Bu satırların yazarı beslenme uzmanı veya diyetisyen değildir. Beslenme ile sağlık ve hastalıklar arasındaki ilişki nedeniyle konu, tıp mensuplarını da ilgilendirir. Fakat ilişki kendi sınırları içinde olmalı, bu sınırlar aşılmamalıdır. Birçok nörolojik hastalık ile beslenme ilişkisi her zaman merak ve ilgi konusudur.
Bu gün dünyada en büyük ölüm nedeni damar hastalıklarıdır: Kalp-damar hastalıkları ve beyin-damar hastalıkları. Dünya sağlık örgütünün istatistiklerine göre 2012’de kalp ve damar hastalıkları ile beyin damar hastalıklarından dünyada 14 milyon kişi ölmüştür ve bu iki hastalık ilk iki sıradadır. Bu anlamda tıbbi adıyla “ateroskleroz” Türkçe karşılığıyla “damar sertliği” son çağların en önemli/en ölümcül hastalığıdır.
Damar sertliği
Damar sertliği ve beslenme ilişkisi uzun zamandan beri bilinen bir konu. Ateroskleroz beyaz kan hücreleri, lipidler (yağlar) ve kolesterolün tedrici birikimi sonucu atar damar duvarlarının kalınlaşması ve sertleşmesini ifade eder. Bu birikim damar duvarında plak oluşumuna neden olur ve sonuçta kalp krizi veya inmeyle sonuçlanır. Oluşan plağın aniden patlaması ve damarı tamamen tıkaması kalpte olursa miyokard enfarktüsüne (kalp krizine)
1982 yılında Müslüman olduktan sonra “Ben İslama bir elimde İncil, bir elimde Kapital’le geldim” diyerek, İslam onay vermediği halde öldüğünde cesedinin yakılmasını vasiyet ederek sıra dışı bir Müslüman olduğunu ilan eden ünlü filozof Roger Garaudy, üç yıl önce, 13 Haziran 2012 tarihinde, 99 yaşında bu dünyaya veda etti.
Yıllarca Protestan gençlik örgütü üyeliğinde bulunmuş; uzun yıllar Fransız Komünist Partisi’nin en prestijli üyesi, genel sekreteri ve en büyük ideologu olmuş; 20. yüzyılda bütün dünyada Fransa’nın en büyük filozoflarından biri olarak şöhret yapmış birinin, Batı’da İslamofobinin kıpırdamaya başladığı bir dönemde “Ben Müslüman oldum” demesinin, çok büyük tepkileri ve hatta düşmanlıkları göze alması gerektiğinin bilincinde olarak İslam’ı seçmesinin biz sıradan fanilerinkini epeyi aşan bir cesaret işi olduğunu kabul etmek o kadar zor değildir.
Her çağa uygun
Garaudy’nin İslam anlayışı bilhassa muhafazakâr İslamcı çevrelerde eleştirilere uğramış, kimi görüşleri hiç kabul görmemiştir. Onu eleştiren ve hatta Müslüman bile saymama eğilimi gösterenlerin, kendilerini ise dört dörtlük Müslüman sayanların acaba kaçta kaçı, Garaudy’nin İslamı kabul etmesi sebebiyle uğradığı
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından 6 ülke tarafından kurulan ve bugün 28 üyeye sahip olan Avrupa bütünleşmesi projesi, tarihinin en zor dönemlerinden birini yaşıyor. Aday ülkelerden İzlanda’nın mart ayında üyelik sürecinden çekildiğini açıklaması, Britanya’nın önümüzdeki sene yapmayı planladığı Avrupa Birliği (AB) içinde kalıp kalmayacağıyla ilgili referandum, ilaveten İspanya, Portekiz ve de Yunanistan’daki ekonomik kriz...
5 Temmuz’daki referandumda Yunan halkının Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Komisyonu ve Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından sunulan kemer sıkma tedbirlerini yüzde 61 gibi büyük bir çoğunlukla reddetmesi, AB’nin geleceğiyle ilgili yeni soru işaretlerine yol açtı.
