizasyonu yoktu, uzun top atamadı… Sadece mazeretsiz asabiyetin esiriydi. Hani meşhur “takım oyunu” lafı var ya… Tam takım başka bir moda girdi Fenerbahçe, rakibe hakeme karşılık vermeye çalıştı. Koca devre kimi kavga etti, kimi hayret…O kadar ki, Ferdi gibi oyununa konsantre, Dzeko gibi feleğin çemberinden geçmiş pozitif bir usta bile sarı kart gördü. Nasıl bir devreyse, Ferdi tır çarpmışa döndü, Dzeko’nun kaşı açıldı. Fenerbahçelilerin dokunduğu rakip ise yerden kalkmadı bir türlü.
Aslında sevimsiz hesapları