Adnan Boynukara
Gündelik tartışmaları izlemek, çözülmesi mecburi olan sorunların öncelik sıralamasını kendiliğinden ortaya koymaktadır. Herkesin üzerinde ittifak ettiği konulardan birisi de, yeni anayasadır. Son yıllarda mevzuatın tümünün gözden geçirildiği ve uluslararası normlara göre yenilendiği biliniyor. Dönem dönem bürokrasinin yönlendirmeleriyle biçim değiştirse de yasal mevzuattaki değişimin olumlu olduğu açık. Ancak, yapılan düzenlemelerin toplum hayatında olumlu gelişmelere imkan tanıdığını söylemek zor. Bunun en temel nedeni ise egemenlik tanımı ve uygulama süreçlerindeki bürokratik tutumdur.
Millet aleyhine değişen hakimiyet/egemenlik konusu
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu sağlayan meclisin çıkarmış olduğu anayasa, dönemine ilişkin özel koşullara rağmen, bu güne kadar kabul edilmiş en demokratik anayasadır. Milletin yeni anayasa talebinin temel önceliği, ilk anayasanın benzeri bir metnin yazılmasıdır. Buradaki temel kavram ise egemenliktir. Talep, egemenlik tartışmasını sağlıklı zemine oturtmaktır. Çünkü, değişik dönemlerde sivil ve askeri bürokrasinin müdahaleleriyle anayasaların anti-demokratik metinlere dönüştüğü açık. Bu ise hakimiyet/egemenlik konusundaki ifadelerde kendini göstermektedir.
1921 Anayasası, “hakimiyet bilâ kaydü şart milletindir” ifadesini 1. maddeye koyarak milletin hakimiyeti konusundaki pozisyonu gayet net bir biçimde ortaya koyarken, 1924 Anayasası ise 4. maddede, “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir, millet hakimiyetini meclis aracılığı ile kullanır” şeklinde değerlendirmiştir. Bu, döneminin tüm olumsuz şartlarına rağmen, bugün dahi özlem duyulan millet egemenliğini açıklayan bir yaklaşımı ifade etmektedir.
1961 ve diğer müdahalelerde ise bu hüküm “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, millet egemenliğini yetkili organlar aracılığı ile kullanır” şeklinde değiştirilmiştir. 82 Anayasası’nda ise konu 6. maddede; “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir, Türk Milleti, egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır, egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz, hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” ifadesiyle yansıtılmıştır. Şu an ülkemizin yaşadığı yönetim ve güç karmaşasının temel nedeni bu hükümdür. Bu somut örnekler de göstermektedir ki, cumhuriyet tarihi, millet iradesinin geriletme tarihi olmuştur.
Burada sorunlu olan, ‘yetkili organlar’ kavramıdır. Yetkili organlar olarak tanımlanan anayasal kuruluşlar (Anayasa Mahkemesi, Milli Güvenlik Kurulu, YÖK vb) bu maddedeki ifadelerden hareketle, yaptıkları müdahalelere anayasal dayanak bulabilmektedirler!
Demokratik işleyişi tümden askıya alan askeri müdahaleler dahi, müdahale güçlerini buradan almaktadırlar. “Benim koruma ve kollama görevim vardır, ben yetkili bir organım, meclis de yetkili organlardan bir tanesidir, o kadar” diyebiliyor. Zaten, demokratik olmayan şartlarda hazırlanan anayasaların demokratik ruh taşımasını beklemek de saflık olur!
Son yılarda, AB’ye üyelik çerçevesinde, yapılan kısmi yeniliklerin, anayasanın bu özelliğini değiştirmeye yetecek boyutta olmamıştır. Aslında bu noktada asıl çarpıcı olan, siyasi partilerin böylesine bir değişiklik talebine, düşünsel düzeyde dahi, uzak olmalarıdır. Yani, milletten yönetim yetkisi talep eden siyasiler, bu yetkilerini bir kısım atanmışlar ile paylaşmakta sakınca görmemektedirler! Dolayısıyla da, demokratikleşmenin ve yeni anayasanın ilk önceliği hakimiyet/egemenlik tanımında yapacağı değişimdir.
Hakimiyet/egemenlik neden önemli?
Yeni anayasanın olmazsa olmaz koşulu, hakimiyet/egemenlik konusunu millet lehine güncellemesidir. Çünkü uzun yıllar içinde bu konu, millet aleyhine erozyona uğradı. Millet aleyhine erozyona uğrayan hakimiyet/egemenlik meselesi idari değil, felsefi ve ontolojik bir meseledir. Varlık ve beka meselesidir. Devleti, milletin mülkü yapma meselesidir. Devletin, milletin mülkü olmasının özü ise vatandaşlar arasında adaletin egemen olmasıdır. İşte hakimiyeti milliye kavramı, bunun en dolaysız ifadesidir. Hakimiyeti milleyenin özü, devletin millet tarafından temellüküdür, sahiplenmesidir. Yani devletin tüm vatandaşların ortak mülkü olmasıdır. Kimsenin ne olduğunu izah etmek zorunda kalmayacağı bir anlayışın, anayasa aracılığıyla yönetim süreçlerine yansımasıdır. Bu anlamıyla da yeni anayasa, tarihsel, evrensel ve ilahi ortak değerler üzerine oturmalıdır...
Yeni Anayasa ile kurucu iradeye dönmek mümkün...
Anayasalardaki değişim ve bu değişimlerde hakimiyet/egemenlik kavramına yüklenen anlamlar ve fonksiyonlar analiz edildiğinde Türkiye’nin “iki kez kurulduğunu” söylemek mümkün.
Birincisi; 1920 meclisin açılması, 1921 anayasasının kabul edilmesi ve istiklal savaşını içinde barındıran süreçtir. 1924 anayasası ile mülki yapı, vatandaşlık ve bazı meselelere ilişkin olarak kuruluş felsefesinden ayrılmış, hatta tek parti uygulamaları ile kuruluş felsefesi ile açıkça kavga etmiş ise de bunların tümü tek parti anlayışının yönetimi ele geçirip milleti ve devleti yeniden inşa etmesiydi. Çünkü bu dönemde egemenlik milletteydi ve millet başına gelen bu olumsuzlukları bir gün defedebileceğine inanıyordu!
İkinci kuruluşu ise 1960 darbesi ve darbecilerin hazırlattırdığı 1961 Anayasası’yla olmuştu. Bu dönemde, egemenlik milletten alındı ve vesayet organlarına verildi. Devlet ve millet bekasının, ancak dünya sistemine uyum sağlanması ve Türkiye’nin tüm iddialarından vazgeçmesiyle mümkün olduğuna yönetici elit ikna olmuştu/edilmişti. Bu anlamı ise ülkenin içe kapanması ve korkularla varlığını sürdürmesiydi!
Tam da bu noktada yapılması gereken, bu denklemi bozmak ve millet lehine yeniden kurmaktır. Aslında bu ruh üzerinden yazılacak olan yeni anayasa Yeni Türkiye’nin inşası ve kurumsallaşmasına da imkan tanıyabilir. Bunun ön koşulu ise egemenliği; “hakimiyet bilâ kaydü şart milletindir” veya “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir, millet hakimiyetini meclis aracılığı ile kullanır” ifadesiyle yazılacak anayasaya yansıtmak, tüm kurumları bu ilkenin ruhuna ve lafzına uygun olarak yeniden oluşturmaktır...
ADNAN BOYNUKARA
1964’te Adıyaman’da doğdu. Farklı kamu kurumlarında çalışan Boynukara, 2009 yılından itibaren Adalet Bakanlığı’nda yüksek müşavir olarak çalışmaya başladı. Adalet Bakanlığı’nda çalıştığı dönmede çözüm sürecinde görev alan Boynukara, 7 Şubat 2015 tarihinde milletvekili adaylığı için istifa etti. 25 ve 26 dönemlerde Adıyaman AK Parti milletvekili olan Boynukara, Adalet Komisyonu üyesidir.