YAKLAŞIK yirmi yıldır üretim ve sanayi dünyasının nabzını yerinde tutmaya çalışan yazılar yazıyorum.
Karşılaştığım ilgi çekici sanayi öykülerinden birine Aydın’da rastladım.
Namını daha önce de duymama karşın, detayları dinleyince daha çok 007 James Bond filmini izler gibi oldum.
009 Aydın Bond...
Ve görüyorsunuz ki, emekle- sermaye arasında varoluşsal kabul edilen bir çelişki; doğrudan azmin gücüyle buluştuğunda; her çabanın anlamını yükseltiyor
Konumuza dönelim. Adı İbrahim Polat. Kariyer ve eğitimi yok. İlkokul mezunu.
O kendini “Ben eski bir sanayi casusuyum” diye tanıtınca biz de bu kelimeyi rahat kullanıyoruz.
Böyle tanıtılmayacak gibi değil, bir dönem Almanya ve İtalya’ya girmesi yasaklanmış.
“Teknolojilerini çaldım” diyor ama çaldım dediği gidip makinayı görmekten izinsiz incelemekten bazen birkaç fotoğraftan ibaret. Kağıt kalem, herhangi bir not yok, teknik evrak çalmak falan değil asla.
“İlk makinayı 82’de gördüm”
“Film gibi” dedik ya, baştan başlayalım o zaman. Aydın’da ilkokulu bitirince çiftçi babası tarafından bir demirci ustasının yanına ‘Eti de kemiği de senin’ diye veriliyor İbrahim Polat. Askerden sonra kendine 20 metrekarelik küçük bir torna atölyesi açıyor. Aydın yağ memleketi. Zeytinyağında taş baskı var ama henüz kontinü sistem yok. Kente ilk kontüni sistem makina 1982’de gelince Polat’ın hayatı değişiyor. ‘Aynısını ben de yaparım’ diyor, gerisini kendi anlatsın...
“O sırada elleri pas içinde bir ustayım. Açılışa gittim makinayı görünce dehşete kapıldım. Zeytini sıkıyorsun makinadan yağ çıkıyor. ‘Aynısını yaparım’ dedim, hatta dayanamadım oradaki İtalyan firma temsilcisine ‘15 gün sonra gel senin makinadan üreteceğim’ dedim. Bu sırada makinanın burasında birşey mi var diyor, göğsümü dayıyorum makinaya ölçü alıyorum. Onbeş gün sonra İtalyan gözlerine inanamadı.
10 yıl hırsla bekledim ama boş durmadım. Almanlar bu arada kaliteli makinalar üretmeye başlamışlardı. Zeytinyağ makinası alıcısı gibi tek başıma Almanya’daki fabrikaya gittim. Israrla fabrikanın içine girmek istedim. Tek kelime yabancı dil yok. Önce içeri aldılar, sonra niyetimi anlayıp beni fabrikadan çıkarttılar. Bir Yunanlı alıcıdan rica ettim, istediğim makinayı aldı.
Birebir parçalayıp, kopya ettim. İlk yıl 17 takım yapıp sattım.
“İtalyanlar hakkımda dava açtı”
Yılmadım bir süre sonra dünya devi bir İtalyan firmasına gittim. Kapıda bekleyip gelen grupla içeri girdim. Onlar büroya çıktılar ben fabrikaya daldım. O güne kadar öyle yüksek teknoloji görmemiştim, hayran hayran izlemeye başlamışım. Yakaladılar beni, hemen bir Türk’ü ararmış gibi yaptım. Huylandılar, dışarı attılar. Fabrikada bir Türk çalışan olduğunu öğrenmiştim. dışarı çıkınca onu buldum. Anlaştık, paydosta içeri girdim, makinalara parçaları nasıl ürettiklerine baktım”
İbrahim Polat’ta daha çok macera var. Tabii bu kadar macera cezasız kalmıyor.
İtalyanlar daha sonra kendi ürünleriyle benzerlikleri fark edince, İbrahim Polat’ı hatırlıyorlar. Hakkında 3 milyon euro tazminat ve 250 bin lira kefalet isteğiyle dava açıyorlar. Beş yıl sürüyor mahkeme.
Bu sırada makinalarını geliştiren Polat “Siz beni kopya ettiniz” diye ayrı bir dava açıyor. Davaların sonucundan birşey çıkmıyor ama bugün Polat Makina yaklaşık 70 milyon euroluk bir ciroya ulaştı. Dekantör ve seperatör üretiyor. Ürettiği makinaların yarısını ihraç ediyor. İkinci fabrikayı önümüzdeki günlerde açacak.
“Bugünlere geldiniz, şimdi sizin makinaları kopya etmeye çalışsalar ne dersiniz” diye soruyorum. “Ediyorlar zaten. Şimdiki nesil buna esinlenme diyor ama ben anlamam. Kızarım” diyor gülümseyerek...