Avrupalı kimliği
Temel amacı Avrupa’da kalıcı barışı kurmak olan Avrupa’nın “birlik” oluşturma projesi, büyük başarılar elde etti. Ekonomik entegrasyon için önemli adımlar atıldı. Ulus-devletlerin egemenliklerini paylaşmaları sağlanarak “nev-i şahsına münhasır” bir örgüt oldu. İki kutuplu sistemin sona ermesinden sonra hem entegrasyon sürecini derinleştirdi hem de 16 ülkeyi daha üyeliğe kabul ederek, barış ve istikrar bölgesini, tamamen sivil dış politika yöntemleriyle genişletti.
Bu
Prof. Dr. Betül ÇOTUKSÖKEN
1950 yılında, İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü bitirdi. Felsefe Doktorasını 1984’te tamamladı. Aynı Üniversitede 2000 yılına kadar çalıştı. 2000 yılından beri Maltepe Üniversitesinde görev yapmaktadır. 2004 yılında Maltepe Üniversitesinde Felsefe Bölümünü kurdu. Halen Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı ve Rektör Yardımcısı, Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi ve Maltepe İlçesi İnsan Hakları Kurulu Üyesi; Türkiye Felsefe Kurumu ve Uluslararası Felsefe Kuruluşları Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi; Darüşşafaka Yüksek Danışma Kurulu Üyesi ve Darüşşafaka Cemiyeti Eğitim Komisyonu Üyesidir.
Son günlerde gündemimizde sıkça yer alan “koalisyon” sözcüğünün ya da kavramının anlamı üzerinde düşünmek, insan olarak aramızdaki ilişkileri değerlendirmek bakımından ufuk açıcı görünüyor. Kavramlarımız; kendimizi, başkalarını, dünyayı, her türlü varolanı anlamanın çerçeveleri olduğuna göre, kavramlar gerçekten her birimiz için büyük önem taşıyor. Öyle kavramlarımız var ki bunlar, doğrudan doğruya dışdünyadaki belli bir varolana, nesneye
Dr. Özgür Özdamar
Bilkent Üniver-sitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’-nde öğretim üyesidir. Lisansını ODTÜ, doktorasını University of Missouri-Columbia’dan alan Özdamar 2010’da Üniversitelerarası Kurul’dan doçentlik derecesini almıştır. Universtiy of Missouri, Stephens College, TOBB-ETÜ, Dışişleri Bakanlığı Diplomasi Akademisi, Kara Harp Okulu ve Milli Güvenlik Akademisi gibi çeşitli kurumlarda dersler vermiştir. Özdamar Türkiye’nin dış politika ve siyaset bilimi alanlarında bilişim teknolojileri kullanan ilk siyasi öngörü şirketi olan Fortuna Danışmanlık’ı Bilkent Cyberpark’ta kurmuştur. Halen bu kurumda liderlik analizi ve oyun kuramsal tahmin modelleriyle ilgili özgün yazılım projelerini yönetmektedir.
Nisan ayında Lozan’da dünyanın önemli güçleri (P5+1: ABD, Çin, Rusya, Birleşik Krallık, Fransa, Almanya) ve İran arasında imzalanan çerçeve antlaşması İran’ın nükleer programı hakkındaki yaklaşık 15 yıllık uzun çıkmazı çözecek gibi gözüküyor. Temmuz ayında gerçek andlaşmanın imzalanması halinde İran nükleer programını sınırlama ve silah üretmeme konularında söz verirken P5+1 ülkeleri de İran üzerindeki ekonomik yaptırımları kademeli olarak kaldıracaklarını ve İran’ın
Ülkemizde anne-baba çocuk ilişkisine, iletişim biçimine göre beş aile tipi saptanmıştır. Bunlar önem etkinlik ve yaygınlık sırasıyla: ataerkil aile; gevşek aile; tutarsız aile; ilgisiz aile; demokratik-bilgili, ilgili aile.
İlk sırada yer alan, en eski ve yaygın olan geleneksel ataerkil sert ve sıkı aile yapısının özünü, temelini birincil toplumsal kurumlar oluşturur. Bunların başında inanç sistemi, gelenek, görenek, töre yer alır. Kuran-ı Kerim’ de yer almayan, akılla, bilimle çatışan dini uygulamalar; geleneğin, göreneğin, törenin, baskıcı, cezalandırıcı, sert, sıkı yönleri aile yapısına yansır.
