İstanbul kedilerinin sokaklardaki yaşamlarına, dertlerine, zorluklarına kamerasını yönelten bir belgesel “Kediler”. Onları seven, onlara bakan, onlarla yaşamlarını paylaşan insan portreleri de umutlu, mutlu, barışık bir bakış sunuyor.
Herkesin birbirine yabancılaştığı bir ülkede, yaşam mutluluklarını kedilerden aldıkları enerjiyle güçlendiren insanlar olduğunu görmek az şey değil. Belgesele konu olan kedilerin hepsi farklı karakter. Psikopatı var, gamsız olanı var, ağır abi olanı var.
Amerika’da yaşayan Ceyda Torun, küçük yaşta ayrıldığı İstanbul’a gelerek semt semt dolaşarak kedi öyküleri toplamış ve onları etkileyici bir görsellikte birleştirmiş. Özel bir donanım üzerindeki kamera bizi zaman zaman kedigözü seviyesine indiriyor. Onlar gibi balıkçı tezgahları arasında, restoran masaları altında veya dükkan kapıları önünde dolaşıyoruz.
Arada yükselen kamera bize İstanbul’dan kuşbakışı perspektifler de sunuyor ve kedi yaşamlarının kentini genel bakışla tanıtıyor. Kamera arkasında Charlie Wuppermann ve Alp Korfalı çalışması övgüye değer.
İstanbul sokakları zamansız ve değişmeyen bir yüzünü gösteriyor belgeselde.
Ne de olsa kedilerin bu sokaklarda, kentin geçmişindeki tüm imparatorluklar
Dile kolay; İzmir’de 31 yıldır düzenlenen bir festival var. Bu tür organizasyonların kolay gerçekleşmediği bir kentte kaliteyi, devamlılığı sağlayan İKSEV’e ne kadar teşekkür etsek azdır. Festivalin basın danışmanı Sirel Ekşi’yle festival arifesinde kısa bir söyleşi yaptık...
Gazeteciyken, festivalle yollarınız nasıl kesişti?
Uluslararası İzmir Festivali’ni 13 yıl basın mensubu olarak izledim. Bir kültür sanat muhabiri olarak bu çapta bir festival benim için cennet demekti. Biraz tarih dersi gibi gelebilir ama o dönemde gazetecilik daha farklıydı. Örneğin basın bültenleri yağmazdı. İstihbarat alabilmek bile başarıydı. Haberi taştan çıkarırdık. Böyle bir ortamda Uluslararası İzmir Festivali, pek çok sanatçıya, sanat olayına ulaşmamı sağlardı. Güzel Sanatlar Fakültesi mezunu olduğum için biraz da ayrıcalıklıydım galiba. Özel haber şansım çok olurdu.
El ele verdik
İKSEV’deki hayatından kesitler sunar mısınız?
31 Ocak 2000’de emekli oldum ve 1 Şubat 2000’de İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı’nda basın danışmanı olarak çalışmaya başladım. Bu durum festival gibi büyük bir organizasyonu farklı taraflardan görmemi sağladı. Örneğin festival, siz yerinize oturup sanatçılar sahneye çıktığında
Kaygı’ son günlerin en çarpıcı yerli yapım olarak dikkat çekiyor. Filmin genç yönetmeni Ceylan Özgün Özçelik’le film üzerine söyleştik.
İlk filmin olmasına rağmen muhteşem bir gerilim atmosferi yaratmışsın. Nasıl gerçekleşti?
C.Ö.Ö.: Korku filmlerini hep sevmişimdir. Korku türünün, gösterdiğinden çok daha fazla alt metin içerdiğini düşünüyorum. Psikolojik gerilimi kapalı bir mekanda yaratmak çok kolay değil, önce mimarinin uygun olması gerekir. Ben tam istediğim gibi olmasa bile içeriden birbirine geçen odalarıyla atmosferi yaratabileceğim bir evi kullandım.
Polanski’nin ev üçlemesinden “Kiracı” filmi yol göstericilerimden oldu. Görüntü yönetmenimiz Radoslaw Ladczuk ışık ve açılarda muhteşem bir iş çıkardı.
