Çocuğa özgü hakların anayasal statüye kavuşturulması ve hangi tip Çocuk Hakları’nın kastedildiği konusunda kuramda görüş ayrılığı vardır. Yeni Anayasa çalışmaları bağlamında öncelikle “hangi tip çocuk hakları”na yer verileceğinin tespit edilmesi gerekir. Medeniyetimizin aile ve çocukla ilgili temel değerleri ve İnsan Hakları’na yönelik sözleşmelerdeki evrensel değer ve ölçütler Yeni Anayasa’nın ana renklerinden biri olabilecek mi?
Yeni Anayasa’da çocukla ilgili hükümler düzenlenirken, Çocuk Hakları kavramı ile Çocuk Hukuku kavramı arasındaki ilişki gözetilmeli ve bu alandaki eksiklikler dikkate alınarak düzenleme yapılmalıdır. Yeni Anayasa’da yetişkinleri kapsayan “herkes” sözcüğü yerine, “çocuğa özgü” kavramı tercih edilmelidir. “Çocuğa özgü” kavramının içeriğindeki vurgunun çocukla ilgili bütün hükümlere yansıtılması ile çocuk ve çocukluğun görünür olacağı bir anayasaya ulaşılabilir.
İki farklı yöntem
Yeni Anayasa’nın çocuğun yetişkin gibi “hak sahibi” eşit bir birey olarak kabul edildiği bir anayasa olabilmesi için ‘Çocuk Hakları’na atıfta bulunan bir maddeye yer verilmesi yeterli değildir. Çocukla ilgili düzenlemelerin yasalarda yapılmasının ileri sürülmesi görüşü ise
ŞAHİN KAMACI (Yeminli Mali Müşavir)
1978 yılında Iğdır’da doğdu. 1998 yılında Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme bölümünden şeref derecesiyle mezun oldu. 2003-2011 yılları arasında Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı’nda Vergi Denetmeni; 2011-2014 yılları arasında ise Maliye Bakanlığı’nda Vergi Müfettişi olarak görev yaptı. 2015 yılında ‘Daha Az Vergi Ödemenin Yasal Yolları’ adlı kitabı yayımlandı. 2015 yılından itibaren İstanbul’da yeminli mali müşavirlik faaliyetinde bulunmaktadır.
Vergi kanunlarında, mükelleflerin lehine birçok kanun hükmü bulunmaktadır. Mükelleflerce bu kanun hükümleri uygulanmak suretiyle beyan edilecek matrahın azaltılması ve dolayısıyla devletin sunduğu imkanlar çerçevesinde yasal olarak daha az vergi ödenmesi mümkündür.
Anayasamızın 73. maddesine göre; herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Mükellefler, bazen vergi ödememek için çeşitli yasadışı yollara başvurup; sahte veya yanıltıcı belge kullanabilir, satışlarını beyan etmeyebilir ve yasaların emrettiği hükümler dışına çıkarak daha az vergi ödemek için çok büyük riskler alabilirler.
Unutulmamalıdır ki yukarıda
Başta üniversiteler olmak üzere yükseköğretim kurumları sadece fiziksel yapılardan oluşan mekânlar değildir. Mekânlar sadece bir vasat sunarlar. Yükseköğretim kurumlarının fonksiyonlarını icra edebilmeleri için bir iklime/ruha ihtiyaçları vardır. Fiziki mekânlardaki eksiklikler tolere edilebilir, ancak akademik iklim olmadığında üniversitelerindinamik bir yapı olarak sorumluluklarını yerine getirmeleri zorlaşır. Bir şeyler hep eksik kalır. Bu bağlamda kütüphaneler, üniversitelerin adeta kalbi gibidir. Kütüphaneler, üniversitelerin eğitim ve araştırma kapasitelerini ve kalitelerini doğrudan etkilerler ve üniversitelerdeki değişimin en yakından takip edilebileceği yerlerdir.
