Boynumuz, çeşitli kazalara ya da çalışma koşullarına bağlı olarak travmalara açık bir konumda. Boyunda ağrıya yol açan neden ve korunma yollarına yakından bakalım istedik
Boyun ağrılarını iki ana başlık altında toplayabiliriz:
1- Omurgasal nedenlİ ağrılar
a- Omurga ve yumuşak dokuların travmaya bağlı zedelenmeleri
Ani ya da kronik boyun ağrılarının pek çok nedeni olabilir. Farklı anatomisi olan boyun omurgasındaki ağrının nedenini bulmak için çok kapsamlı bir muayene yapılması gerekir...
Boyun omurgası yedi omurdan ibaret olup diğer omurlardan farklılıklar gösterir. Birinci ve ikinci omurların şekilleri diğerlerinden farklıdır. Omurgamızda biri boyunda biri belde olmak üzere iki adet içe doğru, ayrıca biri sırtta diğeri sağrı bölgesinde iki tane de dışa doğru tümseklik mevcuttur. Omurların ön yükseklikleri arka yükseklikten az olduğu için omurgada, boyuna has arkaya doğru bir eğim söz konusudur. Boyun bölgesinin etrafında çeşitli bağlarla omurga dengede tutulur.
Darbelere dikkat
Omurganın arkasından boyundan başlamak kaydıyla aşağı doğru uzanan omurilik kanalı vardır. Omuriliğin bu seviyesine isabet edecek kazalarda hayatta kalma ihtimali zayıftır. Yaşam sürse bile omurilikteki kesilmelerde kolların ve bacakların hareket etmemesiyle seyreden ciddi felçler ortaya çıkabilir.
Diğer omurlardan farklı olarak omurganın yan çıkıntıları içinden kafaya doğru damarlar uzanır. Küçük bir alanı kaplamasına rağmen boyun bölgesinde 32 adet kas bulunur. Bu sayede kafamızla boynumuz üzerinde istediğimiz
Cilt hastalıkları çok çeşitli nedenlerle ortaya çıkabiliyor. Çoğu zaman altta yatan hastalığın araştırması uzun sürüyor ve bu süre içerisinde hastalığın şiddeti artıyor. Bu yazımızda romatolojik hastalıklarda sıkça görülen cilt lezyonlarına değineceğiz
Romatoid artrit hastalığında özellikle travma ve basınca maruz kalan bölgelerde cilt altı dokuda nodül denilen yumrular meydana gelir. Bu nodüller hareketli olabilecekleri gibi, dokulara yapışık da olabilirler. Romatoid artritli hastaların beşte birinde bu tip nodüller izlenebilir. Özellikle metatroksat denen öncelikle kanser hastalarında kullanılan ve son yıllarda romatoid artridi olanlarda tercih edilen ilacın etkileri sonucunda nodül sayısında artış olabilir. Bu hastalıkta ‘vaskülit’ denilen damar iltihabının ortaya çıkmasıyla özellikle el parmaklarının uçlarında damar tıkanmasına bağlı lezyonlar izlenebilir.
Sjögren sendromu
Deride kuruluk ve damar tutulumuyla ortaya çıkar. Kuru deri denilen durum hastaların yüzde 50’sini etkiler. Çeşitli vücut salgılarının azalmasıyla göz ve ağızda kuruluk oluşur. Bu kuruluk sonucunda ağız ve dilde kırmızılık, pullanma ve sonrasında küçük yaralar (fissür) gelişir. Tükrük bezi gibi salgı
Son günlerde ülkemizde kadına yönelik şiddetin arttığını kaygıyla izliyoruz. Ancak kadınlar, ilkçağlardan günümüze birçok alanda bilime katkıda bulunarak çığır açıcı yeniliklere imza attı. Bugün bu kadınlardan bahsedeceğim...
Fizik ve tıp bilimini derinden etkileyecek buluşlara imza atacak Marie Sklodowska, nam-ı diğer, Madam Curie 7 Kasım 1867’de Varşova’da doğdu. Fen öğretmeni ablasının yönlendirmesiyle fizikle ilgilenmeye başladı. 15 yaşındayken okulunu en iyi dereceyle bitirdi ve Sorbonne Üniversitesi’ne başvurdu. Yüksek lisansını tamamladığı sene Fransız fizikçi Pierre Curie ile evlendi.
Hayati keşifler
Curie ailesi, Becquerel’in bazı cisimlerin karanlıkta ışık verme özelliğini araştırdığı deneylerini derinleştirdi. Uranyum içeren kristallerde doğan etkinin yoğunluğunu ölçtüler. Bu etkiye Marie Curie ‘radyoaktivite’ adını verdi. Ancak Marie Curie uranyum dışında birçok maddenin de radyoaktif olabileceğini düşündü ve bu maddeleri tek tek test etmeye başladı. Uranyumun içinde çok katranlı bir cevher tespit ettikten sonra bunu toplamaya yoğunlaştı. Haziran 1898’de uranyumdan 400 kat daha radyoaktif bir kimyasal elementi keşfetti ve bunu anayurdundan esinlenerek “Polonyum” olarak
Ülkemizde ve dünyada yoğun bakım hizmetlerinin kalitesi arttıkça; travma, felç ya da ameliyat geçiren hastalar hayata daha sıkı bağlanıyor
Birçok yoğun bakım hastası solunum desteğine ihtiyaç duyar. Bu hastalara bir hafta yatıştan sonra gırtlak bölgesinden ‘trakeostomi’ denen hava yolu açılarak mekanik hava yolu desteği verilmeye başlanır. Bu dönemde yoğun bakım doktorlarının ve hemşirelerinin hastayı yakından takip edip hava yolu desteğinden ayrılacağı zamanın tespit edilmesi önemlidir. Tıpkı bütün organlarda olduğu gibi solunum sisteminde de en iyi yol, vücudun doğal sistemini kullanmasıdır.
