TÜRKİYE Odalar ve Borsalar Birliği’nin geçmiş yıllardaki bir genel kurulunda azmetmiş ve CHP’nin eski genel başkanı Deniz Baykal’ın iki saati aşkın konuşmasını büyük bir sabırla dinlemiştim. Genel kurul salonundan, TOBB Başkani Rifat Hisarcıklıoğlu, birkaç işadamıyla ben salondan çıkmadan derviş sabrı göstermiştik!
O uzun konuşmanın neredeyse tamamında Baykal, AKP’nin politikalarını eleştirdi.
Konuşma bittiğinde aklımdaki soru şuydu; eleştirmek başarılı, ancak CHP’nin kendi ekonomik stratejisi ne olacak?
Aradan dört ya da beş yıl geçti.
CHP’nin genel başkan koltuğunda bugün Kemal Kılıçdaroğlu oturuyor, dinleyiciler yine işdünyası.
Genel seçimlere yaklaşık yedi ay var ve çiçeği burnunda genel başkanın siyasi söylemleri belirgin ama ekonomi politikalarına bakışı henüz yeterince net değil...
* * *
ÖNCE hemen uyanamadım, “Körfez yine fena kokmaya başladı, bakalım Büyükşehir işin içinden nasıl çıkacak” diye düşündüm limanın yanından geçerken...
Vahim bir koku...
Sonra hatırladım, altı bin angusumuz o saatlerde gemilerle kentimize teşrif buyurdu. Bu kez de iki yıl öncesi düştü aklıma...
Onlar haykırdılar, biz yazdık.
Süt üreticileri, et üreticileri, damızlık hayvan üreticileri birliği, gittiğimiz köydeki yetiştiriciler, “Süt fiyatları düştü, borç gırtlağa kadar” diye ne kadar çok feryat etmişlerdi.
Çiftçi, “Düvemi satmaktan, hayvanımı kesmekten başka çarem yok” diye inledi.
Feryatın boyutu hemen ortaya çıktı. 2008’de süt tozu fiyatlarının düşmesi, ithalattaki yanlış politikalar nedeniyle süt fiyatları yerlerde sürünürken, bir milyona yakın süt hayvanı kesime gitti.
SON yıllarda “İzmir’in, bölgenin önemli sorunları nedir?” diye sorduğunuzda, alacağınız ilk üç yanıttan biri Alsancak Limanı olur.
Ege’nin dış ticaretini dünyaya taşıyan liman özelleştirme fiyaskosu yaşayınca doğal olarak,
geleceğine dair soru işaretleri oluştu.
Sonuçta, Ege’nin tüm dış ticareti bu limanın elinden geçiyor.
Kader bu ya...
“Babalar gibi özelleştiririm” düsturuyla gerekli hazırlıklar yapılmadan ne bulunursa satılmaya çalışıldığı yıllarda özelleştirilen limanın kıymetini Devlet, şimdi liman elinde kalınca daha çok anlayabiliyor.
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım da tüm yatırımı devletin yapacağını, 2015’e kadar 450 milyon TL’lik yatırım planladıklarını açıkladı..
İZMİR bir turunçgiller kenti.
Daha doğrusu “Kenti’ydi”. Her yıl ağaçlara bakar portakal ve mandalinleri görünce mutlu olur, sayısı gittikçe artan mandalin ağaçlarının arasına görgüsüzce konulmuş iri, hantal villaları gördükçe üzülürüm.
Ağaçlardan taşarcasına dökülen mandalinleri görünce, başlarda sektör de benim gibiydi. Ardından mutluluk ağır geldi. Geçen yıl Ege’de rekolte 110 bin tonken bu yıl, 210 bin tona çıktı. Yüksek rekolteye Hükümetin tarımın sorunlarına ilgisizliği de eklenince sektör adeta çöktü.
* * *
Türkiye’de 32 bin işletmede 100 bini aşkın aile geçimini doğrudan narenciye üretiminden sağlarken mevsimlik işçililerle birlikte bu sayı 350 bin’e ulaşıyor. Son beş yılda; mazot, gübre ve ilaçta; yüzde; 200, elektrikte; yüzde;150 artarken, narenciyenin fiyatı yıllardır hiç artmadan 20 kuruş seviyelerinde kaldı.
