Hayat, üç perdelik bir tiyatrodur. Son ve üçüncü perdesi 50'li yaşlardan sonra başlar. Çocukluk ve gençlikteki vurdumduymazlığın yerini, orta yaşlarda kendini gösteren hastalıkların korkusu alır
Daha ölümü ve acıyı tanımadığımız çocukluk günlerine dönelim. Rahmetli babaannem, “Oğlum, biz dağın ardındaki güneşiz. Şimdi varız, biraz sonra yokuz” dediği zaman ne kadar da üzülürdük. "Şimdi bunu söylemenin zamanı mı?" diye içimizden onu kınardık. Söylediklerinin ne kadar önemli olduğunu onu kaybedince anladık. Ailemize ölüm acısı, ilk onunla düşmüştü. Yüreğimizin yandığını hissetmiştik.
Gençlik yıllarında hayatın gerçekleriyle tanışma ve onlarla yüz yüze gelme günleri başlamıştı. Acı ve ölüm yokmuş gibi hayat kavgası içinde kaynayıp giden günler... Duygularımızın, deneyimlerimizin, öfkelerimizin, sevinçlerimizin, sevgilerimizin, büyük bir hızla yaşandığı gençlik yılları... Bu hız içinde, fırtınalarda sığınacağın limanları keşfetmek, bazen de onlara sığınmak.
Telaşın başlama zamanı
Orta yaşlarda hayatın değişmez kuralları gelir: Sorumluluklarının ağırlığını taşıyan ve hastalıklarla tanışan bir beden, hareket özelliğini yavaş yavaş kaybetmiş, organların tek tek
Çoğu kez hayatımıza yön veren kaygılarımızdır. “Yarın ne olacak?” dedirten korkular, yakınlarımızla bile paylaşama-dığımız tedirginlikler...Bu duygular, dudağınızdan tebessümü alır
Bu yazıyı yağmurlu bir İstanbul sabahında yazıyorum. Kulağıma çıkacak haberler geliyor: “İstanbul sele teslim oldu.”
Bu bize yağmurun bir felaket olduğunu anımsatıyor, hüzünlendiriyor. Halbuki dönün bir de toprağa, bitkilere bakın. Acaba onlar için de bir felaket mi yağmur? Yoksa onların tüm sermayesi ya da hayat kaynağı mı? Siz de iyi olmadığını düşündüğünüz olaylara farklı gözle bakmaya çalışın. İçinde güzellikler taşıdığını, sizi yanlışlardan ve kötülüklerden koruduğunu, mutluluklar getirebileceğini unutmayın. Umudu ve sevgileri kaybetmeyin, bunlar her zaman yanınızda taşıdığınız hazineler olsun.
Bir hekim olarak tüm tedbirleri alamasam da hayata ve geleceğe hep iyi bakmaya çalıştım. Çünkü hastalıklar yaşamdaki sıkıntılarla ve sorunlarla beraber yolculuk ederler. Bunu unutmamak gerekir. Çok küçük hastalıkları bilinçsizliğinizden dolayı büyük dertler haline getirmeyin. O küçük hastalıkların sizleri hangi büyük sorunlardan koruduğunu düşünün. Yani yaşama iyi bakmaya çünkü insan ömrü çok uzun
40 yıllık gazeteci Uğur Dündar, iki kere Sedat Simavi Ödülü, birçoğu Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden olmak üzere 100’ü aşkın başarı ödülü aldı. Geçenlerde Kızılay Genel Başkanı Tekin Küçükali, Uğur Dündar için çok güzel ve ona hakkını veren bir ifade kullandı. “Kızılay: Uğur Dündar’dan önce ve Uğur Dündar’dan sonra”
40 yıllık bir arkadaşın onur duyulacak yaşamından bazı kesitleri aktarmak istiyorum. O, ülkesi için doğrunun peşinden usanmadan, yorulmadan, gocunmadan ve korkmadan koşan, istendiğinde bir insanın neler yapabileceğini, tüm dünyaya gösterebilen biri.
