Müslüman din önderleri, bilginleri temel dini metinleri geçmişin çözüm ve yorumlarına bağlı kalmadan günümüze has açıklamalarla sentezlemelidir. Bu Müslümanlık-çağdaşlık sentezine ulaşılmazsa, Müslümanlar dünya sahnesinde ikinci sınıf kalmaya devam edecektir...
“... Ben tam anlamıyla Müslüman bir insanım. İslami bir kişiliğim, dünyaya o gözlerle baktığım İslami bir kültürüm var. Fakat aynı zamanda da çok modern; bilimi, teknolojiyi, özgürlük, demokrasi ve değişimi sonuna kadar savunan bir insanım. İkisinden de vazgeçemem. Bu görüşlerimi bir potada toplayabilecek üçüncü bir eğilimin oluşmasını istiyorum; muhafazakâr olmayan bir İslam. Aydınlıkçı İslam, rasyonel İslam da diyebilirim buna. Modernliğe açık bir İslam’ın imkânsız olmadığını göstermek istiyorum.”
Mısırlı felsefe profesörü Hasan Hanefi’nin yaklaşık yirmi yıl önce bir Türk gazetesinin kendisiyle gerçekleştirdiği bir röportajda yaptığı bu çağdaş Müslümanlık tanımı, bir Müslüman ve bir ilahiyatçı olarak o tarihten beri daima saygı ve takdirle andığım bir ifadedir. Müslüman din önderleri, din bilginleri; temel dini metinleri geçmişin çözüm, açıklama, yorumlarına ve kabullerine bağlı kalmadan günümüze has, günümüzün icabı olan çözüm, açıklama ve yorumlara, yani Hanefi’inin çerçevelediği bu Müslümanlık-çağdaşlık sentezine ulaşamazlarsa, Müslümanlar dünya sahnesinde hep ikinci sınıf kalmaya, dışlanmışlığa, itilip kakılmaya mahkûm olacaklardır.
‘Sorunun kaynağı ne?’
Dini anlamada böyle çağdaş bir alternatif üretmeye çalışan, bu çabayı kaçınılmaz gören Mısırlı akademisyene; bir de bizim “Namaz kılmayan hayvandır” diyen ilahiyat profesörümüze bakın. Aralarında nasıl bir paradigma uçurumu var! Bu Ramazanda bir il müftüsü de lokantaların sahurla iftar arasında bütün gün kapatılması talebinde bulundu. Geçen yıl televizyonlarda din adına sık sık konuşmalar yapan bir kişi de, “Hamile kadınlar sokağa, çarşıya pazara çıkmamalılar” buyurmuştu. Bütün bunlar ve birçok benzerleri bize, 21. yüzyılın Müslümanı olabilmemizin önünde dağlar kadar engeller bulunduğunu göstermektedir.
Bugün için soru şudur: Acaba günümüz Müslümanlarının ve Müslüman toplumlarının bütün sorunları namaz, oruç eksikliğinden, kadınların dine uygun olmayan giyim ve davranışlarından mı doğmaktadır? İslam dünyası bunlar yerine getirilemediği için mi sorunlar yaşıyor, kaos içinde yüzüyor?
Zıtlıklar ortak
İslam’ı çok iyi anlamış Müslümanlar olarak bildiğimiz bizim Mehmet Akif’imizin, Pakistan’ın Muhammed İkbal’inin Müslümanlarla ilgili yakınmalarının sebebi söz konusu sorunlar mıdır?
Mehmet Akif’in Müslümanlıkla, Müslümanlar arasındaki çelişkiyi anlatan şu feryadı, “Müslümanlık” denilen ruh-i ilahî arasak, “Müslümanız” diyen insan yığınından ne uzak!” ne demeye gelmektedir.
Aynı zıtlığı, uzlaşmazlığı biz Türklerin Pakistan’ın Mehmet Akif’i olarak bildiği Muhammed İkbal de, “Eğer biz Müslümanlığın ahlak, adalet, doğruluk, sevgi, merhamet gibi evrensel değerlerin dini olduğunu iddia ediyorsak, kendimizin Müslüman olmadığını söylemek zorundayız” diye ifade ediyor.
