Prof. Dr. Hikmet Sami Türk
I. GİRİŞ
Adalet Bakanlığı’nca hazırlanıp Bakanlar Kurulu’nca Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulması kararlaştırılan “Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”, Adalet Komisyonu’nda kabul edilmiş bulunuyor. Meclis tatile girmeden önce çıkarılması amaçlanan Tasarı,istinaf mahkemeleri niteliğindeki bölge adliye ve bölge idare mahkemelerinin 20 Temmuz 2016 tarihinde faaliyete geçecek olmaları nedeniyle, ilk derece mahkemelerince verilecek kararların adlî yargıda yaklaşık yüzde doksanının, idarî yargıda yaklaşık yüzde sekseninin istinaf kanun yolunda kesinleşeceği; bunun sonucu olarak Yargıtay ve Danıştay’ın iş yükünün aynı oranlarda azalacağı hesabıyla; Yargıtay ve Danıştay’ın daire ve üye sayılarını azaltmak suretiyle yeniden yapılandırılmasını öngörmektedir. Böylece Yargıtay’da hâlen 46 olan daire sayısı 24’e, hâlen 516 olan üye sayısı Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle 300’e, üç yıl içinde tedricen 200’e; Danıştay’da hâlen 17 olan daire sayısı 10’a, hâlen 195 olan üye sayısı Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle 116’ya, üç yıl içinde tedricen 90’a indirilecek; bu rakamları aşan kadro sayıları
Nihayet İngiltere’nin aylar süren AB referandum süreci bitti. Sonuç ne olursa olsun, seçim sürecinin kendisi hem İngiltere’de hem AB’de uzun süre silinmeyecek izler bıraktı. İngiltere ilk defa bu denli tutkulu ve polarize edilmiş bir siyasi sürecin topluma da yansımalarını yaşadı. AB de önündeki kaçınılmaz reform sürecine bu acımasız sorgulamadan sonra daha yakınlaştı. Anlaşılan şu ki Brexit’ten sonra AB’de ciddi bir özeleştiri ve silkelenme olacaktır ama İngiltere’nin kararı kalmak olsaydı, bu silkelenme gene olacaktı ama sert bir yumruk yerine hafif bir tokat olacaktı sadece. Fransa’nın BM Büyükelçisi’nin açıklamasına göre, Brexit olsun ya da olmasın, yarın İngilizler Brüksel’e ellerinde bir talepler listesiyle gene çıka gelirler ve bu kriz devam eder demişti. Kriz aslında şimdi başlıyor.
AB tartışılmadı
Bundan sonra ne olacağını anlamak için, önce İngiltere’yi referanduma götüren sebepleri anlamak lazım. İngiltere Başbakanı Cameron’un referanduma gitme sebebi müzakereler sonunda AB ile İngiltere arasında şubat ayında varılan anlaşmanın esasen İngiltere’nin istediği çizgide bir AB reformu ve kendi üyeliği hakkındaki ayrıcalıklarını kapsadığını ve bu yüzden reform olmuş
PROF. DR. ÖZCAN KÖKNEL
İnsanı, yaşamını, doğal ortam dışında, ev, iş, çalışma yeri, çarşı, pazar, sokak, bahçe, park gibi alanlarda sürdürür. Doğal ve toplumsal ortamda “Kişisel Alan” (PersonalTerritory) adı verilen alan, insanın bedensel, ruhsal, toplumsal yaşamını, sağlığını etkiler.
Kişisel alan davranışı, yaşamı sürdürme, koruma içgüdüsünden, dürtüsünden kaynaklanır. İnsan dahil bütün canlılar, yaşadığı doğal ve toplumsal ortamdan gelen tüm uyaranları, iletileri algılamaya, anlamaya, değerlendirmeye çalışır. Gerekirse, korunmaya, savunmaya yönelik davranış, tutum, eylem yapar.
Robert Ardrey, 1980’li yıllarda “Zorunlu Alan” (TheTerritorialImperative) adlı kitabında: “Bütün canlılar ve insan, kişisel alan içinde, başka insanlardan canlılardan gelecek olası, tehdit ve tehlikeye karşı korunmak ve savunmak için önlem alır, hazırlık yapar” diye yazmıştır.