Kızılay depolarından yayın
Ülkemiz İzmit- Gölcük büyük depreminden yeni çıkmıştı. Uğur Dündar ve ekibi Kızılay’ın ana depolarında bir program yaptı. Programın amacı, ‘Kızılay’da insanların yaralarını sarabilecek yeterli malzeme var mı?’ sorusuna cevap aramaktı. O programda izlediklerimizi hiç unutmuyorum. Kızılay depolarındaki 1935‘li yıllardan kalma lime lime olmuş gazlı bezler, çürük battaniyeler, kullanılamaz haldeki enjektörler... Delik deşik olan malzemeler özellikle de çadırlar dikkat çekiciydi. Ayrıca görevlilerin umursamazlığını da inanılmazdı. Bizler de bir uykudan uyanır gibi olduk. Acı
Birçoğumuz hayatının herhangi bir döneminde omuz ağrısı yaşar. Omuz ağrılarında ilk dikkat edilecek şey, ağrı sol omuzda oluşmuşsa ve kola doğru vuruyorsa kalbinizle ilgili bir sorun var mı diye araştırmaktır. Özellikle belli bir yaşın üstündeyseniz buna dikkat etmelisiniz. Kalple ilgili bir sorun varsa bu tedavi öncelik kazanır. Şu soruların cevapları tedavi aşamasında önem kazanır: Omuzdaki sorunlar o bölgedeki kemik yapısıyla mı yoksa kaslarla mı ilgili? Ya da ikisini de kaplayan kapsüllerle mi?
Kalple ilgili bir sorununuz yoksa telaş etmemize gerek yok. Fakat yine de ani başlayan bir ağrı, kalp krizi habercisi olabilir. Ağrı, omuzda bir zorlama sonucu başlamışsa ve yavaş yavaş artıyorsa omzun çok iyi incelenmesi gerekir. Ağrı omuz kemiklerinde bir kireçlenme sonucu da başlayabilir. O bölgede bulunan kasların ya da bağların yırtılmasıyla oluşabilir. Ya da oradan kola giden bir sinirin sıkışması sonucunda...
Bu tür şikayetler şeker hastalarında daha sık görülür. Ağrı başlayıp da bu ağrıya bağlı omuz hareketleri giderek kısıtlanıyorsa hemen harekete geçmek gerekir. Öncelikle bir fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanına muayene olmalısınız. Eğer hekime gitmeyip, bazı komşu
Hastalıkta veya sakatlıkta yaşam kalitesini yükseltmek kolay olmaz. Çünkü bu insanlar çevreden alınan yardımla hayatlarını sürdürürler. Durumları incelendiğinde pek çoğunun sakatlığa rağmen bazı yardımcı araçlarla kendi işlerini yapabilir hale geldiği görülmüştür. Fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanları, fizyoterapistler engellilereevinde, çalışma hayatında ve sosyal ortamda günlük yaşantıyı kolaylaştıracak bilgiler vermelidir. Hastaları; engelliler, yatalaklar ve tekerlekli sandalye kullananlar olarak üçe ayırabiliriz. Bunlardan yatalak olanların kendi başlarına yemek yeme, yatağın içinde oturma, yer ve durum değiştirme gibi birkaç işi öğrenmeleri yeterli olur. Buna karşılık tekerlekli sandalye kullananların ve yürüyebilenlerin, sağlam olanların kullandığı araçlardan yararlanabilmeleri için daha fazlasını öğrenmesi gerekir.
Hayatı kolaylaştırın
Karyolaya bağlanmış ip ve kayışlar, hareketli yataklar, uzun ya da kalın saplı diş fırçaları, yerden bir şey almak için uzun kıskaçlar, önden fermuarlı bol ve pratik giysiler, elastik bağlı ve fermuarlı ayakkabılar, yürüme araçları, özel mutfak ve ev temizliği araçları, sadece elle kullanılabilen otomobiller engellilerin günlük
İç hastalıkları uzmanı olan eşime sordum: ”Bir gün benim göğsümde bir ağrı olsa ne yapmamız gerekir?” Burada ilk düşünülmesi gereken bir klap krizidir. Kendi aramızda konuşuyoruz, 50 yıldır Türkiye’de sağlık sisteminin içinde olan kişiler olarak. Önce hastanın bu konuda teşhisini koyabilecek en yakın sağlık kurumuna nakledilmesi söz konusu Akla ilk anda şu geliyor: Hangi firma veya hangi sağlık kurumunun ambulansı daha güvenli ve donanımlı?
