HER yıl rutin Evliya Çelebi gibi Türkiye’yi gezen Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, ziyaretlerinde çoğunlukla aynı rotayı çizer.
İzmir’e gelişi yılbaşından itibaren planlanır ve olağanüstü koşullar hariç, üç kez gelinir.
Bunlardan biri gerçekleşti ve Hisarcıklıoğlu, İzmir’de Ege Bölgesi Sanayi Odası’nda Olağanüstü Meclis Toplantısı’nda Egeli işadamlarına konuştu.
Bana göre konuşmaktan çok havadan sudan sohbet etti, güzel anekdotlar anlattı ama kürsüdeki bildiğimiz, tanıdığımız Hisarcıklıoğlu değildi sanki.
Volümü düşük konuşma
1,5 milyon üyesiyle Türkiye’nin en büyük işdünyası örgütünün temsilcisi Hisarcıklıoğlu, her zaman güzel konuşur, anekdotlarla örülü örnekler verir, dinleyenleri etkiler. Ama mutlaka sanayiciye, ülkenin gerçeğini yaşayanlarına hitap ettiğini de göz önünde bulundurarak, sıkıntılara değinir, hatta konuşmalarında sık sık sesini yükseltirdi. Çünkü bilirdi ki, karşısındaki sanayicinin, tüccarın canı yanıyor.
Birçok tartışmanın ardından İzmir Limanı özelleştirildiğinde tarih 4 Mayıs 2007’ydi. Demek öyle bir sevinçmiş ki; İstanbullu gazeteciler ve İzmirli gazeteci olarak içinde olduğum ekip 26 Mayıs’ta Hong Kong’taydık.
Dünyada 45 liman işleten Hutchison Whampoa’nın Hong Kong’daki dev limanını göstererek, bir anlamda benim gibi özelleştirme öncesi biraz kaygı taşıyanlara, “Bakın limanı dünya devi aldı, içinizi ferah tutun” mesajı verilmek isteniyordu.
36 geminin aynı anda yanaştığı liman gerçekten devasaydı ve en çok da Hutchison’un sahibi Lika Shing’in Hong Kong’un neredeyse yarısına sahip olması dikkatimi çekmişti.
Limanın kontrol merkezi gözdoldurucu olmasına rağmen o kadar da etkileyici gelmemişti.
Kısaca izlenimlerim bunlardı ve herkes mutluydu.
Global Holding’in patronu Mehmet Kutman, mutlulukla Hutchison’ın dünyadaki tüm ülkelere öncelikle limanla girdiğini, telekom ve enerjide de büyüdüğünü anlatıyordu. Egeli ihracatçılar adına geziye katılan Eli Alharal ve Servet Eröcal, İzmir’e böyle bir kuruluşu kazandırmanın keyfiyle sürekli gülümsüyorlardı.
HPH Port Grup Başkanı John Meredith, HPH Avrupa Finans Direktörü Clemence Cheng HPH’nin dünya limanlarında, dünya
NASIL olur, küçük ve orta ölçekli işletmelere destek vermek amacıyla kurulan Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı’nın (KOSGEB) Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) ve vergi borçlarıyla ne ilgisi var diyeceksiniz...
Doğrudan ilgi var; o cepten, bu cebe şeklinde.
Önce haklarını vermek gerekir. KOSGEB geç olsa da harekete geçti. Krediler, Mart 2009’da global krize karşı teşvik önlemleri kapsamında “can suyu kredisi” olarak duyuruldu.
O günlerde krizin en acı, keskin etkileri sürüyordu. Büyük ölçekli firmalar kısa çalışma ödeneğinden yararlanırken, küçük ve orta ölçekli işletmeler cansuyu kredisi bekliyordu.
Ardından Haziran ayında KOSGEB Başkanı açıklama yaptı. Can suyu kredilerinin çok yakında açılacağını söyledi. Kasım 2009’a geldik, can suyu kredisi hala canı olanlara nihayet geldi.
