Genç-yaşlı bir çok insanda diz ağrıları görülür. Fakat sebepleri farklı farklıdır. En sık görülen cinsi daha çok dizdeki travmalar ve zorlanmalar sonucudur. Özellikle birçok kadında dizlerdeki zorlamaya bağlı olarak uzun vadede menisküs yırtıkları ve diz bağlarındaki lezyonlar görülebilir.
SADECE FUTBOLCU HASTALIĞI DEĞİL!
Menisküs denince hemen aklımıza sporcular ve özellikle futbolcular gelir. Ev kadınlarına ve çalışan kadınlarımıza gelince onlar bu sorunlarını çoğu kez kendileri de bilmez.
Anadolu’da tarımda çalışan kadınlarda ise bozulmalar çok daha fazladır ve kalıcıdır. Yürüyemez hale gelince sorunlarını fark ederler. Hekime müracat ettikleri zaman iş işten çoktan geçmiştir.
Kadınlarda kas yapısı ve bağlar daha güçsüz olduğu için travmaların etkileri de fazla olur. İnsanımız küçük acılara dayanıklı olduğu için dizlerdeki yıpranma sürecini çoğu kez fark edemezler. Karadeniz bölgesinde özellikle çay ve fındık taşımaktan omur yapısı bozulmuş hatta omurlarında kırıklar ve kaymalar oluşmuş çok hastalarla karşılaşırız. Bunları ancak bir şikayetle doktora müracat ettikleri zaman tespit edebiliriz.
Dizlerdeki sorunlar genellikle romatizmal hastalıkların veya travmaların
Özellikle büyük şehirlerde birçok kadında ara sıra da erkeklerin yüzlerinde değişiklikler görürsünüz. Bir de birbirine benzeyen yüzlerin arttığına tanık olursunuz. Şaşırmayın! Bunlar son zamanlarda daha çok moda olan botokslanmış yüzlerdir. Birçoğu yapılan işlemin ne olduğunu bilmeden daha güzelleşmek ve genç görünmek için seçmiştir.
Öncelikle ‘botoks’un hammaddesinin ne olduğundan başlayalım.
Hammadde kaynatılmamış ve iyi şartlarda hazırlanmamış konservelerde görülen ‘clostridium botulinum’ isimli bakterinin ürettiği bir zehirdir.
Zehirin etkileri nelerdir?
Zehir, uygulandığı kaslarda sinirle kasın ilişkisini keserek o kasın felç olmasını sağlar. Clostridium botulinum oksijenle ölen bir bakteridir. Konservelerde kolayca çoğalma şartlarını bulabilir. Bu konservelerden yiyen insanlarda eğer çok kısa zamanda tedbir alınmazsa ölümle sonuçlanabilecek tehlikelerin de varolduğu unutulmamalıdır. Botulinum toksini bağırsaklarımız yoluyla kana geçerek bütün vücut sıvılarına yayılır, beyin ve omurilikten gelen sinir hücreleri ile onların uyarı gönderdiği kas- sinir kavşağına etki eder.
Kaslarımızın çalışması için beyinden gelen elektriği uyaranların, sinir hücrelerinden kas
Her şey 20 gün önce başladı. Memleketim Bayburt’tan aldığım bir davet beni çok mutlu etti. Çağrı, Bayburt Bilim ve Eğitim Kültür Derneği’nden (BEKDER) geliyordu. 2007’den bu yana; Bayburt için bir ilk sayılabilecek pek çok organizasyona imza atmışlardı. Bu sene de ilkini gerçekleştirdikleri, Bayburt’un eğitim, çalışma, kültür, sanat ve zanaat hayatına katkı sağlayan kişilere verilmesi planlanan BEKDER Onur Ödülleri.
Mektupta şöyle deniyordu:
“Bu sene birincisini gerçekleştirdiğimiz bu organizasyonda merhum anneniz Hatice Alptekin’e de ödül vermeyi uygun gördük. ‘Ters Akıyordu Volga’ adlı biyografik romanı ve ‘Paşa Konağı’ adlı romanı yanında, ‘Eski Defter’, ‘Ömür Bir Değirmen’, ‘Harman Sonu’ ve ‘Gün Güzeldi’ gibi şiir kitaplarıyla Bayburt kadınlarının öncü ve örnek bir temsilcisi olarak son nefesine kadar üretme çabası içerisinde olan Sayın Alptekin’e henüz hayatta iken bu ödülü verebilmeyi çok isterdik. Bu ödülü kentimizin gecikmiş bir tezahürü olarak algılamanızı umuyoruz. Mete Emir (BEKDER YK Başkanı)”
Kardeşimle yola çıktık
Böyle nazik bir davete gitmemek mümkün mü? Hemen kardeşim Erhan Alptekin’i aradım ve Bayburt’a iki günlük bir ziyaret planladık. Trabzon’a uçakla
İster sağlıklı olsun, ister hasta tüm insanların kendilerini çok iyi hissettikleri günleri, anları ve zamanları vardır. Böyle anları yakaladığınızda lütfen not alın. Ayrıntıları bir yere yazın. Fırsat buldukça o anı ve şartları yaşamaya çalışın. Bu da sizin sağlık günlüğünüz olsun. Usanmadan bunları tespit ederseniz, bu çalışmada sizi sağlığa götüren yolun temel taşlarını döşemiş olursunuz. Sağlığınızla ilgili çok önemli ipuçlarının elinizin altında olduğunu görürsünüz.
Bu konuda bir yazı kaleme alacağımı arkadaşım kalp cerrahı Op. Dr. İsmail Yükseltan’a açtığım zaman bana şunu söyledi: “Benim kendimi iyi hissetmediğim zamanlar genelde çok yemek yediğim zamanlar oldu.” Onun için öyleydi. Siz kendiniz için sorun. İç dünyanıza bir yolculuk yapın. Alacağınız yanıtlar farklı olabilir. Vücudunuzun herhangi bir yerinde bir hastalık olabilir. Ve o kendini size her zaman hissettirebilir. Hissettirmiyor ise de aklınızdan çıkmayabilir. Bu sorunu yaşadığınız zaman bile bir anda hastalığınız aklınızdan çıkabilir. Vücut bulguları en aza indirebilir. Bu neden olmuştur? Acaba güzel bir ortam mı bunu sağlamıştır? Veya size sağlığınızla veya yaşamınızla ilgili güzel bir söz mü söylenmiştir?
Baş dönmesi, hayatın herhangi bir döneminde birtakım nedenler sonucu oluşan bir durumdur. Burada yaş faktörü önemlidir. Kişinin geçirdiği veya geçirmekte olduğu hastalıklar ve travmalar söz konusudur.
Çocuklarda oluşan baş dönmelerinde ilk bakılacak olan beyin ve beyincikle ilgili bir sorun olup olmadığıdır. Ayrıca çocukta görmeyle ilgili problemlerin de varolup olmadığı dikkatle takip edilmelidir. Anne, baba ve yakınlarında bu tür şikayeti olanlar varsa çocukların da onları yansılayabileceği unutulmamalıdır.
Geçirilen kafa travmaları ve bunların sonucunda oluşabilecek beyinle ilgili sorunlarda da baş dönmeleri olabilir.
Belli bir yaşın üstünde oluşan baş dönmelerinde (30 - 40 yaş üzeri) altta yatan ciddi bir hastalık tablosu yok ise üç konu ciddi incelenmelidir:
1. Hastanın kulaklarıyla ilgili herhangi bir sorun var mı?
2. Beyin ve beyni besleyen damarlarla ilgili bir sorun var mı?
3. Hastada görme bozukluğu var mı? (özellikle astigmat)
Anadolu’da güzel bir deyim vardır: “İnsan yüzü vücudun aynasıdır.” Dolaşan bu aynalara bakıyorum. Onlarda giderek sevgi ve şefkati de yok olan insan yüzleri görüyorum. Bana mı öyle geliyor?
Böyle bir topluma “ruh sağlığı iyidir” diyebilir miyiz? Ruh sağlığı iyi olmayan bir toplumun genel sağlığının iyi olduğundan söz edebilir miyiz? Ne oldu bu insanlara?
Olaya ekonomik olarak bakmak istiyorum. Cevabını bulamıyorum. Çünkü bu insanlar ekonomik olarak daha yoksul olduğumuz günlerde dahi böyle değillerdi. Selamlar daha sıcaktı. Kimse bir diğerinden tedirgin olmuyordu. Acımasız hiç değillerdi. Bir kahvenin 40 yıl hatırı vardı. Herhalde Nescafe’nin hiç hatırı yok!
LİDERLERİN DE SUÇU VAR
İnsanlar kendi yaşantıları içinde mutluydu. Toplumsal olarak depresyona girmemişlerdi. Burada toplum önderlerinin büyük suçu var diye düşünüyorum. Çünkü kavga artık onlar için değişmeyen bir davranış biçimi oldu.
Küçük aileleri düşünün. Genellikle onlar içindeki kavga ve dargınlıklar geçim derdinden olurdu. Günümüzde onun yerini aile içi şiddet, aile içi öldürmeler ve intiharlar aldı. Günümüzün modası domuz gribinden daha hızlı yayılıyor. Bu davranış biçimleri domuz gribinden daha da tehlikeli.
Ail
Toplumda yeni bir tartışma, yeni bir kavga... Maalesef uzlaşma ve ciddiyetle hiçbir şeyi çözemiyoruz. Bilen bilmeyen her kafadan bir ses çıkıyor. Aşıyı yaptırsak mı, yaptırmasak mı?
Bahsettiğim domuz gribi aşısı. İsim hoşumuza gitmedi. Değil mi? O zaman H1N1 grip virüsü aşısı. Daha adına bile tam karar vermedik. Daha önceleri bir de kuş gribimiz vardı. Milyonlarca tavuk katlettik. Fakirin yemeği yumurtayı ortadan kaldırdık. Bakalım bu savaşta kimleri ve neleri katledeceğiz?
Aşı gelmeden fiyatını öğrendik
Asiller için yapılacak olan aşı, bir de zavallı halk için yapılacak olan aşı tartışması başladı. Yine başından öğreniyoruz; Almanya’da başbakan ve ülkenin ileri gelenleri için yapılacak aşı başka, vatandaşlar için yapılacak aşı başka. Ve Almanya’da kıyamet kopuyor.
Biz dönüp düşünüyoruz; acaba bizim ülkemiz için de bu asil olan veya asil olmayan aşı uygulaması geçerli mi?
Kafalar karışık. Ekonomik yönden devamlı manipule edilen, yönlendirilen sağlık sektöründeki yeni bir oyun mu?
Bu hemen hemen dünyadaki bütün ülkeler için geçerli. Bize yakışan bunu daha fazla gruplara ayırmak. Zenginler, fakirler, işçiler, memurlar, özel okullar, devlet okulları, ileri gelenler ve ileri
Son zamanlarda basında sık sık rastlıyoruz, ilaç araştırma ve geliştirmelerinde Türkiye çok önemli adımlar atıyor. Bu konuda dünya liderliğine oynayabilirmişiz. Halbuki biz halk olarak daha çok kolbastıyı tercih ederiz. Ve kolbastıda dünya liderliğini yakalamak durumundayız. Çünkü kolbastıyı da biz keşfettik.
İlaç araştırma ve geliştirmesi derken zannedilmesin ki bizim insanlarımız bu konuda keşif yapıyor, bilimsel araştırmalar yapıyor. Bunu anlamak için de üniversitelerimizin bugünkü haline bakmak kafi...
Ekonomik sıkıntılar içinde duvarlarını dahi boyamaktan aciz, bozuk asansörleri, çok iyi yetişmemiş personeli ile günlük ihtiyaçlarını dahi karşılamakta güçlük çeken üniversitelerden. Bu şartlarda keşif yapmakta gerçekten mümkün değil.
Kaç uluslararası boyutta çalışmada üniversitelerimizin ismi var?
İnsanlar sıraya giriyor