Ruhbilimci Hall’e göre, insanın kişisel alanında, genel, toplumsal, kişisel, samimi dört mesafe vardır. Araştırmalar, insanlar arasında on metre ile iki metre arasında mesafe olduğunda iletişim olmaz. İnsanlar birbirlerine yabancı kalırlar. Bir iki metre mesafede bulunan insanlar, ancak iş, alış-veriş, kamu yönetimiyle iş iletişimi
Demirel, siyasi şuuru darbelerle bulanmış bir Türkiye’de, her şart altında, demokrasiye ve onun kurumlarına sadık kalmış, en çetin sorunları demokratik çerçevede çözmeye çalışmıştır. Geniş ufku ve becerisi sayesinde, ekonomik kalkınmaya olduğu kadar, sosyal sorunların çözülmesine de büyük bir hamle yaptırmıştır...
Eski Cumhurbaşkanı ve Başbakan Süleyman Demirel’in 17 Haziran 2015’te aramızdan ayrılışı, bugün bir yılını doldurdu. Uzun süre birlikte çalışma fırsatını bulduğum bu büyük Devlet adamımızı rahmet ve tazimle anıyorum.
Süleyman Demirel, bir askeri darbe ertesinin Türkiye’de yarattığı karmaşık dönemin, uzun ve ıstıraplı bir sürece dönmemesi yönünde, büyük gayret sarf eden ve önemli ölçüde de başarılı olmuş bir siyasi şahsiyettir. Düşünülecek olursa, 27 Mayıs 1960 Darbesi’nin her şeyi durdurduğu, Devlet idaresini alt üst ettiği, dünyanın 6 köklü diplomasisinden biri olarak kabul edilen Türk diplomasisinin bir gecede Üçüncü Dünya ligine düşürüldüğü bir Türkiye’de, 7.000 subay hoyratça emekliye sevk edilmiş, üniversite ehil hocalarından mahrum bırakılmış, merkezi ve mahalli idareyi yürüten her kademedeki çalışan, çoğu halde, hakkını arama imkanı verilmeden, yerinden edilmiştir.
Tüm dünyada yükseköğretim alanında çok hızlı değişim ve dönüşümler yaşanmaktadır. Yükseköğretim sistemleri ve yükseköğretimin tüm alanlarıyla ilgili çok sıcak tartışmalar devam etmektedir. Her geçen gün yükseköğretimle ilişkili yeni projeler hayata geçirilmekte, yeni raporlar kamuoyuna sunulmakta, çok sayıda bilimsel makale yayınlanmaktadır. Ülkeler kendi yükseköğretim sistemlerinin iyileştirilmesinde bu alanda üretilen bilgilerden aktif olarak yararlanmaktadır. Bizler de ülke olarak yükseköğretimi ilgilendiren tüm alanlarda dünyadaki gelişmeleri yakından takip ederek ve yeterli bilgi üreterek hem sorunların çözümlerinde hem de yükseköğretim politikalarının üretilmesinde bu bilgiden yararlanmak zorundayız.
Ülkemiz yükseköğretim tarihine bakıldığında, yükseköğretim üzerinde değişiklik veya önemli düzenlemelerin, akademik camianın sorunların çözümüne yönelik ürettikleri projelere dayalı olmaktan ziyade akademianın dışından kaynaklandığı; yükseköğretim sistemimizdeki çok önemli kırılma noktalarının ve düzenlemelerin en önemli karakteristiklerinden birisinin bu olduğu kolayca görülecektir. Bu durumun getirdiği en büyük handikaplardan birisi, yükseköğretim kurumlarının ve dolayısıyla
1889’da İstanbul’da doğan, 55 yıl önce 15 Haziran 1961’de yine İstanbul’da ölen Peyami Safa, 20. yüzyılın ilk yarısında fikirleriyle, romanlarıyla Türk edebiyatına damga vurmuş birkaç yazardan biridir. Onların da önde gelenidir. Peyami Safa Türk yazarları içinde düzenli bir eğitim görmeyen, ne ortaokul lise, ne de üniversite diploması olan, kendi kendini yetiştiren (otodidakt) engin kültürlü bir yazardır. Bunun da ötesinde gerçek bir mütefekkir, hatta bir filozoftur. Allah inancını, din kurumunu, birey-toplum ilişkilerini, politik ideolojileri, cumhuriyet devrimlerini çok orijinal analizlere tabi tutup sentezlere ulaştıran sağlam bir felsefeye sahiptir. Bu alanlarda Peyami Safa kadar gerçekçi ve tutarlı fikirler üretmiş başka yazarlar göstermek zordur.
