(E) Tümgeneral Ali Fikret Atun
Güvercinler kargalarla arkadaşlık yaparsa tüyleri beyaz kalır, fakat kalpleri kararır.
Alman atasözü
'Mankurt’, Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un Türkiye Türkçesi’ne, Gün Olur Asra Bedel adıyla çevrilen romanındaki Nayman Ana söylencesinde geçer.
Milattan sonra 200’lü yıllarda, Orta Asya’dan kuzeye doğru göç eden Juan Juanlar, Kırgızların hem komşusu hem de can düşmanlarıdırlar. Son derece gaddar ve acımasız olan Juan Juanlar, her fırsatta Kırgız kabile ve oymaklara saldırır, yakıp yıkarlardı.
Ancak Juan Juanların genç Kırgız savaşçılarını köle yapmak için mankurtlaştırma yöntemi vardı ki Cengiz Aytmatov bunu inanılmaz bir akılcılıkla anlatır.
Juan Juanlar esirin başını kazır, saç tellerini tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bunu yaparken bir kasap da oracıkta bir hayvanı öldürüp derisini yüzermiş.
Sonra taze hayvan derisini, esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararmış. Daha sonra tutsakların boynuna, başlarını yere sürmesinler diye bir kütük, ya da tahta kalıp bağlar, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye uzak, ıssız bir yere götürürler, elleri ayakları bağlı kızgın güneşin altına bırakırlarmış.
ADNAN BOYNUKARA
Terörle mücadele konusunda, 90’lı yılarda uygulanan kimi politikaların olumsuz sonuçlarının şimdilerde ortaya çıktığı gözleniyor. Bunun en somut alanlarından birisi ise göç ve göçün olumsuz etkileridir. O yıllarda yaşanan göç ile PKK terör örgütünün kentleri terör alanı olarak kullanmaya başladığı son olaylardan dolayı ortaya çıkan göçün nedenleri farklı olmakla birlikte sonuçlarının benzer olma olasılığı yüksek.
Göçün nedenlerini uzunca konuşabiliriz. Ancak şu an bunun yerine, göçün sonuçlarına ve toplumsal yapıda neden olduğu tahribatlara odaklanmakta yarar var. Çünkü sonuçlar, nedenlerden daha yakıcı. Göç gerekçeleri farklı olmakla birlikte; İstanbul, İzmir, Bursa, Antalya, Adana ve Mersin gibi şehir merkezlerinin çevresine yerleşmiş ve kendini sahipsiz hisseden ciddi bir Kürt nüfus var . Bu insanların yaşadıkları duygu hali rakamların ötesinde anlamlar taşıyor. Mevcut ruh halini; sahipsizlik, yalnızlık, çaresizlik ve umutsuzluk kavramlarıyla özetlemek mümkün! Bu duygu hali, kontrolsüz bir kitleyi ortaya çıkarıyor . Büyük kentlerin çevreleri, geleneksel kontrol mekanizmaları yok edilmiş insanlarla dolu. Terör örgütlerinin eleman devşirmek için odaklandıkları
‘Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ 1989’da Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanmış, kabul ve ilan edilmiştir. Türkiye de bu sözleşmeyi kabul etmiş, imzalamıştır. Sözleşme ‘çocuk hakları’ ile ilgili sorunları, ilke ve kuralları içeren elli dört maddeden oluşmuştur. Otuz ikinci madde çocuk istismarını tanımlar.
Çocuğun değeri
Çocuğun aile içindeki durumu, konumu, rolü, yeri, ekonomik ve toplumsal durumuna göre değişir. Genel olarak; anne-baba arasında çocuğun oluşturduğu ortak ilgi ve sevgi onlara ruhsal doyum sağlar, aileyi birleştirir, aile bireylerini özverili davranmaya zorlar, aile bireylerine mutluluk verir, günlük kaygılardan uzaklaştırır, günlük engelleri aşma gücünü verir, aydınlık ve ışıklı bir gelecek tasarımına yol açar.