Kütüphaneler Haftası vesilesiyle bu yazıda, Bülent Ecevit Üniversitesi olarak son beş yılda hem kütüphaneyle ilgili gerçekleştirilen gelişmeleri hem de bu gelişmelerin bütün bir üniversiteyi nasıl dönüştürdüğünü sizlerle paylaşmak istiyorum.
Üniversitemiz, 11 ayrı kampüste hizmet vermektedir. Üniversitemizin öğrenci, akademik ve idari personel yoğunluğu en fazla olan kampüsü Zonguldak merkezinde bulunan Farabi kampüsüdür. Bu kampüste 2011 yılı başında sadece mesai saatleri içerisinde hizmet veren yaklaşık
Ressamlar, grafikerler sevgiyi kalple ifade ederler, sevginin simgesi kalptir. Kalp, sevginin yaşadığı yer olarak bilindiği için sevgililer sevgilerini ifade ederken ya kalbin içine isimlerini yazarlar ya da içinde isimleri yazılı iki kalbi birleştirirler. İnsanlar arasında sevgiyle kurulmayan ve sevgiyle sürdürülmeyen hiçbir ilişki uzun süre yaşamaz. Akılla, mantıkla kurulan ilişkilerde kalbin aydınlığı ve sıcaklığı yoksa o ilişki hesaptan ve çıkardan öteye ulaşamaz. Bir insanın elini sıkarken dahi isteğin nereden kaynaklandığını hemen anlarsınız. Bilge kişiler, “El kalbin uzantısıdır” derler.
Kadın ve erkek birlikte yaşamak için yaratılmışlardır. Oysaki her ikisi de fiziksel, zihinsel, duygusal yönden birbirinden çok farklı iki varlıktırlar. Onların birbirine karşı ilgilerini derinleştiren ne fiziksel güzellik, ne cinsellik, ne şan, şöhrettir; kalpteki sevgidir. En cazibeli, en güzel kadınların, en yakışıklı, en güçlü erkeklerin bile yaşamları karşı cins tarafından terk edilme hikâyeleriyle doludur. Gönülde sevgi yoksa güzellik on para etmez. Sevginin rehber olmadığı evlilikler köksüz ağaçlar gibi küçük bir esintide bile devrilirler. Tüm insan ilişkileri böyledir. Arada sevgi
Yaşlılar haftası her yıl mart ayının 18 ila 24. günleri arasında kutlanır. Bu tarihlerde yaşlılarla ilgili panel, konferans, sempozyum gibi toplantılar düzenlenir, ziyaretler yapılır ve gönülleri alınmaya çalışılır. Ancak, bu yıl Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığınca “Yaşlı Destek Programı” tanıtım toplantısı dışında, yaşlılarla ilgili konuların ve sorunların toplumun gündemine yeterince taşınmadığı görülmektedir. Bu durum, bu yaş grubunda bulunanlar yönünden bir eksiklik olduğu belirtmekle birlikte, konunun önem ve özelliği nedeniyle, toplumun bilgisine açılması ve tartışılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Yaşlı nüfus yüzde 8.2
Yaşlanma, fiziksel ve ruhsal olarak değişimlerin yaşandığı, önlenmesi olanaklı olmayıp, geciktirilmesi mümkün olan bir süreçtir. Önemli olan bu süreci, sağlıklı ve olumlu duygularla dolu yaşamaktır. Bir düşünürün makalesinde belirttiği gibi, yaşamda önemli olanın “ihtiyarlamadan yaşlanmaktır” sözü ile sağlıklı yaşamının ne kadar önemli olduğunu vurgulamıştır. Yaşlılığın başlangıç yaşı 65 yaş ve üstü kabul edilmektedir. Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürü’nün bir toplantıda açıkladığına göre, bugün Ülkemizde 6 milyon 192 bin 962 kişinin yaşlı
Adnan Boynukara
Gündelik tartışmaları izlemek, çözülmesi mecburi olan sorunların öncelik sıralamasını kendiliğinden ortaya koymaktadır. Herkesin üzerinde ittifak ettiği konulardan birisi de, yeni anayasadır. Son yıllarda mevzuatın tümünün gözden geçirildiği ve uluslararası normlara göre yenilendiği biliniyor. Dönem dönem bürokrasinin yönlendirmeleriyle biçim değiştirse de yasal mevzuattaki değişimin olumlu olduğu açık. Ancak, yapılan düzenlemelerin toplum hayatında olumlu gelişmelere imkan tanıdığını söylemek zor. Bunun en temel nedeni ise egemenlik tanımı ve uygulama süreçlerindeki bürokratik tutumdur.