Üzülerek söyleyebilirim büyük şehirlerde trafik sorunundan dolayı bu araçlarda bazen amacı dışında kullanılabilmekte. İyi bir ambulansı buldunuz, içindeki donanım tamam mı? Acil müdahale konusunda yetişmiş hekim ve sağlık personeli yer alıyor mu? En azından kalp krizinde hayati önem taşıyan ‘defibrilatör’ dediğimiz durmak üzere olan bir kalbi tekrar hayata döndürebilecek olan bu önemli cihaz o ambulansta bulunuyor mu? Bunu kullanabilecek yetişmiş personel görevli mi?
Diyelim ki kalp krizi yani enfarktüs teşhisini koyabilecek uygun bir merkeze geldiniz ve kalp krizi teşhisi kondu. İlk müdahalede dakikalar çok önemlidir, hatta saniyeler. Ve size kalp damarlarınızın durumunu görebilmek için hepimizin bildiği koroner anjiyo gerekiyor. Burada
Hastaların birçoğu bize panik içinde geliyor. Özellikle bel fıtığı ve boyun fıtığı hastaları.
Sorumlu ağızlardan duydukları olumsuz cevaplar telaş ve paniklerini artırıyor. Ayrıca çekilen MR veya bilgisayarlı tomografi raporlarını okudukları zaman, ki bu raporlar Latince tıbbi terimlerle dolu, daha da endişeleniyorlar.
İnsanların bu konudaki bilgisizliğini ve çaresizliğini kullanan, bundan istifade eden ve bu işi acımasızca yapan çevrelerin de var olduğunu düşünürsek hastaların bu telaşını anlamak mümkün olur.
Bel fıtığı ve boyun fıtığı hastaları bize müracaat ettikleri zaman önce yaşadıkları bu psikolojik travmadan onları kurtarmak gerekiyor. Onun için sürekli her doktorun biraz da hasta psikolojisini bilmesinin gerektiğini ifade ediyorum. Çünkü size geldiklerinde peşinen inanmama eğilimindeler. Bu inandırıcılığı sağlayıp ondan sonra tedavi safhasına geçebiliyorsunuz.
Halbuki toplum içinde birçok insan bel fıtığı ve boyun fıtığını olduğunu bilmeden ve hissetmeden yaşamını sürdürüyor. Rapordaki Latince tıbbi terimlere takılıyorlar. Komşudan yalan yanlış şeyleri dinliyorlar. Ve kendilerini karanlık bir hayata mahkum ediyorlar. Sonrada doktora gittiklerinde ya inanmıyorlar
Bazen hiç ummadığınız bir yerde sağlık sorunlarınız çözüme kavuşabilir. Bazen de en iyi sağlık merkezi dediğiniz yerlerde olaylar tersine gelişir. Hiçbir şey olmasa bile bir hastane enfeksiyonuna kurban gidebilirsiniz
İleri yaşlarda sağlık şartlarının ve hizmetlerinin iyi olmadığı bölgelerde herhangi bir hastalıkla karşılaşırsanız, tedaviniz ne kadar başarılı olabilir? Başınıza daha kötü şeyler gelebilir mi? Bu endişe ve kaygılar birçok insanda vardır. Bundan dolayı gezilerini ve tatillerini erteleyen insanlar olduğunu biliyorum. Daha gitmeden tatili kendilerine zehir ederler. Olumsuzlukları birbiri ardına düşünürler. Çoğu zaman da seyahatlerini ertelerler.
Hekimlik vicdani bir sorumluluktur
Yıllar önce sorumluluğunu bilen bir cerrah arkadaşımın ziyaretine gittim. İçeride stajyer doktorların sınavı vardı. Ben de odaya girdim ve sınavı izlemeye başladım. Bir stajyer doktor sorulan hiçbir soruya cevap veremiyordu. Cevapsız kalan beşinci sorudan sonra arkadaşım bana döndü ve “İçinden geçen bir soruyu sor” dedi. Ben de çok basit bir soru sordum. Ne yazık ki onun da cevabı yoktu. Sonra stajyere, “Peki, en iyi bildiğin bölümü veya hastalığı anlat o zaman” dedi. Onun da cevabı yoktu.