Genel olarak ülkemizde ataerkil, erkek egemen ailenin çocuktan, gençten beklentileri geleceğe güvence doğrultusundadır. Ailenin adını sürdürmesi beklenir, aile gelirine katkıda bulunması beklenir, anne-baba yaşlandıkça onlara bakması beklenir, anne babaya gelecekte güvence sağlaması beklenir, anne babanın çıkarları doğrultusunda davranması beklenir.
Kendisini yeniden tanımlamaya çalışan NATO son yılların en geniş katılımlı zirvesini Varşova’da gerçekleştirdi. Zirvede alınan kararlar, önümüzdeki dönemde birliğin öneminin artacağına işaret ediyor...
Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü, ya da daha bilinen adıyla NATO, 8-9 Temmuz 2016 tarihlerinde Varşova’da tarihinin 28. zirvesi için toplandı. Bugüne kadar gerçekleştirilen en geniş katılımlı zirveye ittifakın 28 üyesi, aday ülke Karadağ, 26 partner ülke ve uluslararası örgütler iştirak etti. Soğuk Savaş’ın bitiminden beri kendisini yeniden tanımlamaya ve önemini yeniden kazanmaya çalışan ittifak belki de son yılların en olumlu algılandığı günlerini yaşıyor.
Rusya ve Ortadoğu kaynaklı tehditlerden bunalan doğu ve güney ülkelerine şimdi de Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden çıkma kararı (Brexit) ile sarsılan endişeli batı Avrupa üye ülkeleri eklendi. Hemen her yönünden türlü tehditlerle mücadele eden üye ülkelerde tüm bu sorunlara ilk çare olarak NATO ve müttefiklerin akla gelmesi ittifakın 25 yıldır boğuştuğu halen önemli olma sorununu kendi kendine çözdü. Geldiğimiz noktada NATO, üyelerinin güvenlik sorunlarına yardımcı olduğu ölçüde gerekli de görülmekte. Özellikle
Hayatımıza özen gösterme sorumluluğu bize aittir. Hiç kimse bizim hayatımızı güzelleştiremeyeceği gibi bozma hakkına da sahip değildir. Hayatımıza anlamı, coşkuyu, umudu, mutluluğu, ancak biz katabiliriz...
Pazar sabahı parkta yürüyüşe çıkmıştım. Kulağıma gelen bir ağıt sesiyle sarsıldım. Biraz daha yürüyünce gördüm ki bir genç kız ve erkek bankta oturuyorlar, erkek öfkeli, kız ise hıçkırıklar içinde. Bir an için düşündüm, ilkbaharın içimizi ısıtan en sıcak günlerinden birisi, etraf yemyeşil, doğa coşkulu bir canlılık içinde, kuşlar cıvıl cıvıl, hafif esintiyle hanımeli kokuları etrafa efsun saçıyor, güneş ruhları aydınlatıyor... Fakat genç erkek öfkeli, genç kız ise hıçkırıyor. Oysaki genç kız güzel, genç erkek yakışıklı, belli ki bu buluşma için özen göstermişler kıyafetleri çok şık... Peki, bu öfke, bu ağıt niye? Büyük bir ihtimalle yersiz bir kıskançlık, saygısız bir söz, belki de asılsız bir yalan veya yakışıksız bir davranış...
Özen göstermek gerek
Gördüğüm olaydan çok etkilenmiştim, yürüyüş boyunca insanların kendilerini ve zamanlarını ne denli kötü kullandıklarını düşündüm. Yaşadığım ve gördüğüm yüzlerce olay geldi aklıma. Milyarder bir arkadaşım, varlığı yanında
Müslüman din önderleri, bilginleri temel dini metinleri geçmişin çözüm ve yorumlarına bağlı kalmadan günümüze has açıklamalarla sentezlemelidir. Bu Müslümanlık-çağdaşlık sentezine ulaşılmazsa, Müslümanlar dünya sahnesinde ikinci sınıf kalmaya devam edecektir...
“... Ben tam anlamıyla Müslüman bir insanım. İslami bir kişiliğim, dünyaya o gözlerle baktığım İslami bir kültürüm var. Fakat aynı zamanda da çok modern; bilimi, teknolojiyi, özgürlük, demokrasi ve değişimi sonuna kadar savunan bir insanım. İkisinden de vazgeçemem. Bu görüşlerimi bir potada toplayabilecek üçüncü bir eğilimin oluşmasını istiyorum; muhafazakâr olmayan bir İslam. Aydınlıkçı İslam, rasyonel İslam da diyebilirim buna. Modernliğe açık bir İslam’ın imkânsız olmadığını göstermek istiyorum.”
