Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ı ilk kez böyle öfkeli, bir o kadar da kararlı gördük.
Kılıç hafta içinde NTV’de katıldığı programda, Ziraat Türkiye Kupası final maçında bizzat tanık olduğu olayları değerlendirirken, kızgınlığını belli etmekten çekinmedi. Ağır ifadeler kullandı. Haklıydı bakan. İnsanların canına, milletin malına zarar verenlere artık hoşgörüyle bakmayacaklarını ve içinin yandığını söylerken, neler hissettiğini az çok kestirebiliyordu, onu dinleyenler.
Ancak şu gerçeği unutmayalım; yıllardır futbolun başına bela olan holiganizmi, bir günde yok etmeniz mümkün değil. Yasalar, yönetmelikler, cezalar ve yaptırımlar, iliklerine kadar şiddet işlemiş canileri durdurmaya yetmiyor maalesef. Şiddet, toplumun her kesiminde yaşanıyor.
Evde, sokakta, okulda, iş yerinde, aklınıza gelebilecek her yerde zorbalığa başvurabiliyor insanlar. Üstelik sınıf, makam, unvan, meslek cinsiyet fark etmiyor!
Öyleyse, sadece spor ve futbol alanlarında şiddeti önlemek değil çözüm yolu. Bugüne kadar sayısız hükümet değişti. Bir o kadar da bakan geldi geçti. Hepsi benzer söylemlerde bulundu. Sonuç? Aksine, şiddet giderek yaygınlaşıyor ve bazı kesimlerin kanıksadığı bir kimliğe
Aksini savunanlar çıkabilir. Saygılıyız. Beşiktaş’ın iki yıl üst üste şampiyon olması, ezeli ve ebedi rakipler açısından kolay sindirilebilir bir başarı değil. Empati yaparsak tersini de söyleyebiliriz.
Büyük camiaların beklentileri büyük olur. Fenerbahçe ve Galatasaray’ın bu dönemde yarışın uzağında kalmaları, belli ki yönetimsel anlamda da sıkıntı yarattı.
Transfer günlüğüne baktığımızda, her iki kulüp de mali fair-play kriterlerini sonuna kadar zorlayacağa benziyor. Sıra dışı transferler ve şampiyonluğa oynayacak kadroları yönetecek beyin takımı seçimleri, Beşiktaş’ın üçüncü kez aynı hedefi tutturmasını engellemek kadar, lider pozisyonundaki yöneticilerin gelecekleriyle de ilgili kuşkusuz. Maddi ve manevi anlamda son kozlarını oynadıklarını söylemek, kehanet olmaz.
Çetin yarış
Üç büyükler Türk futbolunun lokomotif takımları olduğunu iddia etseler de, yakın geçmişte Bursaspor, geçen sezon ise yaşadığımız Başakşehir gerçekleri, lig maratonunda ciddi engeller olarak karşılarına çıkacaktır. Önemli bir deneyim kazanan Başakşehir’in çıtayı daha yukarı taşımak için kurduğu kadro asla küçümsenmemeli.
Bunlara Trabzonspor faktörünü de eklersek, son yılların en iddialı, çekişmeli, gergin
Başakşehir’in başarılı teknik direktörü Abdullah Avcı, katıldığı bir televizyon programında çarpıcı açıklamalar yaptı: “İlk on hafta sevimliydik, sonra siyasi algı yapıldı. Başakşehir’in siyasi olarak kayırıldığı algısı, Beşiktaş şampiyon olunca bitti. Herkes devletin takımı. Statlar, krediler, vergi borçları. Ligin ana sponsoru devlettir.”
Sevgili hocamın söylediklerinin çoğuna katılmakla beraber bir noktada itirazım var. Başakşehir ilk 10 hafta değil, ligin 28. haftasına kadar sevimliydi!
Taa ki Çaykur Rizespor maçından sonra yaşanan çirkinliklere kadar. Milli formayı taşıyan futbolcuların da karıştığı kavga ve ardından yaşananlar, kulübün imajına büyük zarar verdi.