Yıllar önce Müslüman olan ve Yusuf İslam adını alan İngiliz şarkıcı Cat Stevens, “Ben Kur’an’a değil de Müslümanlara bakacak olsaydım Müslüman olmazdım” diyor.
‘Layık temsil yok’
Bu şikâyetler, bu itiraflar; dindar çevrelerin sorun olarak gördüklerini değil; açık seçik bir şekilde Müslümanların ahlaki hayatlarının Kur’an’la ve dinin ruhuyla uyuşmazlığını ve uzlaşmazlığını, esas sorunun bu olduğunu ortaya koymaktadır.
Müslümanlar genel olarak hem geçmişte hem de günümüzde İslam’ı gerek şekil, gerekse öz açısından “İşte Müslümanlık bu!” denebilecek örneklikte ve ehliyette yaşamamışlar, İslam’a layık bir temsili hiçbir devirde başaramamışlardır. Bu durum bugün artık katlanılamaz, mazur gösterilemez sınırlara ulaşmıştır.
Günümüzde dindar olarak nitelenen Müslümanların en büyük yanlışları, ahlakın ve dindarlığın kapsamını daraltmaları; sadece namaz oruç, kadınların ve kızların örtünmesi gibi alanlara indirgemeleridir. Bugün ahlaksızlık dendiği zaman, din görevlileri, dindar çevreler, toplumun da büyük çoğunluğu sadece müstehcenliği, fuhuş ve zinayı, yani gayrimeşru cinselliği anlıyorlar. Başka alanlardaki ahlaksızlık ilişkileri akıllarına gelmiyor.
Dinle çok fazla içli dışlı olmayan çevrelerin, yazarların, aydınların çoğunluğu da ahlaksızlıktan; toplumsal ilişkilerde, ticarette ve ekonomide insanların birbirini aldatmasını, kandırmasını, sahtekârlığı, kişileri ve devleti dolandırmayı yani haksız kazanç sağlamayı, kısaca kul hakkı yemeyi anlıyorlar. Yani esas dindarların anlaması gerekeni dindar olmayanlar anlıyor.
‘İslam=dürüstlük’
Müslümanlığı çok iyi bilen ve yaşayan birine, insani davranışlar bakımından “İslam’ı bir kelimeyle ifade et” deseler, “İslam eşittir dürüstlük”ten başka ne cevap verebilir? İbadetlerine çok dikkat eden, namazını hiç kaçırmayan, orucunu hiç aksatmayan bir insan eğer dürüst değilse onun ibadetinin de bir değeri yoktur. Diğer yandan bir adamın namazı orucu eksik veya hiç yok, ama dürüst. Bu dürüstlük tek başına da değerlidir.
Günümüz İslam ülkeleri fanatizmi, softalığı, hurafeci din anlayışını toplumda egemen bir konumda olmaktan çıkarıp temelli yok edemese bile marjinal bir konuma getirmeden çağdaşlığı asla yakalayamazlar. Çünkü softalık her devirde olduğu gibi günümüzde de yoruma kapalı din anlayışını temsil etmenin yanında yalanın, ikiyüzlülüğün, sahtekârlığın kamuflajı olma rolünü yerine getirmektedir.
İsmail Özcan
(Eğitimci/Yazar): İsmail Özcan, Kastamonu’da doğdu. 1970 yılında İlahiyat fakültesinden mezun oldu ve öğretmen olarak göreve başladı. İstanbul’un resmi ve özel ortaöğretim kurumlarında 41 yıl fiilen öğretmenlik yaptıktan sonra emekli oldu. İsmail Özcan’ın din, dil ve edebiyatla ilgili 15’ten fazla yayımlanmış kitabı bulunmaktadır. 1985-2000 yılları arasında 8 yıl Milliyet’e, 5 yıl Posta’ya, 3 yıl da Sabah’a Ramazan yazıları yazdı. 1991’de Milliyet’e 400 sayfalık bir İslam Ansiklopedisi, Sabah ve Günaydın gazetelerine de bir düzine kitap ilaveleri hazırladı. Şimdilerde çeşitli ulusal gazetelere ara ara yazılar yazmakta ve kitap çalışmalarına devam etmektedir.