Server Bedi imzasını kullandı
Peyami Safa, baştan ayağa yazarlık kabiliyeti ile donatılmış bir insandır. O, bu alandaki kabiliyetini hiç ziyan etmemiş, ömrünün sonuna kadar büyük bir hırsla kullanmıştır. Geçimini sadece yazılarıyla, kitaplarının gelirleriyle sağlayan az sayıdaki yazarlardan biridir. Bu arada yalnızca para kazanmak amacıyla bilhassa gençlere yönelik olarak yazdığı polisiye ve macera romanlarında Peyami Safa adını
Küresel güç merkezlerinin en temel endişeleri, kurdukları denklemlerin ve ulaşmak istedikleri sonuçların boşa çıkartılması olasılığıdır. Bu olasılığı tetikleyen ülkeler, liderler ve kurumlar kısa süre içinde hedef haline getirilir ve etkisizleştirilmeleri için kampanyalar yürütülür. Türkiye’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hedef olmasının temel sebebi de budur. Buna ilişkin düşünsel planlama ülke dışından yapılmakta, içerideki kişi ve kurumlar ise hazırlanan planı uygulamaya çalışmaktadırlar.
Dışarıda ve içeride AK Parti ve kadrolarına karşı kuşkulu bir tutumun ortaya çıktığı tarih, AK Partili bir ismin Cumhurbaşkanı adayı gösterilmesi ve seçilmesi sürecine denk gelir. Yani 2009 yılı. Ancak, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçileceği tarihin yaklaşması ve Erdoğan’ın seçime girme olasılığının ortaya çıkmasıyla, yürütülen çalışmaların ayrı bir ivme kazandığı biliniyor. İşte bu noktada cevabı aranması gereken soru; ne oldu da Türkiye’ye ve AK Parti’ye ilişkin pozisyonlar değişti, karşıtlık hangi nedenlerden besleniyor?
Türkiye neden hedefte?
Türkiye’ye karşı yürütülen kampanyanın başlamasına ilişkin 4 temel nedenden bahsetmek mümkün. 2009 yılında Davos’da devlet terörünün en somut
İnal Aydınoğlu
İnsanların büyük bir bölümü acı ve yalnızlık içinde yaşıyorlar. Günleri kavga, stres, çekişme ve gerginlik içinde geçiyor. Küçücük maddi şeyler uğruna yaşamlarının en güzel günlerini heba ediyorlar. Hırslar, koşuşturmacalar, yargılar, peşin hükümler gözlerini kapatıyor. Gerçeklerden, hayatın ve dünyanın güzelliklerinden uzak yaşıyorlar. Güzelliklerden uzaklaştıkça hayat daha zorlaşır. Olumsuz duygu ve düşünceler yaşamımıza egemen olmaya başlarlar. ‘Dertler yalnız gelmez, birbirini izler’ diye bir deyim vardır. Olumsuzluklar da birbirini izler, insanın yaşama zevkini ve sevincini elinden alırlar.
Toplumdaki olumsuzlukların nedeni sevgi eksikliğidir. İnsanlar birbirlerini sevmeyince birbirlerini ne denli zorluklara, ne denli kötü durumlara düşürebileceklerini hiç düşünemiyorlar. Oysaki birbirini seven iki insan diğerine zarar verecek bir iş yapar mı? Diğerinin aleyhine konuşur mu, diğerini kıskanır mı, diğerine karşı kin ve nefret duyar mı? Evrende sınırsız sayıda güzellik ve güzel şeyler varken insanların en çok ilgilendikleri ve izledikleri şey, televizyon. Dolayısıyla televizyon insanlar üzerinde çok etkili. Her evde, her köyde, kahvehanede, ofiste, taşıtlarda,