Kredi gerçekten de birkaç damla cansuyu verecek oranlarda, tedavi etmesini beklemek güç.
Cansuyu da, kime cansuyu olacak orası meçhul.
TÜRKİYE’DE, yıllardır siyaset, ekonominin üzerine basar. Ülkenin geleceğine, gelir getirici konulara eğildiğinizde bir bakarsınız gündem hızla değişir. Anayasa değişikliği gelir, türban gelir, Ergenekon gelir, açılım gelir, ıslak imza gelir.
Türkiye gibi geçiş ve gelişmekte olan bir ülkede siyasette taşların sürekli yer değiştirmesi olağan gözükse de, içinizi acıtan bir başka nokta belirir...
Siyasetin özü, halkın, geniş kitlelerin refah ve demokratik haklarının artırılması, korunmasına dayanır.
Size, “İyiliğiniz için çabalıyor, demokratik haklarınızı koruyoruz derken” bakarsınız ki halkın alım gücü düşer, işsizlik patlar, çoğunluk zor bir hayatın dikenli telleri üzerinde yürütülür. Türkiye elbette açılım dahil siyasi ergenlik mücadelesini sürdürmeli ama aynı şekilde, halkın çoğu için ekmek, soluk, yaşam demek olan ekonomik refahı yaygınlaştırmanın önü kapatılmadan.
Çoğunlukla zorluk içinde yaşayan insanların ülkesi burası ve onlar adına çok şey kolay olmuyor. Ama bazen bir sihirli el değiyor, bazen bir çalışma ya da proje imdatlarına yetişiyor ve “çook zor” görünenler, kolaylaşabiliyor. Ender de olsa, az kişiye de ulaşsa bu projeler sevindiriyor.
“Yeteneğine
TÜRKİYE ve İzmir, özellikle kriz döneminin tüm sancılarını yaşarken, kuşkusuz her yatırımın önemi var. Ancak bazı yatırımları geleceğe dair de önemsemek mümkün. Katmadeğeri yüksek ya da yüksek teknolojiye yönelik yatırımları bu anlamda ayrı bir kategoriye koyduğumu her fırsatta vurgularım.
İzmir için, iyi eğitim görmüş gençleri de istihdam edilebilecek bu alanda en büyük umudu İzmir Yüksek Teknoloji Bölgesi taşıyor. Tahsis edilmiş olan 2 bin 184 dönüm mevcut arazisiyle bölge, Türkiye’nin en büyük teknoparkı olmaya aday.
Mazi uzun, hikayeyi anlatmaya gerek yok. Biz şimdi kaldığımız yere bakalım.
Ekonomiye katkısı 4 milyar dolara ulaşılması beklenen bölge için, en son bir Fransız firması CICOM’un teklifiyle, bir Amerikan firması GALE Grubu’nun istek duymasında kalmıştık.
* * *
Fransız CİCOM, Fransa’nın Nice kentindeki Sophia Antipolis başta olmak üzere çeşitli ülkelerde 18 teknoloji geliştirme bölgesinin kuruluşu ve işletmesinde yer alan alanında iddialı bir firma. Amerikan GALE firması da yine bu alanda deneyimiyle biliniyor.
Ancak, artan ilgide kafalarda bir takım soru işaretleri oluşmaya başlayınca, İzmir Yüksek Teknoloji Üniversitesi’nin ağırlıklı payı bulunan ve
BAZI konular hayatta denk geliyor gerçekten. İki gün önce, 1 Kasım 2007’den bu yana bekleyen yenilenebilir enerji lisanslarına yönelik bir yazı kaleme aldık ve eğer iki konuda gelişme sağlanırsa, “Türkiye ve en çok da Ege Bölgesi kazanacak” dedik.