Psikolojik gerilim olmasına rağmen, günceli ve yakın geçmişi harmanlayan bir öyküyü nasıl yarattın?
C.Ö.Ö.: Kaygı gelecekle ilgili bir duygu bozukluğunu yansıtmasından yola çıkarak geçmişin bugüne yansıyan sonuçlarını, yine bugünün geleceğe yansıyabilecek sonuçlarına odaklandım. Tüm bu harmanı bir karakterin bozulan psikolojisi üzerinden işledim. Sivas katliamını seyredenlerin kaygılanmadan, bugünleri hazırladığını düşünüyorum. Her şey yakılıyor ülkemizde insanlar, binalar, tarih ve
Eric Clapton 50. sanat yılını Londra Royal Albert Hall’da verdiği 3 konserle kutladı. Dile kolay 50 yıl...
Rock/Blues gibi güncelin kuvvetle hissedildiği, yenilerin büyük bir hırsla saldırdığı bir sahnede 50 yıl zirvede kalmak. Tüm zamanların en iyi gitaristleri arasında hep anılmak kolay değil.
Kariyerini taçlandırmak için Royal Albert Hall gibi dünyanın en iyi akustiğinin olduğu bir mabedi seçmek ve 3 gün arka arkaya kapalı gişe çalmak ona çok yakıştı.
Ön grup olarak Doyle Bramhall II sahne aldı. Dünyanın en iyi solak blues gitaristlerinden olan Bramhall, Clapton’ın ortak projelerinde yer verdiği yetenekli bir gitarist. Kendisini en güzel Roger Waters’ın The Flesh konserlerinden tanıyoruz. David Gilmour notalarını ona benzemeye çalışmadan özgünce yorumlayan gitarist olarak. Sahneye yıllardır birlikte çaldığı piyanoda Chris Stainton, orgta Walt Richmond, basta Nathan East ve bateride Steve Gadd ile çıkan Clapton konsere Blues standartı olan “Key to the Hihgway” ile açtı.
Programına Cream döneminden 3 parça alan Clapton ilki “Badge” ile devam eder. Arkasından yine bir standart Blues ve Derek and Dominos döneminin 3 parçası gelir : “Hookie Cookie Man”, “Nobody Knows You When You’re
Disney stüdyoları kazançlı olan her projeyi suyunu çıkarmadan bırakmıyor. “Karayip Korsanları” da bu ticari beklentilerin son kurbanı. 320 milyon dolarlık bütçesi ile 2017’nin en p ahalısı, tüm zamanların ise ikincisi olan son bölüm “Salazar’ın İntikamı”, gişe açısından beklentileri ne kadar yerine getirir önümüzdeki haftalarda belli olur.
Kişisel beklentilerim yüksek olmadığı için bu bütçeyle kaç tane iyi film çekilir diye düşünüyorum. İlk “Karayip Korsanları-Siyah İncinin Laneti” (2003), sunduğu orijinalite, korsan filmlerine getirdiği dinamizm ve modern bakış, serinin her yeni bölümünde aşağıya doğru ivmelenmeyi sürdürüyor. Johnny Deep’in canlandırdığı Jack Sparrow karakterini öykünün ortasına çekerek senaryonun yavanlığını örten senaristler, artık bu durumun da değişeceği sinyallerini, yeni bölüm “Salazar’ın İntikamı”nda veriyor.
Efemine, dünyayı umursamayan, kafa her dem kıyak Sparrow, bu kez yan karaktere çekilmiş. Deep’in kariyerinde başlangıçta sıkı bir yükselme yapan Sparrow karakteri, sonraki yıllarda onun bir karikatürüne dönüştü.
***
“Salazar’ın İntikamı” sadece eğlendirici bir aksiyon olarak Karayip Korsanları’nın yavan serisini sürdürüyor.
Serinin yeni
Soundgarden ve Audioslave gruplarının dört oktavlık sesi ani ölümüyle herkesi üzdü. 52 yaşındaki Cornell kişisel rock solistleri listemin her zaman üstlerinde yer aldı.
Tok sesini çok severdim. Bilhassa Audioslave dönemindeki “Like a Stone”, “Be Yourself”, ”Show Me How To Live” gibi parçalarındaki performansı onu klasik dinleme listelerime hep sokmuştu.
