Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Edebiyatımızın anıt kitaplarından biri olan “Memleket Hikâyeleri”nin yazarı Refik Halit Karay, Türkiye Türkçesi için şöyle diyor: “Türkiye Türkünün ahenkleştirmekte gösterdiği en mühim muvaffakıyet kendi lisanında tecelli etmiştir. Türkçe Asya’da bir çağıltı, bir tokurdama, bir gürültüdür. Verdiğimiz ahenk sayesinde biz onu bir kakofoniden besteye çevirdik.”

Yahya Kemal’in “Bu dil ağzımda annemin sütüdür” diye eşsiz bir lezzet olarak nitelediği dil, işte bu dildir.

Gerçekten Cumhuriyet sonrası Türkçemiz, yaşadığı bazı sıkıntılara rağmen her türlü duygu ve düşüncenin kendisiyle ifade edilebileceği bir dil haline gelmiştir. Bugün eskiden karşılığı olmayan birçok terim ve kavramı karşılayacak söz varlığına kavuşmuş durumdadır. Yakın bir gelecekte bugün karşılığı olmayan bilimsel ve teknolojik terimlerin karşılıklarına doğal akışı içinde kavuşacağından hiç şüphe edilmemelidir. Ahmet Haşim’in dilin canlılığı, yenilenebilirliği ile ilgili çok güzel bir saptaması var: “Lisanlar ağaçlar gibi mevsim mevsim rengini kaybeden ölü yapraklarını dökerler ve tazelerini açarlar. Lisanın yaprakları kelimelerdir.”

Haberin Devamı

Her dil gibi Türkçe de dolaşımdaki vadesi dolmuş kelimeleri atıyor ve yerine yenilerini koyuyor. Böylece gelişiyor ve zenginleşiyor.

Türkçenin zenginliği

Duygu ve düşüncelerin daha etkili anlatılmasının aracı olan mecazlar, metaforlar bakımından da dilimiz zengindir. Deyimlerimizin büyük çoğunluğu, atasözlerimizin küçümsenemeyecek bir miktarı mecazlı, metaforik anlatıma sahiptir.

Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Falih Rıfkı Atay, Peyami Safa, Sabahattin Ali, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi daha yaşarken klasik olmuş büyük yazarları, bu dille bizi yabancı büyük yazarlara imrendirmeyecek güzellikte ve kalitede eserler vermişlerdir. Onlardan sonra ve günümüzde de hayranlık uyandıracak eserler veren çok sayıda yazar yetişmiştir.

Bilindiği gibi bugünkü Türkçemiz; Türkçe, Arapça ve Farsçanın gelişigüzel karışımından oluşan bir dil olan Osmanlıcadan evrilmiştir. Osmanlıca bugünkü Türkçeden daha zengin bir dildi. Ama dar bir okuryazar çevresinin diliydi. O yüzden “divan edebiyatı”, “halk edebiyatı” diye iki farklı edebiyat geleneği ortaya çıkmıştır. Bugünkü Türkçemiz üzerinde Osmanlıcanın etkisi sürmektedir. Osmanlıca olan birçok söz ve deyim hâlâ kullanılmaktadır. Bunlar kullanılırken de birtakım yanlışlar yapılmaktadır.

Haberin Devamı

Sözgelişi, “Ahir ömrümde aldığım en güzel armağan” ve benzeri cümlelerde geçen “ahir ömür” ifadesi Osmanlıcada yok. Ne var? “Ahir-i ömür” var. “Ahir ömür”ün tam karşılığı “son ömür” demektir. Bir insan, “ahir ömrüm” dediğinde sanki birkaç ömrü varmış da sonuncusundan bahsediyormuş gibi bir anlam ortaya koymuş oluyor. Deyimin doğrusu olan “ahir-i ömür” ise “ömrün sonu” anlamına gelmektedir ve kastedilen de budur. En çok tekrarlanan yanlışlardan biri de “resmî geçit” deyimidir. Bunun doğrusu, “resm-i geçit”tir ve “geçit töreni/geçit merasimi” demektir.

TV’deki yanlışlar

Günümüzde bunlardan daha vahim olanı ise medyanın çeşitli organlarında ve özellikle TV ekranlarında yapılan yanlışlardır. Bu ekranlarda hiç hoş görülemeyecek yanlışlardan birini anlı şanlı hukuk adamları “hukuk” sözcüğünü telaffuz ederken yapıyorlar. Bu sözcüğü ismin “e”, “i” halleriyle kullandıklarında sondaki “k”yı, “hukuğa”, “hukuğu” şeklinde yumuşatıyorlar ve skandal çapında bir dil yanlışına sebep oluyorlar. Bunun nedeni çok basit bir dil kuralından habersizlik, dolayısıyla da ilgisizlik. “Hukuk” Arapça kökenli bir kelime olduğu için onun sonundaki Türkçe sert sessiz harflerden biri olan “k” istisnadır, yumuşamaz. Doğrusu, “hukuka”, “hukuku”dur.

Haberin Devamı

Yanlış yazımlar

İnternet ortamında, facebook ve Twıtter’da sergilenmekte olan dil perişanlığı ise çok acıklı, gerçekten trajik bir durumdur. Dile özensizliğin, saygısızlığın sosyal medyadaki kadar kendini ele verdiği başka bir alan gösterilemez. Türkiye’de sosyal medyadaki yazışmalar; dil yanlışlarının, dil bilinçsizliğinin en somut gözlenebileceği bir laboratuvardır. Kelimelerin yazımından anlatımın karmaşıklığına; noktalama işaretlerinin yanlış, yazılmalarına kadar bunları sayısız örnekleriyle görmek mümkündür.

Çetin Altan’ın yıllar önce, “Türk insanına en zor gelen şeylerden biri herhangi bir konuda yarım sayfa yazı yazmaktır” diye yaptığı doğru tespit, sosyal medyadaki yazma seferberliği ile aşılmış gibi görünmektedir. İnsanlarımızın böyle bir vesileyle de olsa yazma hevesi, takdir edilecek, özendirilecek bir hevestir. Ama yazmayı önemsedikleri kadar doğru yazmayı da önemsemeleri dilimize saygının bir gereğidir. Çünkü dil bilinci, millet olma bilincinin temelidir.

İsmail Özcan

Kastamonu ’da doğdu. 1970 yılında İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu ve öğretmen olarak göreve başladı. İstanbul’un resmi ve özel ortaöğretim kurumlarında 41 yıl fiilen öğretmenlik yaptıktan sonra emekli oldu. İsmail Özcan’ın bir bölümü dil ve edebiyatla ilgili olmak üzere 15’ten fazla yayımlanmış kitabı bulunmaktadır.
1985-2000 yılları arasında 8 yıl Milliyet’e, 5 yıl Posta’ya, 3 yıl da Sabah’a Ramazan yazıları yazdı. 1991’de Milliyet’e 400 sayfalık bir İslam Ansiklopedisi, Sabah ve Günaydın gazetelerine de bir düzine kitap ilaveleri hazırladı. Şimdilerde çeşitli ulusal gazetelere ara ara yazılar yazmakta ve kitap çalışmalarına devam etmektedir.