Geçtiğimiz hafta Tip 2 diyabeti önlemenin, hastalığı geri çevirmenin tek yolunun doğru bir beslenme modeli olduğunu açıklamıştık. Bugünkü yazıda ise Tip 2 Diyabeti iyileştiren beslenme modelini tüm ayrıntılarıyla inceleyeceğiz.
3 haftadır diyabetin neden arttığını ve diyabetlilere verilen diyetlerdeki yanlışları yazıyoruz. Bu haftaki son bölümde, size Tip 2 diyabetin iyileşmesi için nasıl beslenmeniz gerektiğini anlatacağız. Unutmayın, Tip 2 diyabet, beslenmenin düzenlenmesiyle tam şifayla iyileşir. Şimdi size verilen bol karbonhidratlı, tam tahıllı diyabet diyetlerini unutmanın ve tıbbi beslenmeyi öğrenmenin zamanı!
1. Ekmeği ve tüm buğday ürünlerini kesin.
Diyabet hastalarının neden bir türlü iyileşemediğini artık biliyorsunuz. Bol bol tam tahıllı ekmek tüketin, önerisi kimden çıkmıştı? 1980’li yıllarda Amerikan Diyabet Derneği’nden (yani ADA’dan). Peki, bu beslenme önerisine uyan Amerikalılara ne oldu? O günden bugüne obezite 3, diyabet 4 kat arttı.
2. Endüstriyel olarak üretilmiş tüm yiyeceklerden uzak durun.
İçleri katkı maddeleriyle, kimyasallarla dolu tüm yiyecekler vücuttaki enflamasyonu artırır. Bu toksik bombardıman, insülin direncini tetikler, Tip 2 diyabete zemin
İşe yaramayan ilaçlar, hastalığı derinleştiren diyetler… Hastanın iyiliğini ilaç sektörünün açgözlülüğüne kurban eden bu anlayışı değiştirmenin zamanı geldi de geçiyor! Tip 2 diyabeti önlemenin, hastalığı geri çevirmenin tek yolu doğru bir beslenme.
Bu hafta da konumuz günümüzün en büyük sağlık tehdidi Tip 2 diyabet. Tekrar ediyorum: Bu son derece ciddi bir hastalıktır ve sanki bir salgın hastalık gibi artmaktadır. Bunu ben değil istatistikler söylüyor! Geçen haftaki yazımızda modern tıp ekolünün tip 2 diyabet tedavisinin açmazlarını ele aldık. Nedir bu açmazlar? İşe yaramayan ilaçlar ve daha da hasta eden beslenme önerileri… İlaçlarını alıp, doktorlarının, diyetisyenlerinin verdiği diyete harfiyen uyan ama hastalıkları daha da ilerleyen milyonlarca hasta… İnatla aynı tedaviyi uygulamaya devam eden tıp camiası… Sorunun büyüklüğünü, ilaçlı tedaviler ve bolca tam tahıl içeren diyetlerin işe yaramadığını artık biliyorsunuz. Şimdi çözümü konuşalım mı? Dogmalara boyun eğmek yerine doğruları arayan herkesi sohbete davet ediyorum.
Ekmek paradoksu
Diyabet hastalarına tam tahıllı veya kepekli ekmek yemeleri gerektiği söylenir. Hem de günde 6-11 porsiyon! Peki, tam tahıllı ekmeğin kan
Dozu artan ilaçlar, işe yaramayan beslenme önerileri ve giderek ağırlaşan semptomlar... Peki, “iyileşmez” diye belletilen Tip 2 diyabetin tam şifa ile iyileşebileceğini biliyor musunuz? Hem de sadece beslenme modelinizi değiştirerek.
Birkaç ay önce tıp dünyasının en prestijli yayınlarından biri olan Lancet’ta yayımlanan bir çalışma 1 ülkemizde de haber oldu. Bu çalışmanın bulguları Tip 2 diyabetin ilaç kullanmadan, sadece diyet ve egzersizle iyileştiğini gösteriyordu. Biz zaten bunu yıllardır söylüyorduk, ama yabancı bilim adamları söyleyince gazeteler haber yapıverdi! Evet, Tip 2 diyabet doğru beslenme modeliyle iyileşir. Senelerdir aynı şeyi söylüyorum! Hatta bunun kitabını da yazdım: “Diyabet ve Zayıflama Kürleri”, Hayy Kitap, Mayıs 2017.
Yukarıda bahsi geçen çalışma böyle bulgulara sahip ilk araştırma değil. Son 50-60 senedir uygulanan Tip 2 diyabet tedavisinin, diyabet hastalarına verilen beslenme önerilerinin hiçbir işe yaramadığını fark eden ilk hekim de ben değilim! Mızrak çuvala sığmıyor, uygulanan diyabet tedavileri ve diyetlerinin hiçbir işe yaramadığı, hastaları daha çok hasta ettiği ortada. Milyonlarca Tip 2 diyabet hastası doktorlarının, diyetisyenlerinin önerdiği her
Sabahları güne başlamakta zorlanıyorsunuz. Enerjiniz yok. Kolunuzu bile kaldıramıyorsunuz. Ne kadar dinlenirseniz dinlenin hep yorgunsunuz. Doktor doktor dolaştınız, bir sürü test yapıldı ama kan değerleriniz normal, görünen hiçbir sorun yok.
Tıp terminolojisine 1980’li yıllarda giren Kronik Yorgunluk Sendromu sık rastlanan, nedenleri tam bilinmeyen ve genelde gözden kaçan bir sağlık sorunudur. Bu sendromu incelerken, halsizlikten muzdarip herkesin faydalanabileceği önerilere de yer veriyoruz. Kronik Yorgunluk Sendromu teşhisi zor bir hastalıktır. Hastalar doktor doktor dolaşırlar. Maalesef hastalığa kesin bir tanı koyabilecek bir test de yok. Teşhis ancak ve ancak diğer olası hastalıkları eleyip, işaretleri okumayı, yapbozun parçalarını bir araya getirmeyi bilen deneyimli bir uzman tarafından konabiliyor. Kronik Yorgunluk Sendromu, arkasında yatan faktörleri tam olarak anlayamadığımız bir sorun. Ancak hastalığın hücrelerin enerji üretiminden sorumlu olan mitokondrilerden kaynaklandığını işaret eden önemli bulgular var.
Elenmesi gereken olasılıklar
Önce sorunun ardında başka bir hastalık olup olmadığı anlaşılmalıdır. Aşağıdaki tüm sorunlar ciddi bir halsizlikle kendini gösterir.
-Sor
Eğer stresli bir hayatınız olduğunu düşünüyorsanız, sağlığınızın ciddi bir tehdit altında olduğunu unutmayın. Stresin vücudu nasıl etkilediğini ve onu kontrol altına almanın yollarını keşfetmeye ne dersiniz?
Stresli olduğunuzda vücudunuz kortizol adında bir hormon salgılar. Evrimsel olarak baktığımızda kortizol hormonu aslında hayatımızı kurtarmak için tasarlanmış bir mekanizmanın tetikleyicisidir. Bir tehlikeyle karşılaştığınızda vücudunuz bağışıklık sisteminden üreme hormonlarına kadar tüm sistemleri kapatır ve kortizol salgılar. Çünkü öncelikli olan yaşamınızı tehdit eden tehlikeden kaçmanızdır. Kortizol hemen kan şekerini yükselterek tüm sisteme kaçması için gereken enerjiyi sağlar. Tehlike geçtiğinde ise, kortizol seviyesi düşer ve sistem normale döner. Peki, hayatta kalmanız için tasarlanmış bir mekanizma nasıl oluyor da sağlığı ciddi anlamda tehdit eden bir tehlikeye dönüşüyor? Sorun stresin kronikleşmesi. Yani, vücudumuz kısa süreli streslere göre tasarlanmış bir sistem. Ama rekabetçi bir iş yaşamı, işe gitmek için trafikte saatler geçirmek, geçim gailesi, çevremizde olup biten olumsuzluklar derken hepimiz kronik stres mağdurları haline geliyoruz. Vücut hep alarm durumunda
Bunama ve Alzheimer hastalığının bu kadar artması tesadüf değil. Yanlış beslenmenin bedelini beyin sağlığımızla ödüyoruz. İleri yaşlarda bile keskin bir zekâya, güçlü bir hafızaya sahip olmanın yolu beslenme modelinizi değiştirmekten geçiyor
Çağımızın en önemli tehditlerinden biri bunama ve Alzheimer hastalığı. Bugün tüm yetişkinlerin korkulu rüyası olan Alzheimer’da genetik eğilimin başlıca risk faktörü olduğu düşünülürdü. Erken yaşlarda ortaya çıkan Alzheimer vakalarında suçu genetiğe atabiliriz, ama sorunun bir vebaya dönüşmesi bize başka bir şey anlatıyor: Diyetimiz beynimizi de hasta ediyor! Alzheimer hastalığındaki artış, sadece genetik yatkınlıkla açıklanamaz. Alzheimer’ın bu kadar artmasının altında yatan asıl sebep, beslenme bozukluklarıdır!
Şeker tufanı
İlginç bir araştırmadan bahsetmenin tam zamanı.1 Bilim insanları deney farelerini iki gruba ayırmışlar. Birinci gruba altı hafta boyunca bol miktarda şeker yüklemesi yapılmış. İkinci gruba ise beyin dostu Omega-3 yağ asitleri verilmiş. Araştırma öncesinde iki grup da labirente konduklarında yollarını bulup dışarı çıkmayı biliyorlarmış. Omega-3 alan grup bu konuda giderek ustalaşırken, şeker yüklemesi yapılan fareler çıkışı
Nedense sadece grip olduğumuzda aklımıza gelse de, tüm hastalıkların kökeninde bağışıklık sisteminin etkin bir şekilde çalışmaması yatar. Maalesef modern tıp ekolü bağışıklık sistemiyle pek ilgilenmez. Hâlbuki hastalıkları önlemek tedavi etmekten kolaydır. Hastalık oluşmadıysa reçete edilecek bir ilaç da yoktur, dolayısıyla da tıbbın ilgi alanına girmez.
Mesela kanseri ele alalım. Kanserin ortaya çıkmasıyla kanser tohumunun atılması arasında yaklaşık 10 ile 40 sene arasında bir zaman dilimi vardır. Yani, hücresel bir anomalinin tetkiklerle belirlenebilecek kanserli bir tümöre dönüşmesi onlarca yıl sürer. Kanser teşhis edilebilecek duruma geldiğinde iş işten geçmiştir. Hâlbuki vücut güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olsaydı, ileride kansere dönüşecek o hasarlı hücreyi tespit edip, sonra da yok ederdi. Tedavisi son derece zor olan kanser hastalığını henüz bir hücre boyutundayken tespit edip yok edebilecek tek sistem, kişinin kendi bağışıklık sistemidir.
Bakterilerin ne kadar sağlıklıysa sen de o kadar sağlıklısın
Vücudumuzda taşıdığımız en büyük organ, bağırsaklarımız. Her birimiz, 350 m2 büyüklüğünde bağırsaklara sahibiz. Bu bağırsakların çevresinde enterik sinir sistemi dediğimiz
Karşınızda sağlığın, zekânın yapıtaşlarından biri var. Diyetinize zengin Omega-3 kaynaklarını eklemek, bununla da yetinmeyip takviyelerden faydalanmak için pek çok neden var
Bir önceki yazımda sağlığın yapıtaşı olan Omega-3 yağ asitlerini prostat kanseriyle ilişkilendiren araştırmadan bahsetmiştim. Makaleyi kaçıranlar için birkaç cümlede özetlemek istiyorum. Bu gerek yöntemleri, gerek bilimsellikten uzak çıkarımları ile hiçbir şekilde ciddiye alınmaması gereken bir çalışmadır. Omega-3 takviyelerinizi gönül rahatlığıyla almaya devam edebilirsiniz, Omega-3, kanserden koruyor, kanser hastalarında ortalama yaşam süresini uzatmaya yardımcı oluyor. Omega-3 takviyesi kullanmayanlara da önerim, bu değerli yağ asitlerinden azami bir şekilde faydalanmaları. Maalesef ara sıra balık tüketmek, sağlık faydalarından yararlanmak adına yeterli miktarda Omega-3 almanızı sağlamıyor.
Ne işe yararlar?
Omega-3 yağ asitleri (EPA ve DHA) vücut tarafından üretilmeyen, besinlerle dışarıdan alınması gereken uzun zincirli yağ asitleridir.
-Sağlıklı hücreler: Karşınızda hücre zarının başlıca yapıtaşlarından biri var. Eğer hücre zarınız sağlıklı değilse hem hücrenin bütünlüğünü korumakta yetersiz kalır hem de