Rutubet ve aşırı hava sıcaklığı ile narenciye bu yıl çok çabuk olgunlaştı. İhracat yapılan Avrupa ülkeleri ile narenciyede rakibimiz Akdeniz ülkelerinde de havalar iyi gidince yurtdışı talep zayıf kaldı. Rekoltenin bu kadar artacağı tahmin edilemedi.
* * *
EPEY zaman geçmiş aradan, şimdi hayal meyal anımsıyorum.
Bir gün yanıma genç bir kadın geldi. “Beni hatırladınız mı, TANSAŞ’ta birlikte çalışmıştık” diye söze girdi. O yıllarda TANSAŞ basın danışmanlığındayken, o da bir mağazada görevliymiş.
“Beni işten atıyorlar” dedi. Neden?
“Sendikalı olmak istemiş. ‘Sendikaya üye olursan seni işten atarız’ diye tehdit etmiş ve eklemişler: “Zaten yakında taşeronlaştırma gelecek, hepiniz taşerona geçeceksiniz.”
Masum, masum sordu; “Peki nedir bu taşeronlaştırma, gerçekten sendikadan daha iyi birşey mi?”
* * *
TANSAŞ o dönemlerde belediyeye bağlıydı ve o genç kız kararı belediye başkanının verdiğini söylüyordu.
YAKLAŞIK yirmi yıldır üretim ve sanayi dünyasının nabzını yerinde tutmaya çalışan yazılar yazıyorum.
Karşılaştığım ilgi çekici sanayi öykülerinden birine Aydın’da rastladım.
Namını daha önce de duymama karşın, detayları dinleyince daha çok 007 James Bond filmini izler gibi oldum.
009 Aydın Bond...
Tarih 2005 yılıydı.
Ahmet Piriştina’nın ani ölümü İzmir’i yasa boğmuş, Aziz Kocaoğlu başkanlığının daha ilk yılını yaşarken, kucağında, büyük bir organizasyon bulmuştu. UNIVERSİADE (Dünya Üniversiteler Arası Yaz Olimpiyatları) ile 150 ülkeden 7 bin 500 üniversite öğrencisi ağırlanacak, dünyanın gözü İzmir’de olacaktı.
Organizasyon gözüne yapılamaz gibi gelmedi ama bütçesi kaldırılamaz geldi.
Hükümete başvurarak, organizasyonların yürütmesinde destek istedi.
Hükümet “hay hay” dedi, “yapamıyorsanız güçleri birleştiririz.”
Sonrası malum.
* * *
ÜZERİMİZDEN bayram rehaveti henüz geçmemişken, ‘Bayramdan kalan izlenimlerimi’ de paylaşayım diyorum.
Gerçi köşe yazarı bir ağabeyimiz ”Bayramda burada kalmamız yetmiyormuş gibi şimdi tatilini yurtdışında geçirip gelenlerin hikayelerini dinleyeceğiz” diye yazmış.
Neyse ki ben nispet yaparcasına gezdiklerimi, gördüklerimi değil, tersine yaşadığımız ülkenin ekonomideki değişen yerine dair gözlemlerimi yazacağım. Çünkü bayramda Londra’yı gezmektense, bu kez orada Türk olmak pek keyifli geldi. Açıkçası Londra’yı Türkler basmıştı.
En merkezi caddesi Kingroad’da haniyse adım başı bir Türk’e rastlar haldeydim.
Alışveriş merkezlerinde hiç zorlanmıyorsunuz, örneğin siz satıcıya birşeyler anlatmak isterken, etrafınızdakiler Türk olduğunuzu anladığında hemen “sizin istediğiniz ürünü ben yan reyonda gördüm” diyebiliyor...
Gördüğüm 10 kişiden biri Türk ise diğeri Arap’tı...
Bu durumu “Bizim zenginlerin keyfi yerinde, bayramda Londra’yı tercih ediyorlar” diye değerlendirmek mümkün olsa da işin bu yönüyle ilgilenmiyorum.