Ataerkil-sert, sıkı aile yapısında egemenlik babadadır. Aile ilkelerini, kurallarını, değerlerini, yaşam biçimini baba belirler. Çocuğun ve gencin kimliğine, kişiliğine değer vermez. Aile ilkelerini, kurallarını çocuğun ve gencin kimliğine, kişiliğine değer vermez. Aile ilkelerini, kurallarını çocuğun ve gencin yaşına, zekâ düzeyine, becerisine, yetisine, yeteneğine göre değil, kendine göre acımasız, değişmez, katı, sert tutum içinde aktarmaya çalışır. Amacına ulaşmak için kendince hatalı, kötü gördüğü davranışları hiçbir açıklama, anlatma gereğini duymadan, fiziksel cezalandırma, dayak
İnsanlık tarihi boyunca bütün toplumlarda bütün insanlar, yaşam boyu mutluluğu aramışlardır. Günümüzde de bu arayış sürmektedir. Mutluluk, insanın içinde bulunduğu doğal ve toplumsal ortamda; yaşamını sürdürdüğü koşullarda, ilgi, sevgi, güven, neşe, sevinç, umut gibi duygu durumlarını içeren, insana haz veren iyilik durumudur.
Bireysel ve toplumsal olarak mutlu olabilmek için çağdaş yaşama uyum sağlamak gerekmektedir. Bilindiği gibi ülkemiz, yıllar boyu gelişmekte olan ülkeler arasında orta sıralarda yer almaktadır. Çağdaş birey ve toplum olmak için, çocuğun, gencin yaşadığı, geliştiği ortak toplumsal kültürün çağdaş algıyı, bilgiyi, görgüyü, değeri özümlemesi gerekmektedir.
‘Çağdaşlık’ kavramı
“Çağdaşlık” kavramı “Aydınlanma Çağında” John Locke’un (1634 1704) görüşlerinin ışığı altında ortaya çıkmış, gelişmiş ve yayılmıştır.
Aydınlanma çağı insanı, insanın doğada, dünyada evrende, toplumda, değerini, durumunu, rolünü, yerini, saygınlığını önemsemiştir.
Başta, inanç, din olmak üzere gelenek, görenek, töre gibi birincil toplumsal kurumlarda aktarılan sınırlandırmaları, bağımlılıkları, baskıları, korkuları, art niyetleri, önyargıları, akıl yoluyla aşmayı önermiştir. Anlama ve kavrama
Edebiyatımızın anıt kitaplarından biri olan “Memleket Hikâyeleri”nin yazarı Refik Halit Karay, Türkiye Türkçesi için şöyle diyor: “Türkiye Türkünün ahenkleştirmekte gösterdiği en mühim muvaffakıyet kendi lisanında tecelli etmiştir. Türkçe Asya’da bir çağıltı, bir tokurdama, bir gürültüdür. Verdiğimiz ahenk sayesinde biz onu bir kakofoniden besteye çevirdik.”
Yahya Kemal’in “Bu dil ağzımda annemin sütüdür” diye eşsiz bir lezzet olarak nitelediği dil, işte bu dildir.
Gerçekten Cumhuriyet sonrası Türkçemiz, yaşadığı bazı sıkıntılara rağmen her türlü duygu ve düşüncenin kendisiyle ifade edilebileceği bir dil haline gelmiştir. Bugün eskiden karşılığı olmayan birçok terim ve kavramı karşılayacak söz varlığına kavuşmuş durumdadır. Yakın bir gelecekte bugün karşılığı olmayan bilimsel ve teknolojik terimlerin karşılıklarına doğal akışı içinde kavuşacağından hiç şüphe edilmemelidir. Ahmet Haşim’in dilin canlılığı, yenilenebilirliği ile ilgili çok güzel bir saptaması var: “Lisanlar ağaçlar gibi mevsim mevsim rengini kaybeden ölü yapraklarını dökerler ve tazelerini açarlar. Lisanın yaprakları kelimelerdir.”
Her dil gibi Türkçe de dolaşımdaki vadesi dolmuş kelimeleri atıyor ve yerine yenilerini