Mısırlı felsefe profesörü Hasan Hanefi’nin yaklaşık yirmi yıl önce bir Türk gazetesinin kendisiyle gerçekleştirdiği bir röportajda yaptığı bu çağdaş Müslümanlık tanımı, bir Müslüman ve bir ilahiyatçı olarak o tarihten beri daima saygı ve takdirle andığım bir ifadedir. Müslüman din önderleri, din bilginleri; temel dini metinleri geçmişin çözüm, açıklama, yorumlarına ve kabullerine bağlı kalmadan günümüze has, günümüzün icabı olan
N. İSMET HERGÜNŞEN(Emekli Deniz Kurmay Albay)
Ortadove Uzakdoğu ülkelerinin ticarete egemen ülke dışı güçlerle iyi ilişkiler kurma isteği bağlamında; Osmanlı Devleti de 13. yüzyılda özellikle İtalyan tacirlere ekonomik ayrıcalıklar verme yoluna gitmiştir. Ceneviz ve Venedik tüccarlarına da benzer hakların verilmesiyle devam eden bu süreç, özellikle Kanuni döneminde Fransa ile 15. yüzyılda yapılan sözleşme çerçevesinde kapsamlı bir nitelik kazanmış oluyordu. Yüzyıllar sonra bile başa bela olan ve başka Avrupa Devletleri’ne de tanınan bu imtiyazlar “Osmanlı Kapitülasyonları” diye anılacak ve 19. yüzyıla gelindiğinde ise Osmanlı Devleti’ne siyasi hayatına fazla olmasa da ekonomik alanda büyük zararlar verecekti.
Ünlü şairimiz Nâzım Hikmet’in; Dört nala gelip Uzak Asya’dan/ Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan/ bu memleket, bizim dizelerinde yer bulduğu gibi denizle iç içe yaşayan bir ülke olan Türkiye 24 Temmuz 1923 yılında imzaladığı Lozan Antlaşması’yla bağımsız bir devlet olarak yepyeni bir kimlik kazanarak dünya devletleri arasında kendisine yaraşan yeri almış oluyordu. Öyle ki, Osmanlı Devleti’nde kapitülasyonlar sonucu yabancı devletlerin gemileri için bir hak haline gelmiş
Prof. Dr. Hikmet Sami Türk
IV. DEĞERLENDİRME
1. Tasarı ile getirilen düzenleme, yaklaşık bir buçuk yıl önce 2.12.2014 tarih ve 6572 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la yapılan düzenlemenin tam tersidir. Çünkü o Kanun’la Danıştay’daki daire sayısı 17’ye (m. 9 ile 2575 sayılı Kanun’dan değişik m. 13/I ), Yargıtay’daki daire sayısı 23’ü hukuk, 23’ü ceza dairesi olmak üzere toplam 46’ya çıkarılmış (m. 21 ile değişik 2797 Sayılı Kanun m. 5); Yargıtay’da ihdas edilen kadro sayıları 8 daire başkanı ve 121 üye olmak üzere toplam 129 (6572 sayılı Kanun’a ekli 3 sayılı Liste), Danıştay’da ihdas edilen kadro sayıları 2 daire başkanı, 37 üye, 23 savcı, 3 ve 6. derecede 25+25=50 tetkik hâkimi olmak üzere toplam 112 olarak belirlenmişti (6572 sayılı Kanun’a ekli 5 sayılı Liste). Yukarıda anılan kanunlarla istinaf ve temyiz, bölge adliye ve idare mahkemeleri konularında gerçekleştirilecek yeni yapılandırmalar belliydi. Eğer bu perspektif içinde hareket edilseydi, sorunsuz bir geçiş sağlanabilirdi.
Hâkimlik teminatı
2. Tasarı ile getirilen düzenleme, bir toplu azil işlemidir. Bu, Anayasa’mızda yargı