Mete Veyisoğlu
Ocak ayında ABD piyasalarında yaşananlar herkesi şaşırttı. Modası geçmiş bir iş modeline sahip olan ve gelecek vaat etmeyen bir şirket, fiziksel dükkanlarda bilgisayar oyunu satan GameStop firması, birdenbire olağanüstü değer kazandı. Neyse ki uzmanlar, bu inanılması zor olayı gayet anlaşılır bir şekilde açıklayabildi.
Kurumsal yatırım şirketleri, gelecek vaat eden hisseleri satın alıp bu hisselerin değer kazanmalarından kar edebilir. Ancak para iştahları o kadar yüksek ki, değer kaybetmesini bekledikleri hisselerden bile kar etmenin bir yolunu bulmuşlardır: Açığa satış (short position) denen bu yöntemde, yatırım şirketi değer kaybetmesini beklediği hisseyi 5 dolara kiralar ve diyelim güncel fiyatı olan 100 dolara piyasaya satar.
Kâr yerine zarar
Hisseyi kiraladığı kuruma geri verme zamanı geldiğinde, hisse beklediği gibi değer kaybedip örneğin 80 dolara düştüyse, hisseyi piyasadan 80 dolara alır, kiraladığı kuruma iade eder, ve böylece 15 dolarlık bir kârla operasyonu tamamlar.
GameStop olayı, sıradan insanların bu yöntemin zayıf karnını bulmasından ibaret. Koronavirüs salgını
MUSTAFA KEMAL ULUSU
Geçen hafta sizlere devletin imkânları müsait olmadığı takdirde, “devlet millet el ele” sloganıyla neler yapılabileceğini, bir nebze benim yaptılarımla misal vererek anlatmıştım, gerçekten bu sistem ülkedeki devlet,hatta özel sektördeki yöneticiler için çok önemli ve de faydalı bir sistemdir.
Şöyle çevrenize bir bakın sosyal, spor, eğitim vb hususlarda o kadar çok eksiğimiz var ki, çoğu içimizi acıtıyor ve görüncede ilk sözümüz şu oluyor; “Yahu kardeşim devlet bunları görmüyor mu? Bu insanlara veya bu tabiata veya bu pisliğe, düzensizliğe yazık değil mi?”
Tamam devlet babamız, ama her şeyi de devletten beklememiz de doğru mu?
Bizim çocukluk ve gençlik yıllarımızda özel sektör bu kadar güçlü değildi, zengin iş adamları parmakla gösterilecek kadar, büyük holdinglerse yok denecek kadar azdı, ama şimdi öyle mi?
Bir betonlaşma ki...
Ülkemizde çok zengin iş adamları ve çok büyük holdingler hatırı sayılır derecede
BÜLENT AKARCALI
Yunanistan Başbakanı Miçotakis, Biden için, Spyros Biden seçildi demişti. Neden acaba Biden’a ait olmayan bir Yunan adı eklemişti?
Paul Spyros Sarbanes 1933’de Maryland’de göçmen bir Yunanlı anne babanın çocuğu olarak doğdu. Zeki, çalışkan ve azimliydi. Başkaları bir tanesine dahi girmekte zorluk çekerken, o eğitimini Princeton, Oxford, Harvard gibi üniversitelerde tamamladı.
1967 de Maryland de yerel meclis üyesi oldu. 1971-77 arası ABD Temsilciler Meclisi’ne, 1977-2007 Senato’ya seçildi. Son seçimini % 70 oyla kazanmıştı. Aralık 2020 de vefat etti. Ortodoks kilisesine ve Yunanistan’a çok bağlı, kamuoyunda ve Senatoda üstün saygı gören bir kişiydi.
1974 Türkiye’ye uygulanan silah ambargosunun baş mimarı, 30 yıl boyunca Yunan Başbakanlarının resmi danışmanı, Washington-Atina Lefkoşe arasında ki en etkin bağdı.
Biden dostunun anısına şu mesajı yayınladı: “Paul Sarbanes ve ben 30 yıl Dış İlişkiler Komitesi’nde birlikte çalıştık. Ondan daha keskin, daha kararlı ya da daha katı ilkelere sahip kimse
Av. Zafer İşeri
Halihazırda yasalarımız sahipli hayvanı bir “mal” olarak kabul ediyor. Bir başkasının kasıtlı olarak sahipli bir hayvana zarar vermesi durumunda ancak şikayetçi edilirse “mala zarar verme” suçu kapsamında dava açılmakta. İlgili suça verilen ceza miktarı 800,00-TL para cezası. Ve bu hüküm de açıklanmıyor, ancak 5 yıl içerisinde yeni bir kasıtlı suç işlenmesi durumunda hüküm açıklanarak yargılamaya devam edilebiliyor. Bu hayvanın sahipli olduğu iyi ihtimal,
Hayvanın bir sahibi yok ise bu durumda şikâyet etme hakkı bulunan kimse de olmadığından yargılama ve ceza söz konusu olmuyor.
İdari para cezası
Ancak ihbar edilmesi durumunda Kabahatler Kanunu’na göre cüzi bir idari para cezası kamu borcu olarak tahakkuk ettiriliyor. Yaptırımların bu derece yetersiz olduğu yasal düzen devam ederken hayvanlara tecavüz edildiği, öldürüldüğü, dövüştürüldüğü, korumasız ortama terk edildiği kamuoyunun gündeminde.