Motor üreteceğimİBRAHİM Polat’ın anlattığına göre teknolojiyi görmesi yeterli. Ölçüyü kafasında çiziyor...
Mücadeleniz enterasan, gönül rahatlığıyla anlatıyorsunuz...
O yıllarda başka türlü yüksek teknolojiye ulaşma şansım yoktu ki. Aydın’da etrafımda teknoloji yok, destek alabileceğm kimse yok. Bu yolla Türkiye’de olmayanları yapabiliyordum. Birkaç maceradan sonra güven geldi. ‘Dünya firması olacağım’ dedim.
İtalyanlar sizle mücadele etmekten bıktı galiba..
1995 yılından bu yana kendi tasarımlarımızı yapıyoruz. Şimdi Alman ve İtalyan firmalarına bayilik veriyorum.
İyi bir azim mücadelesi...
İnsaoğlu birşeyi inatla isteyecek ve işin kuyruğunu hiç bırakmayacak. Bence sır bu...
Neler üretiyorsunuz ?
Zeytinyağ sıkma makinaları ile başladık, şimdi susuzlaştırma dekantörleri ile yapamayacağımız yok. Tavukta kanı katı şekilde ayırabiliyoruz. Süt seperatörleri yaptık. İçine saatte 20 ton süt giriyor, bakterileri bile ayırıyoruz. Maden dekantörü üretiyoruz. İstanbul’un evsel atığını arıtacak dekonterleri üretebiliriz.
Özellikle makina sektörü krizden derin etkilendi, siz nasıl geçirdiniz?
Uzun vadeli mal verdik, pazarları genişlettik. Biz krizde yatırım yaptık. İkinci fabrikayı kurduk, şimdi taşınıyoruz.
Bundan sonraki hedefiniz ne ?
Şanzıman fabrikası kuracağım ayrıca kafayı motor üretmeye taktım. Türkiye’de motorlar yurtdışından ithal ediliyor, ilk motoru ben yapacağım.
Yani kopya mı edecek siniz!
Benim parçaları ve montajı bir kere görmem yeterli. Dünyada dekantör şanzımanını dört firma üretiyor, 4. benim. Allah ömür verirse, ilk motoru da ben yapacağım.
Bu azimle yaparsınız görünüyor.
Bugünlere merakımız sayesinde geldik. Aslında sermaye yetmiyor bana, ah bir de babamdan birşey kalsaydı... Herkes sıfırdan başladı ben eksiden. Herşeyi çözdüm, kendimi çözemedim.
İlk yerli bor makinasını ürettiBir arkadaşı, bir gün “Devlet işletmeleri bor dekantörünü yüksek maliyetlerle ithal ediyor, dekantör üretiyorsun bir baksana” deyince “Demir değil mi kardeşim, yaparız” diye yanıt vermiş Polat.
Polat o güne kadar bor madenini de, makinasını da hiç görmemiş. Borun atık barajındaki sıvı oranını yüzde 80’den yüzde 20’ye düşüren bir dekantör üretecekler. Atığın da içinden yüzde 20’lik bor üretiliyor. Altı ay önce Türkiye’nin ilk maden dekantörünü üreten Polat devamını şöyle anlatıyor:
“Etibank işletmeleri bu makinaları 675 bin euroya ithal ediyor, biz 340 bin euroya mal ettik. Avrupalılar da olağanüstü fiyat düşürmek zorunda kaldılar. Ayrıca yabancı firmalar devamında dehşet bakım parası da alıyorlardı. Eh bu keyif bana yeter”
Hem suda hem karada otobüsTUNA Nehri’nde gördüğümde otobüse benzetilmiş tekne sandım. Biraz daha detaylı bakınca tekne gibi görünmüyordu. Bir süre sonra gözümün önünde karaya yanaştı. Hiç teklemeden, durmadan kenardaki yoldan karaya çıkınca, her yerde karşılaştığımız bir tur otobüsüydü gördüğüm.
Fotoğrafını çekerken, etrafıma da bakındım. Herkesin bildiği benim ilk kez gördüğüm birşey miydi? Yanımdakiler de şaşkınlıkla izliyordu. Öğrendim ki, Tuna nehrine yeni gelmiş.
Ama, bu otobüs teknelerinin yıllardır Londra’da kent merkezinde ve Times Nehri’nde yolcu taşımada kullanıldığını duymuştum.
Nehirde gezdiriyor, ardından karada kenti tanıtıyor. Nehrin derinliği ortalarda 10-12 metre arası. Ama bunun derinlikle bir ilgisi yok. Belki hava şartları uygun olduğu için nehirde geziyordur, belki nehirde deneyip ileride körfezde de çalışan modelleri üretilir. Bilmiyorum.
Düşünsenize İnciraltı’ndan Bostanlı’ya denizden otobüs seferi.
Hem tasarruf, hem şehrin içinde boşalmış bir trafik.
Komik tabii ama benim hoşuma gitti. Bu pazar sizinle paylaşayım istedim.