Millet aleyhine değişen hakimiyet/egemenlik konusu
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu sağlayan meclisin çıkarmış olduğu anayasa, dönemine ilişkin özel koşullara rağmen, bu güne kadar kabul edilmiş en demokratik anayasadır. Milletin yeni anayasa talebinin temel önceliği, ilk anayasanın benzeri bir metnin yazılmasıdır. Buradaki temel kavram ise egemenliktir. Talep, egemenlik tartışmasını sağlıklı zemine oturtmaktır. Çünkü, değişik dönemlerde sivil ve askeri bürokrasinin müdahaleleriyle anayasaların anti-demokratik metinlere dönüştüğü açık. Bu ise hakimiyet/egemenlik konusundaki
Prof. Dr. Sami SELÇUK
Gündem: Yasama dokunulmazlığı.
Yaşam gerçeklikleri doğru kavramlaştırılırsa doğru algılanır ve tutarlı değerlendirilir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, taşıdıkları halkın vekilleri (milletvekili) nitelikleri nedeniyle “yasama bağışıklığı”na (immunité parlementaire), dolayısıyla kimi ayrıcalıklara sahiptirler.
“Yasama bağışıklığı”nın temel amacı, ulusun vekillerinin halk adına halkın yararları için görev yaparken hiçbir etki ve özellikle de iktidar sahiplerinin baskısı altında kalmadan özgürce konuşmalarını ve özgürce davranmalarını sağlamak; temel işlevi ise, onları güvence altına almaktır.
Yasama bağışıklığının iki yansıması vardır: Birincisi, “yasama sorumsuzluğu” (irresponsabilité parlementaire) ya da “göreve bağlı bağışıklık”tır (immunité parlementaire fonctionnelle). Buna göre milletvekili TBMM’deki söz ve oylarından dolayı sorumlu olmayacaktır (Anayasa, m. 83, 112).
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün eşsiz dehasıyla, kahraman silah arkadaşları Mehmetçiğin mukaddes vatan mücadelesinin azmi birleşmiş, kazanılan bu zaferle “Çanakkale Geçilmez” destanı yazılmıştır.
Bu yıl 101. yılını gurur ve çoşkuyla anacağımız Çanakkale Muharebeleri’nde elde edilen zaferler Türk tarihindeki öneminin yanı sıra bütün dünya tarafından da her daim takdirle karşılanmıştır. Çanakkale Boğazı’nda cereyan eden deniz savaşları ve Gelibolu Yarımadası’nda yapılan kara savaşları sonunda denizde ve karada kazanılan zaferler tarihe Türk’ün gücünü altın harflerle yazdırmıştır.
Bu savaşta; “Savaş zaruri ve hayati olmalıdır... Milleti savaşa götürünce, vicdanımda acı duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz. Lâkin, millet hayati tehlikeye maruz kalmadıkça; savaş, bir cinayettir.” diyen Türkiye Cumhuriyeti’nin ölümsüz lideri Gazi Mustafa Kemal’in dehasıyla, kahraman silah arkadaşları Mehmetçiğin mukaddes vatan mücadelesinin azmi birleşmiş, kazanılan bu zaferle “Çanakkale Geçilmez” destanını yazdırmıştır.
Türk ve dünya tarihinin akışını değiştiren sonuçlar doğurması bakımından önemli kabul edilen, Ulusal Kurtuluş