Hayvana şiddet, şiddet sarmalının ilk adımını oluşturuyor. Hayvanlara yönelik
Bülent AKARCALI
4 Temmuz 2003’te, Irak’ın Süleymaniye kentinde, 150 civarında ABD askeri, Özel kuvvetler Komutanlığı’nda görevli askerlerimizin bulunduğu karargâhı bastı. Başlarına çuval geçirip Bağdat’a götürdü. Askerlerimiz orada bir hafta rehin, bir anlamda tutsak olarak tutuldu.
15 Temmuz FETÖ darbesine destek vermediğini bir an için saf saf kabul etsek bile, en yakın müttefiki Almanya’yı dahi dinlediği ortaya çıkan ABD, kendi sınırları içerisinde bulunan ve dünyanın dört bir yanında ki okullar, şirketler vs. ile telefon, internet, faks ile sürekli iletişimde bulunan FETÖ karargahını dinlemediği ve darbe hazırlıklarından haberi olmadığını iddia edemez. Darbeyi tasarlayıp gerçekleştiren ve TBMM’yi bombalatanların ele başları kendi topraklarında bulunmasına rağmen ne suçlu iade ettiler ne de asgari nezaket ölçüsü ciddi bir geçmiş olsun dediler.
Kongre binasının basılıp yağma edilişini ekranlarda izledikten sonra “Allah büyüktür, zulmü yapanın yanına kâr kalmaz”
Bülent AKARCALI
Fiiliyatta müttefik, kağıt üzerinde stratejik ortak ABD ile var olan ilişkiyi nereye kadar ve nasıl yürüteceğimiz Biden döneminde ki ilişkilerimizin omurgasını oluşturacaktır.
Çok özet olarak baktığımızda bu ilişkinin, ABD yönünden anlayış ve tanımının “benim senin üzerinde haklarım senin de bana karşı yükümlülüklerin var’’ şeklinde yani tek yönlü çıkara bağlı olduğunu görmekteyiz. Esas olan da, bu gerçeği fark etmeyen ABD ye bu anlayışın artık geçersiz olduğunu ve bunda ısrar etmenin ABD çıkarlarına ters düşeceğini tarihin akışı içerisinde örnekleriyle anlatabilmektir.
Lobi yapılacak ise bu düsturdan hareket edilmelidir.
ABD ile ilk sorun, 1962’de Sovyetler Birliğinin Küba’ya yerleştirmiş olduğu nükleer başlıklı füzelerin sökülmesi karşılığında Sovyetler Birliği sınırlarına yakın yerlere ve özellikle Türkiye’ye yerleştirilmiş nükleer başlıklı füzelerin, Türkiye’ye nezaketen de olsa, bilgi ve haber verilmeden ABD tarafından
MUSTAFA KEMAL ULUSU
Allah gani gani rahmet eylesin, çok önemli bir asker, sporcu, Gençlik ve Spor Genel Müdürü, milletvekili, Güreş Federasyonu Başkanı, Spor Bakanı, önemli bir spor adamı ama bence en önemlisi adam gibi bir adamdı. Kimden mi bahis ediyorum? Rahmetli, Emekli Albay, ‘uçan atlet’ lakaplı Yücel Seçkiner ağabeyimden ve de Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) başkanlığımdaki genel müdürümden.
1984’te TFF Başkanı olmuştum, ilk icraatımız, İngilterede olduğu gibi profesyonelliği tüm Türkiye’ye yayma projemizle Türkiye profesyonel 3. ligini kurma kararımızdı.
Askeri yönetimden tekrar demokrasiye geçilen ve her bakımdan Türkiye’mizde çok zor şartların ve de adeta yokların yaşandığı bir dönemdi.
Projemize teknik yönden müthiş hazırlanmıştık, sadece ekonomik bölümü kalmıştı.
Rahmetli Başbakanımız Turgut Özal’ın desteğiyle ve yine rahmetli dostum Adnan Kahveci’nin süper projesiyle, beraberce müthiş bir projeyi hayata geçirdik. “Türk Sporunu Kalkındırma
Hazar İbrahim / Azerbaycan Cumhuriyetinin Ankara Büyükelçisi
“Azerbaycan kan gölü” ve “Katliama Batıdan alkış”... 20 Ocak 1990 olaylarından sonra Milliyet gazetesindeki manşetlerden bazıları. Evet, ne yazık ki, 1990 senesinin 20 Ocak günü Bakü’de yaşananlar halkımızın tarihine ‘Kanlı Ocak Faciası’ olarak kazındı.
Bu yıl 20 Ocak 1990 katliamının 31. yıldönümü. 19 Ocağı 20’sine bağlayan gece önlerine çıkan her şeyi ve herkesi kurşundan geçiren, ölüm saçan Sovyet Ordusu Gorbaçov’un emriyle Bakü’ye girdi. Evet, Sovyet Ordusu bir Sovyet kentine girmişti, tıpkı bir işgalci ordu gibi… Sovyetler Birliği Savunma Bakanlığı, KGB ve İçişleri Bakanlığı’nın düzenlediği bu saldırı ve Azerbaycanlılara karşı yaptıkları vahşilikler insanlık tarihinde kara leke olarak kendine yer bulmuştur. Milli bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü uğrunda sokaklara çıkmış sivillere karşı yapılan bu silahlı saldırı zamanı yüzlerce Azerbaycanlı şehit edilmiş ve gazi olmuştur.
20 Ocak’tan itibaren