Ege Bölgesi’de hangi yerli ve yabancı konsorsiyumların yatırım için hazır olduğunu yazdık. Ancak bu yatırımcıların beklediği iki konu vardı. İlki 2007’den bu yana bekleyen lisans başvurularına EPDK’nın yanıt vererek gerekli süreci başlatmasıydı. ikincisi “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Tasarı” nın kanunlaşmasıydı. Ki bu ikincisi firmaların devlete ürettikleri elektiriği ne kadardan satacaklarının da garantisini verecekti.
İlki yazının yayınlandığının ertesi günü gelişti. EPDK, harekete geçti, TEİAŞ’ı adres gösterdi. İkincisi yani kanunun çıkması ise hala beklenirken Enerji Bakanı Taner Yıldız’la konuştuk.
İzmir’de Tepekule Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi Türkiye 11. Enerji Kongresi bence son yıllarda kentin yaptığı iddalı organizasyondan biriydi. Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın yanı sıra birçok
ÖZELLİKLE son 50 yılda uygulanan birçok yanlış politika, Türkiye’yi hak ettiği güzellikleri, refahı yaşamaktan mahrum bıraktı.
Ekonomik açıdan borç batağına sürüklenen, yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın deyişiyle “güzel ve yalnız ülke”, uzun yıllar petrol ve doğalgaz lobilerinin de oyun tahtası haline geldi.
İtirazları engelletmek adına “Yenilenebilir enerjiler; maliyetli, geri dönüşümü zor enerjilerdir” nakaratları sık sık dile getirildi.
Neyse ki, insanoğluna yine en çarpıcı dersi doğa veriyor. Birçok ülke sınırlı fosil kaynakların sonuna geleceğini görerek son 20 yılda yenilenebilir enerji yatırımlarını misli misli artırdı.
Türkiye ise hidrolik, rüzgar, jeotermal, biyokütle, güneş gibi yenilenebilir enerji alanlarının tamamında büyük bir potansiyele sahip olmasına karşın ancak son altı yedi yılda adım atabildi. Adım attı ama adeta adımı attığı yerde kaldı. Yenilenebilir enerji alanında Türkiye, yeniden duraklama sürecine girdi.
* * *
Yenilenebilir enerji kapsamında özellikle rüzgar enerjisi Ege Bölgesi’ni yakından ilgilendiriyor. Çünkü bu alandaki başvuruların yaklaşık yüzde 80’ı Ege Bölgesi’ne yatırım yapmayı planlıyor.
YAKLAŞIK üç yıl önce, Avrupa Birliği’ne uyumlu yerelden kalkınma modeline geçebilmek hedefiyle “Kalkınma Ajansları Kanunu” çıkarıldı. Türkiye, AB NUTS 2 standartlarında 26 bölgeye ayrıldı. Pilot bölge olarak İzmir ile Adana -Mersin Kalkınma Ajansı kuruldu. Diğer bölgelerdeki ajanslar ise halen kurulma aşamasında.
Kamu kesimi ile sivil toplum örgütlerini bir araya getirerek, kentin önceliklerini oluşturmak, yabancı yatırımcı gelmesini sağlamak ajansların öncelikli amaçları olarak belirlendi.
Açıkçası, kalkınma ajanslarını başlarda biraz tereddütle takip ettik. Yeni bir bürokratik yapı mı oluşturuluyor ya da yeni bir istihdam kapısı mı açılıyordu? Ya da zamanla siyasileşebilir miydi? Merkezi iktidar yetkilerini yerele devretmeye gerçekten hazır mıydı?
* * *
Danıştay kararıyla yürütülmenin durdurulması nedeniyle duran İzmir Kalkınma Ajansı hukuki engelin aşılmasının ardından faaliyetlerine başladı.
Bürokratik ağırlığı kurumların kendi ödevleri olması gereken bazı destekleri ajansın üzerine yıkmaları gibi noktalar bana göre hala tartışılabilir boyut taşısa da zaman içinde gördük ki, kalkınma ajansları bir kent için gereklilik.
Elbette doğru modellerin üzerine kurulup,