Madalyonu tersine çevirirsek, makine öğreniminin bazı alanlarda neden aynı ölçüde başarılı olamadığını daha kolay anlarız. Örneğin gelecekteki finansal krizleri tahminlemek istiyorsanız, eğitim veri setiniz geçmiş krizleri ve bu krizlerle ilintili değişkenleri (enflasyon, büyüme oranı, cari açık, vb) içermelidir. Fakat ekonomi tarihinde 1.2 milyon adet geçmiş ekonomik kriz bulunmadığı için (neyse ki!), tahminleme modelimiz AlexNet kadar şanslı olmayacaktır ve sınırlı bir öğrenme yapabilecektir. Bu örnek, geçmiş veri miktarının az olduğu alanlarda makine öğreniminin neden kısıtlı başarı elde ettiğinin ipucunu veriyor.
Peki yapay zeka ve makine öğrenimini kurumumuza ve iş süreçlerimize ne kadar entegre etmeliyiz?
Bu noktada dijitalleşme sektörünün öncülerinden, Kuika Yazılım kurucu ortağı Murat Ihlamur’a kulak verelim (3). Ihlamur, yapay zeka konusunun çok güçlü pazarlandığına ve bunun sonucu olarak şirketlerde bir ‘aciliyet’ hissi oluşup panikle büyük yatırımlar
METE VEYİSOĞLU
Yapay zeka (artificial intelligence) ve makine öğrenimi (machine learning) kavramları hayatımıza gireli epey bir zaman oluyor. Yapay zeka terimi ilk olarak 1955 yılında ABD’de Dartmouth Üniversitesi’nden yayınlanan bir araştırma konferansı çağrısında kullanılmıştı (1). Bu nispeten uzun tanışıklığımıza rağmen; hem kurumsal hem de bireysel düzeyde, bu teknolojiyi ve arkasında yatan felsefeyi iş süreçlerimize ne kadar entegre etmemiz gerektiği zihinlerimizde henüz tam anlamıyla billurlaşmadı. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da bu kafa karışıklığı sürüyor; öyle ki ABD’nin ünlü üniversitelerinden MIT (Massachusetts Institute of Technology) de bu ihtiyacı görüp bir yapay zeka stratejisi belirlemek isteyen yöneticilere yardımcı olacak bir rehberi henüz yayınladı (2).
Makine öğrenimini kısaca tanımlarsak; algoritmik bir modelin tarihsel bir veri setini kullanarak verideki örüntüleri (pattern) öğrenmesi, ve öğrendiklerini kullanarak yeni veri setlerinde tahminleme yapmasıdır. Örneğin bir banka, geçmişte firmalara
Zafer İŞERİ (LL.M)
4,543E9 yaşında genç dünyamız, 165 yılından beri bilinen 20’nin üzerinde kıtaları etkileyen pandemi yaşadı. Bu süreçte 400 milyonun üzerinde insan hayatını kaybetti. Bir noktadan başlayarak dünya genelinde bir dönemin kapanıp, yepyeni bir dönemin açılışına tanık oldu. 50 milyon insanın vefatına sebep olan 1918 İspanyol Gribi kadar olmasa da şimdilik 2 milyon insanın ölümüne sebep olan, dünyayı etkisi altına alan Kovid-19 pandemisi ile artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Daha korunaklı, daha hızlı ve rasyonel işleyişi arayan insanlık, her alanda dünden daha ileri bir seviyeye ulaşacak. Müstakbel değişiklikler birçoğumuzun geçmişe özlem duymasını körükleyecek olsa da yeniliğe, değişime açık olanlar hızla yeni düzende başarıyı, mutluluğu yakalayacaklar.
İnsan ilişkileri ve hayatın işleyişinde doğacak farklılık, toplumu düzenleyen hukuk sistemlerinde de kaçınılmaz değişikliklere sebep olacaktır. En başta toplumsal yaklaşımlar, sosyolojik temeller farklılaştığında, ceza biliminden, kira hukukuna, aile hukukundan
İsveç, feminist bir dış politikaya sahip ilk ülkedir. İsveç, bu politikayı 2014 yılında, uzun yıllar boyunca ulusal ve uluslararası düzeyde cinsiyet eşitliği ve insan haklarını teşvik ettikten sonra oluşturdu. İsveç’in feminist dış politikası, sürdürülebilir barış, güvenlik ve kalkınmanın dünya nüfusunun yarısı dışarıda bırakılarak asla elde edilemeyeceği inancına dayanıyor. Bu politika, tüm kadın ve kızların haklarını, temsilini ve kaynaklarını güçlendirmek için bir değişim gündemidir.
İsveç’in ve aynı zamanda Türkiye’nin imzaladığı Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi (CEDAW) ve İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması konusunda bizim için çok faydalı araçlar olmuştur.
BÜLENT AKARCALI
Aşağıdaki yazının Rusça çevirisi Rus Sosyal Medyasında yayınlanmaktadır. İlgili Diplomatik çevrelere de gönderilmiştir.
***
Önemli Rus kanallarında Türkiye’nin hiç hak etmediği iddiaları içeren konuşmaları Rusya’nın önde gelen isimlerinden işitiyoruz.
- Türklerle 13 savaş yaptık bu 14.cüsü ve sonuncusu olacak
- Bizim en büyük düşmanımız Türkiye’dir vs.
Bu beyanatlar, dünyanın en büyük yazarlarını yetiştirmiş Rusya’nın entelektüel yapısına hiç yakışmadığı gibi Türkiye’nin de böylesine düşmanca sözleri hak etmediğine ve hak edecek bir girişimde bulunmadığına inanıyoruz.
Rusya ve Türkiye başta ABD ve AB ülkelerine örnek olacak şekilde, üzerinde uzlaşmaları en zor konuları dahi müzakere yoluyla çözebildiklerini dünya diplomasi ve siyasi tarihine yazdırmış iki ülkedir.
ŞANLI BAHADIR KOÇ / 21. Yüzyıl Enstitüsü, araştırmacı
“Türk-Amerikan ilişkisi çok karmaşıklaştı, problemler birbirine girdi. Tek tek, sabırla çözülmeleri kolay değil. Bu nedenle zorluğu olmasına rağmen, farklı konulardan oluşan büyük bir paket, bir “büyük uzlaşma”yı kovalamak ilişkideki tıkanıklığı açmak için doğru olabilir...”
Türk Amerikan ilişkisi sürekli çatışma ve güvensizlik üretiyor. Çözülmeyen her problem “borcun faizinin faizi” gibi yeni problemler yaratıyor. Meseleler tam ve kalıcı çözülemiyor, en fazla sınırlanıyor, erteleniyor, çözülmüş gibi yapılıyor, “yönetiliyor.” Denebilir ki, “diplomasi zaten böyle bir şey, ‘teneke kutuyu yoldan aşağı tekmelemek.’”
Evet ama artık taraflar neredeyse hiç ortak başarı, dil, amaç, ortak değer üretemiyor. Bu böyle devam edebilir mi? Genelde şeyleri kendi doğal akışına bırakmak en akıllıca yoldur. Ama bazen de değil. Türk-Amerikan ilişkisinde galiba
ZAFER İŞERİ / Avukat (LL.M) Arabulucu TBB İstanbul Delegesi
Toplumsal düzeni sağlamanın yöntemlerinden birisi de, kanunla belirlenmiş kurallara riayet etmeme halinde cezai yaptırım uygulanmasıdır. Bunlar hürriyeti bağlayıcı nitelikte “hapis cezaları” olabileceği gibi para cezaları da olabilir. Yasalarımız, müebbet, 1 yıldan 3 yıla kadar, 3 yıldan 12 yıla kadar vb.… şekillerde hapis cezaları öngörmüştür. Suçun işlendiği sabit ise hâkim, kural olarak kanunda belirtilen alt sınırdan hüküm tesis etmek zorundadır. Ancak daha önce suç işlemiş olması, suçun işleniş biçimi, toplumda yarattığı etki gibi olgularla gerekçesi de açıklanarak alt sınırdan uzaklaşılabilmektedir. Açılan davalarda kamuoyu, cumhuriyet savcısı tarafından talep edilen ceza miktarlarının üst hadlerini toplayarak “tehdit edip yaralayan kişiye 9,5 yıl hapis cezası” gibi sansasyonel bir algıya ulaşmaktadır. Hâlbuki indirim hükümleri ve cezaların infazına dair kurallarımız, hâkimin yasaya bakarak hükmettiği hürriyeti bağlayıcı ceza
Prof. Dr. Hikmet Sami Türk
Brüksel’de toplanan AB Zirvesi’nde 11 Aralık 2020 günü Türkiye’ye karşı Doğu Akdeniz’deki sismik araştırmaları nedeniyle aşamalı yaptırım kararı alınış; aynı gün ABD Temsilciler Meclisi’nden sonra Senato’dan da üçte ikiyi aşan çoğunlukla geçen Savunma Bütçesi’nde Türkiye’ye karşı yaptırımlara yer verilmiştir. AB Zirvesi ile ABD’de Kongre’den çıkan kararların aynı güne rastlaması, Türkiye’nin nasıl bir kuşatma karşısında olduğunu göstermektedir.
Üç yanı denizlerle çevrili olan Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de 12 deniz miline kadar giden karasularında sismik araştırmalar (sondajlar) yapması, egemenlik hakkının bir sonucu olarak tartışmasızdır. Aynı biçimde 10 Aralık 1982’de Jamaika’da imzaya açılan ve hâlen Birleşmiş Milletler (BM) üyesi devletlerin tamamına yakın bir bölümünün imzaladığı veya sonradan katıldığı, Türkiye’nin henüz katılmadığı BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre