Son zamanlarda basında sık sık rastlıyoruz, ilaç araştırma ve geliştirmelerinde Türkiye çok önemli adımlar atıyor. Bu konuda dünya liderliğine oynayabilirmişiz. Halbuki biz halk olarak daha çok kolbastıyı tercih ederiz. Ve kolbastıda dünya liderliğini yakalamak durumundayız. Çünkü kolbastıyı da biz keşfettik.
İlaç araştırma ve geliştirmesi derken zannedilmesin ki bizim insanlarımız bu konuda keşif yapıyor, bilimsel araştırmalar yapıyor. Bunu anlamak için de üniversitelerimizin bugünkü haline bakmak kafi...
Ekonomik sıkıntılar içinde duvarlarını dahi boyamaktan aciz, bozuk asansörleri, çok iyi yetişmemiş personeli ile günlük ihtiyaçlarını dahi karşılamakta güçlük çeken üniversitelerden. Bu şartlarda keşif yapmakta gerçekten mümkün değil.
Kaç uluslararası boyutta çalışmada üniversitelerimizin ismi var?
İnsanlar sıraya giriyor
Kendimizi ve birbirimizi aldatmaktan vazgeçelim. Nasıl ki insanlarımız gıda kuyruklarında birbirini eziyor. Şimdi de Türkiye’de bir üniversitede yapılan ilaç araştırması var. Başlangıçta 24 kişi müracat etmiş şimdi bu sayı 12 bini bulmuş. Bu genç insanların sağlıklı olmaları gerekiyor. 10 günlük ilaç kullanımı sonucunda 200 lira alıyorlar. Şimdi bu ilaçlarla ilgili deney çalışmaları için insanlar sıraya giriyor.
Bu ilaç deneylerine girenlerin çoğunluğu üniversite öğrencileri ve işsizler...
Sakız çiğnemeyecekler ve greyfurt suyu içmeyecekler. Çünkü deneyi bozabilirler.
Ciddi denetim şart
Bu çalışmalar için nedense hep fakir ülkeler seçilir. Siz hiç zengin ve entelektüel kesime “Gel, sende şu ilacı deneyelim” diyebilir misiniz? Ya da diğer insanlara hayrı dokunacak diye Amerikan Kongresi’ndeki senatörlerde veya bizim ülkemizdeki milletvekillerinde ya da Avrupa Parlamentosu’nda böyle bir araştırma yapabilir misiniz?
Yapamazsınız! Yaptırmazlar!
Fakat 200 liraya bu gencecik bedenleri esir alabilirsiniz. Onlar üzerinde yarın ne getireceğini bilmediğiniz çalışmalar yapabilirsiniz.
Dolayısıyla bu tür çalışmaların Sağlık Bakanlığı tarafından çok ciddi denetlenmesi gerekir. Kişi başına sağlık harcamasının 2000 yılından 2009 yılına iki misline çıktığını düşünürsek ilaç sarfiyatı da aynı şekilde artmıştır. Hekimin aldığı 3000 - 4000 TL maaşta gözümüz olacağına, ilaç firmalarının bu ülkeye neler verdiği veya aldığı konusunda dikkatlerimizi yoğunlaştırırsak daha doğru yapmış oluruz.
Sorumsuzca bir ilaç kullanışımız var. Sadece ilaca ödenen miktar 2009’un resmi rakamları ile 13 milyar lira civarındadır. Burada zorunlu kullanılması gereken ilaçları söz konusu etmiyorum. Fakat bir hekim olarak çok iyi biliyorum ki hiçbir yararı ve insan vücuduna hiçbir pozitif etkisi olmayan ilaçlara milyonlarca liralar veriliyor. Ve bunların kullanılmasının çok önemli ve vazgeçilmez olduğu anlatılıyor. Bu da konuyu çok iyi bilmeyen bürokratlar tarafından onay görüyor. Ve devletin ödemeye mecbur olduğu ilaçlar sınıfına giriyor. Maalesef heyet raporlarıyla bunlar onaylanıyor. Çünkü bu konuda ciddi bilimsel çalışmalar yok veya bu çalışmalar güvenli değil. İlaç firmalarının tavsiyeleriyle bu işlem yürüyüp gidiyor. Bakalım nereye kadar gidecek?
İlaçla beslenme yolları
İlaç sanayinin yüzde 80’inin yabancıların eline geçtiğini düşünürseniz, bu paraların nereye gittiğini de tahmin edebilirsiniz...
Asgari beslenme şartları sağlanamayan ülkemizde ilaçla beslenmenin yollarını arıyoruz. Ve bu yolları ardına kadar açıyoruz. Şimdi bir de eşdeğer ilaç uygulaması ortaya çıktı. Burada da hatalar içindeyiz. Çok ciddi hastalıklarda kullanılması gerekenlerle, çok da gerekli olmayan ilaçları burada ayırmak durumundayız.
Eşdeğer ilaçlar
Örneğin kalp hastalıklarında, hipertansiyonda, diyabette, böbrek hastalıklarında, karaciğerle ilgili hastalıklarda yani ilaçların çok ciddi milimetrik dozajlarda verilmesi gereken hastalıklardaki eşdeğer ilaç uygulaması ile osteoporoz (kemik erimesi), menopoz, kolesterol ayarı yapan, reflü gibi yeni icat edilen hastalıklardaki eşdeğer ilaç uygulaması arasındaki farkları çok ciddi ve bilimsel olarak değerlendirdikten sonra bu eşdeğer ilaç uygulamasının daha doğru yapılacağı düşüncesindeyim.
Hipertansiyon, diyabet, kalp hastalıkları ile osteoporoz (kemik erimesi) ciddiyet bakımından aynı şeyler değil. Bunun da halkımıza anlatılması gerekmektedir.
İlaç pazarı bunları düşünmek mecburiyetinde mi?
Değil.
Çünkü senin sağlığının onların çok da umurunda olduğunu düşünmüyorum. Bir malın pazarlanmasında “Benim ilacım kullanılmasa da olur, daha önemli olan diğer ilacın alımına teşvik edelim” şeklinde bir pazarlama sistemi duydunuz mu?
Dolayısıyla bu eşdeğer ilaç uygulamasında da sapla samanı karıştırmayalım. Önemi ve önceliği olan ilaçları bağımsız ve tarafsız bilimsel kurullar belirlesin. Buradaki eşdeğer ilaç uygulamasını daha ciddi yapalım. Bir de halk arasında kullanılan “keyfekeder” sözcüğü vardır ya, keyfekeder hastalıklardaki düzenlemeleri de farklı yapalım. Gerçekten insan sağlığını düşünüyorsak ciddi hastalıklarla karıştırmayalım.
Bilinçli bir duruş gerekli
Halkımızı da sağlıktaki ticaretin soytarısı haline getirmeyelim ki; gencecik çocuklar ilaç deneyleri için 200 liraya 10 günlük kiralanmasınlar. Üniversite kampuslerinde 1,5 liralık yemeğe para bulamadıkları için üniversite öğrencileri açlıktan bayılmasınlar.
Bunların yaşanmaması için de milli ve bilinçli bir duruş gerekmektedir. Bunun da demokratik açılım, Ermeni açılımı ya da Azerbaycan kapalımından daha az önemli olduğunu düşünmüyorum...