Mesela ben; bir meslektaşımızın tekme tokat dövülmesini ve karşılığında verilen göstermelik cezaları sindiremiyorum hâlâ.
Evet, şampiyonluk yolunun son virajında önemli oyuncularından mahrum kalmak dezavantaj olabilirdi. Ancak Başakşehir gibi her alanda örnek gösterilen bir kulübün, kendi dinamiklerini harekete geçirerek gereğini yapması, takdir edilir ve alkışlanırdı.
Algı operasyonu
Satranç kötü alışkanlıklar edinilmesini engeller. Satranç, güven duygusu aşılar ve geliştirir. İnsanı düşünen, araştıran, sorgulayan varlık hâline getirir, yaratıcılıkta özgür bırakır. Başarısızlık karşısında yılmamayı sağlar. Kurallara uymayı, dostça oynamayı, yenilgiyi kabullenmeyi, kazananı kutlamayı öğretir. Bilimselliği ön plana alır, araştırmaya yönlendirir. Hızlı ve doğru düşünmeye yardımcı olur, ezber bozar...
Bunları biz değil, ABD’de yapılan bilimsel bir çalışmanın sonuçları söylüyor, herkes kabul ediyor.
Satranç oynayarak büyüyen nesillerin geleceğe vereceği katkıdan korkanlar, bağnazlığı, gericiliği, karanlığı ve cehaleti savunanlardır...
Israrla bu ülkenin en işlevsel ve desteklenmesi gereken kurumlarından birinin, Satranç Federasyonu olduğunu söylüyoruz.
Futbolda bir oyuncunun bonservis bedeli kadar bütçesiyle satrancı sevdirmeyi amaçlayan federasyon, hak ettiği ilgiyi göremese de, çok ciddi işler yapıyor inanın.
Her sporun altyapısı okullardır. Genç bedenleri ve zihinleri eğitmek önceliktir.
Madalyadan önemlisi!
Vahim olayı Milliyet’teki köşesinde sevgili Tolga Şardan gündeme getirdi. Göztepe - Eskişehirspor play-off final maçında sahaya atılan meşale ve patlayıcı maddelerin stada nasıl girdiği sorgulanırken, şeytanın bile aklına gelmeyecek bir yöntemi ifşaa etti Tolga.
Stada yüzlerce, binlerce yasaklı madde sokuldu. Bunların nasıl, hangi yollardan içeri alındığı tartışıldı. Güvenlik zaafı vardı belli ki. Lakin, bunu yapanlardan birinin devletin polisi olduğu belirlenince, insanların zihni dağıldı.
Yanlış okumadınız. Söz konusu maç öncesi stat dışındaki güvenlik birimleri elindeki çantayla tribüne girmek isteyen bir kişiyi durdurur ve kontrol etmek isterler. Ama o ne? Bu şahıs kendisinin de polis olduğunu söyler ve kimliğini çıkarır. Buna rağmen meslektaşları çantayı açar ve onlarca patlayıcı madde yakalar.
İzmir’den geldiğini söyleyen polis memuru içeri alınmaz, hakkında idari işlem başlatılır.
Aynı karşılaşmada ikinci bir skandal daha yaşanır. Bir kadın özel güvenlik görevlisi sosyal medya hesabından kapıda görevli olduğunu ve maçı izlemek isteyen hemşehrilerine kolaylık sağlayacağını söyler. Emniyet durumu tespit eder ve maçtan önce özel güvenlik kartına el koyar.
Her yerdeler
Yanlış
Başakşehirli dört futbolcunun gazeteci dövdüğü o çirkin olaydan sonra şunları yazmışız:
“Bir hafta geçti, tozlar itina ile halının altına süpürüldü. Artık biliyoruz ki darp edilen bir basın mensubu, darp eden de A milli takım oyuncusu ise hem eylemin niteliği değişebiliyor, hem de alt sınırdan ceza çıkabiliyor. Bir kenara not edin, bundan sonra gazeteci dövmek serbest hâle gelecek...”
İçimize doğmadı. Çok açıktı benzer eylemlerin küstahlık hamuruyla yoğurulup, yeniden karşımıza çıkacağı!
Milli Takım uçağında meslektaşım, 30 yıllık dostum Bilal Meşe’ye, takım kaptanı Arda Turan tarafından yapılan sözlü ve fiziki saldırı kimileri için şaşırtıcı olsa da, tehlike ‘geliyorum’ diyordu adım adım. Diyordu da, sanki gizli eller epey bir zamandır ortamı karartmaya çalışıyordu özenle.
Öfke, kin, intikam, tehdit, hesap sorma, kibir, tekmili birden futbol kültürümüzün olmazsa olmazları artık. Şimdi Arda da bu kültürün bir parçası oldu maalesef...
Ne yapsın çocuk? Önünde, boğaz kesmeye, gazetecileri evinden aldırmaya kalkan futbolcu ağabeyleri, Milli Takım kampında silah çeken, stat içinde tekme tokat gazeteci döven meslektaşları var. Örnekler çoğaldıkça ve cezasız kaldıkça, Arda gibi
Hani, “kader ağlarını örüyor” diye bir söz vardır. Sezonun son virajına girilirken, Çaykur Rizespor için “kader” maçı bundan dört hafta önce oynanmıştı aslında. Karadeniz temsilcisine “küme düştü” gözüyle bakılırken, Bursaspor’u bu sahada 6-0 gibi farklı bir skorla yenmesinin, ligin kaderini etkileyeceğini kim kestirebilirdi ki?
Tıpkı Bursaspor’un aynı süreçte hiç maç kazanamayacağının hesap edilememesi gibi. İnanılmaz şeyler oldu üç haftada. Yaşananlar Rizespor’a direnç ve motivasyon, kırmızı çizginin hemen üzerine yerleşen Bursaspor’a ise stres getirdi.
Lakin, kendi göbeğini kesmek yetmiyordu Rizespor’a. Önce Alanyaspor karşısında kazanıp görevini yapacak, sonra Bursaspor’un Trabzon deplasmanında puan kaybetmesini bekleyecekti. Yani bedenler sahada, kulaklar yüz kilometre ötede olacaktı.
Zordur bu tarz maçları oynamak. Düşündüklerinizi yapamaz, soyunma odasında konuşulanları hatırlamazsınız. Bir an önce gol bulma telaşı takımı gerer. Oyun disiplininden kopar, kendi işinizi zorlaştırırsınız.
Dün de Alanyaspor karşısında bu ruh halini yaşayan bir Rizespor vardı. Oyunun kontrolü maçın genelinde konuk ekipte kaldı. Dilediği gibi top çevirdi, hızlı hücumlarla pozisyon üretti. Salaka ve
Ne yapmıştı UEFA, Lyon-Beşiktaş maçında yaşanan olaylardan sonra?
İki kulübün de kulağını çekip, “İki yıl içinde tekrarı yaşanırsa, Avrupa kupalarından men ederim” demişti.
Lyon’daki rezaletin benzerini hafta içinde oynanan Ziraat Türkiye Kupası finalinde izledik.
Patlayıcı ve yanıcı maddeler atıldı rakip tribündeki seyircilerin üzerine. Kadın ve çocuklar kaçacak yer bulamadı.
Top toplayıcı çocuklar bu kez meşale topladı yeşil zeminden. Oyun dakikalarca durdu. Kavgayı bastırmak zordu.
“Arenalarda” yaşanabilecek bu dehşet, ülkenin Spor Bakanı’nın gözleri önünde cereyan etti üstelik.
Her fırsatta sporda şiddetin önlenmesine dair keskin ve iddialı mesajlar veren Akif Çağatay Kılıç, sabotaja uğradı resmen!
Su şişesini alanlar!