Kontrollü öksürükMekanik destekten ayrıldıktan sonra solunum rehabilitasyonu ön plana çıkar. Öksürük refleksi, akciğerdeki havalanmayan bölgelerin havalanmasının sağlanmasında, biriken sekresyonun (balgam ve diğer sıvılar) atılmasında önemli rol oynar. Hastalara kontrollü öksürük denilen manevra öğretilir. Bu manevrada hastalar sabahları kalktıktan sonra yataklarında doğrularak iki kez kuvvetli bir şekilde öksürür. Ancak sadece öksürükle akciğerler tam kapasiteyle çalışamaz. Hastalara ana solunum kası diyaframın ve diğer yardımcı kaslarını nasıl kullanılacağı öğretilmelidir.
Akciğeri
Teknolojinin tıp alanındaki yansımaları, en çok omurilik felçli hastaları heyecanlandırıyor. Nanoteknolojik ve genetik çalışmalar, bu hastalara yürümeyi vaat ediyor
100 yıl öncesine kadar omurilik yaralanması geçiren kişilerin öleceğine kesin gözüyle bakılıyordu. Bu konuda üzücü hikayelerden biri de Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin açılış öncesi denetimlerini yapan bir Alman hekime aittir. Klinik binalarını denetleyen hekim yüksekten düşmüş, omurilik felci olmuş ve kısa süre içinde hayatını kaybetmiştir. Omurilik felçlilerin hayata tutunmaları, yara antiseptiğinin ve kuvvetli antibiyotiklerle modern yara bakımının gelişmesine denk gelen II. Dünya Savaşı döneminde başlamıştır. 1960’lı yıllardan sonraysa omurilik felçlilerin hayatını zindan eden akciğer ve idrar yolu enfeksiyonları kontrol altına alınmaya başlandı. 2000’li yıllarsa bilişim ve robotik teknolojilerin hayatımıza derinlemesine nüfuz etmesi, ayrıca genetik şifrelerin çözülmeye başlaması ve kök hücre tedavilerinin ön plana çıkmasıyla omurilik felçliler için umut ışıkları çoğaldı.
Toplumun görevleri
Günümüzde omurilik felçlilerin en önemli sorunları, topluma entegre olma çalışmaları. Onların bize herhangi bir ‘özür’ borcu
Rehabilitasyon tıbbında son dönemlerde yaşanan gelişmeler, bu alanın sadece kas-iskelet hastalıklarıyla ilgili olmadığını kanıtladı. Mesane ve bağırsak sorunlarının kasları güçlendirmeyle azabileceğini gösteren birçok çalışma var...
İnkontinans’ olarak adlandırılan idrar kaçırma, çok çeşitli şekillerde olabiliyor. Doğum sayısında artış ve menopoz sonrası hormonların değişimiyle pelvik bölge denilen leğen kemiğindeki kaslarda zayıflama olur. Bu zayıflamanın sonucunda hastalar ıkındıklarında veya öksürdüklerinde idrar kaçırdıklarını ifade ederler. Bu tip durumlarda pelvik taban kaslarının elektrik akımlarıyla uyarılarak güçlendirilmesi, bu bölgeye yönelik egzersizler, manyetik alan tedavileri, çeşitli ilaçlar denenebilir. Bu alanın cerrahisinin zorluğu ve sonuçlarının yüz güldürücü olmaması nedeniyle ameliyatlar son çözüm olarak denenmelidir.
Diğer bir inkontinans tipiyse ‘urge’ sıkışmadır. Bu durumda hastalar tuvalete yetişmeye çalışırken idrarlarını kaçırdıklarını belirtirler. Bu durum ‘detrussor’ denen mesane kaslarının aşırı çalışması ve de pelvik bölgedeki kaslarla uyumsuz olmaları nedeniyle oluşur. Mesane kapasitesinin tam olarak değerlendirilmesinde ‘ürodinami’ adı verilen
280 günü bulan gebelik süresi annenin kas ve iskelet sistemini etkileyerek çeşitli rahatsızlıklara yol açabilir
Anne adayının fiziksel ve ruhsal olarak doğuma hazırlanması önemlidir. Gebelik sırasında özel bir egzersiz programı uygulanmalıdır çünkü doğumun kolay gerçekleşmesi için annenin bağ dokularının esnek olması gerekir. Bu esnekliği sağlayan hormon, relaksindir. Bu hormon ayrıca leğen kemiğini, bel ve kalça yapılarını esneterek buralara fazladan yük binmesine neden olur. Yine anne karnının büyümesi, ağırlığın öne doğru yer değiştirmesine ve belin daha fazla yüke maruz kalmasına yol açar.
Bel fıtığı
Gebelikte bel ağrısı görülme oranı, yüzde 50-70 arasındadır. Eğer öncesinde bel ağrısı mevcutsa gebelik sırasında bu ağrılarda artış gözlenir. Bel ağrısı annenin yaşı ve gebelik sayısıyla artar. Annenin boyu, kilosu, alınan kilo ya da bebeğin ağırlığıyla bel ağrısı arasında bir ilişki yoktur. Gebelikte bel fıtığını araştıran çeşitli araştırmalarda bu oranın her 10 bin gebede bir olduğu ortaya çıkmıştır. Ancak hamilelik sırasında görüntüleme teknikleri bebeğe zarar vereceğinden tercih edilmiyor. O nedenle gebelik sırasında bu konuda yapılan araştırmalar net sonuçlar vermiyor.
Birk