Audioslave ile 2002-2005 arası yaptığı 3 albüm tek kelimeyle müthiştir: Audioslave (2002), Out of Exile (2003), Revelations (2005).
Rage Against The Machine’den gitarist Tom Morello, basçı Tom Commerfold ve davulcu Brad Wilk ile 2001 yılında kurduğu Audioslave, 2005 yılında Küba’da ilk konser veren rock grubu oldu. Konseri 70 bin kişi izledi.
Grup, 3 albüm sonrası dağıldı. Geçtiğimiz günlerde tekrar bir araya geldiklerini açıklayıp küçük bir konser daha vermişlerdi.
2006’da herkes kendi yoluna gitti, Cornell, 5 solo albüm yaptı ve Soundgarden ile tekrar bir araya geldi.
2014’de İstanbul’da Maçka Küçükçiftlik’te verdikleri “Superunknown” 20. Yıl konserini keyifle izlemiştim. Acayip formdaydı.
***
Cannes Film Festivali başladı. Önce jüriye bakalım. Başkan Pedro Almadovar, yönetmen kadrosunda Paolo Sorrentino, Park Chan-wook, Mare Ade var. Oyuncu olarak Will Smith Jessica Chastain, Fan Binbing, Agnes Jaoui ve müzisyen Gabriel Yared yer alıyor.
Altın Palmiye yarışması yönetmenlerin tam bir gövde gösterisi şeklinde geçecek. Kimler yok ki...
Michael Haneke “Happy End”, Sofia Coppola “The Beguiled”, Noah Baumbach “The Meyerowitz Stories”, Todd Haynes “Wonderstruck”, François Ozon “L’Amant Double”, Michel Hazanavicius “Le Redoutable”, Yorgos Lantimos “The Killing of a Sacred Deer”, Lynn Ramsay “You were Never Really Here”, Fatih Akın “Aus Dem Nichts”
***
En merakla beklediklerimin başında Haneke’nin yeni filmi geliyor. “Happy End” ile mülteci krizine burjuva bir ailenin bakış açısını sunuyor.
Kadroda ikonik oyuncularından İsabelle Hupert var. 2011’de çok satan bir romandan uyarlanan “Wonderstrucks” ise Todd Haynes’ın yeni filmi.
Sağır iki çocuğun 50 yıllık yaşamını büyülü gerçekçiliğe yakın bir sinema-tografiyle anlatıyor.
Julianne Moore, Michelle Williams kadroda fakat filmin yıldızları, her iki çocuk oyuncu olmuş.
Ölmeden görülecek filmler, okunacak kitaplar gibi listeler yapılır. Tanımlama hiç hoşuma gitmez, “Öldükten sonra nasıl olacak ki?” zaten. Mayıs ile Avrupa başta festival mevsimi açılır. Müzik sevenlerin ahir ömürlerinde en az bir tanesini izlemesi gerekenlerden küçük bir liste yaptım.
Dolar, Euro kuru filan demeyin bu kadar adamı bu fiyata izlemeniz normal konser fiyatlarıyla 10 katına patlar. Biraz ekonomi ve hedef yeter... Bir de bacak kuvveti... Buralarda öyle oturma filan olmaz.
1. ROCK WERCHTER
29 Haziran-2 Temmuz- Werchter, Belçika: İngiliz rakiplerini aratmayacak bir festival. Bu yılın müzisyen kadrosu oldukça zengin: Kings Of Leon, Arcade Fire, The Chainsmokers, Lorde… 4 günlük kombine bilet 236 Euro.
2. SZİIGET
9-16 Ağustos, Budapeşte: İşte festivalden çok dev bir parti alanı. 7 günlük bir festivalde müzikten daha fazla bir şeyler olması beklenir ve tabii ki var. 60’a yakın sahne, alışveriş, tiyatro çadırları, poker turnuvaları… Kombine bilet fiyatı 299 Euro. Bu yılın kadrosunda Pink, Rita Ora, Kasabian, Billy Clyro, Major Lazer ilk göze çarpanlar.
3. BENICASSIM
13-16 Temmuz, İspanya: