Aksini savunanlar çıkabilir. Saygılıyız. Beşiktaş’ın iki yıl üst üste şampiyon olması, ezeli ve ebedi rakipler açısından kolay sindirilebilir bir başarı değil. Empati yaparsak tersini de söyleyebiliriz.
Büyük camiaların beklentileri büyük olur. Fenerbahçe ve Galatasaray’ın bu dönemde yarışın uzağında kalmaları, belli ki yönetimsel anlamda da sıkıntı yarattı.
Transfer günlüğüne baktığımızda, her iki kulüp de mali fair-play kriterlerini sonuna kadar zorlayacağa benziyor. Sıra dışı transferler ve şampiyonluğa oynayacak kadroları yönetecek beyin takımı seçimleri, Beşiktaş’ın üçüncü kez aynı hedefi tutturmasını engellemek kadar, lider pozisyonundaki yöneticilerin gelecekleriyle de ilgili kuşkusuz. Maddi ve manevi anlamda son kozlarını oynadıklarını söylemek, kehanet olmaz.
Çetin yarış
Üç büyükler Türk futbolunun lokomotif takımları olduğunu iddia etseler de, yakın geçmişte Bursaspor, geçen sezon ise yaşadığımız Başakşehir gerçekleri, lig maratonunda ciddi engeller olarak karşılarına çıkacaktır. Önemli bir deneyim kazanan Başakşehir’in çıtayı daha yukarı taşımak için kurduğu kadro asla küçümsenmemeli.
Bunlara Trabzonspor faktörünü de eklersek, son yılların en iddialı, çekişmeli, gergin ve tansiyonu yüksek ligini yaşayacağımızı söyleyebiliriz.
Bugün itibarıyla transfere yapılan büyük yatırımlar ciddi risk. Herkes harcadığı paranın karşılığını almak isteyecek, en ufak bir haksızlıkta, ki bu yine hakemler üzerinden tartışmalara yol açacak ve ortalık toz duman olacaktır.
Herkesi yakar, bitirir
Geçen yıl “Aman büyük takımlardan şikayet gelmesin, maçları kazasız belasız bitirelim” felsefesine sarılıp 10 hakemle durumu idare eden Merkez Hakem Kurulu’nun işi bu defa gerçekten çok zor.
İddia ediyorum, 2017-18 sezonunda tüm senaryolar ve sonuçlar, hakemler üzerinden kurgulanacak. Peki, kulüpler hedefleri çizer, hazırlıklarını ve transferlerini acımasız oyunun kazananı olmak için sürdürürken, hakemler ne yapıyor dersiniz?
Valla düne kadar MHK’de yaşanan belirsizlik sona erdikten sonra kimileri sevindi, bazıları üzüldü. Değişmesini de isteyenler vardı, kalmalarını da. Dolayısıyla tatil yapmak dışında antrenmanlarına bile odaklanamayan bir hakem ordusu, olup biteni izliyordu merakla.
Ligin başlamasına bir ay süre var. Onları motive etmek, çetin geçeceği aşikâr bir mücadeleye hazırlamak ve eğitimlerini tamamlamak için ekstra efor gerektiği ortada.
Baskı ve taleplere karşın ekibinden taviz vermeyen MHK Başkanı Yusuf Namoğlu, bu kez de “adalet” kavramını doğru ve yerinde kullanmaz ise yükün altından kalkamaz.
Ateşten gömlek
Namoğlu ile dostluğumuz çok eskiye dayanır. İnsan olarak kendisini severim. Dürüstlüğünden şüphe etmem. Ancak biraz da öz eleştiri yapmayı ve hatalarını gözden geçirmeyi denemeli. MHK başkanlığı “tek adamlık” makamı değildir. Ekip işidir. Yükü paylaşacak, başarıya da başarısızlığa da ortak olacaksınız.
Farklı fikirleri dinlemek ve önerileri dikkate almaktan zarar getirmez. Kendini geliştirip yeniliklere açık olmaktan da hâkeza!
Futbol Federasyonu eski başkanı Halim Çorbalı 1987 senesinde MHK başkanlığına atandığında kendisiyle söyleşi yapmıştık. Ortalık yine karışık, kulüpler her zamanki gibi hakemleri hedef alıyordu. Şöyle demişti rahmetli: “Ateşten gömlek giydik. Ya bu işi yapar, ya yanarız.”
Çorbalı hakemlikten gelmiş, futbolun her kademesinde görev yapmış, yılların tecrübesiyle saygı gören bir insandı. MHK başkanlığı döneminde de prensiplerinden ve adaletten asla taviz vermedi. Ve çok iyi biliyorum, yapamayacağı anladığı anda da bırakıp giderdi!
Kocaman bir misyon!
Gidenin arkasından konuşulmaz derler de, torba mı ağzı milletin, tutup büzeceksin.
Önce Volkan Demirel atıp tuttu eski hocası Ersun Yanal’ın ardından. Mirasının yendiğini ima ettiği Aykut Kocaman’ı yere göğe sığdıramadı.
Sonra Souza gönderme yaptı, Pereira ve Advocaat’a. Hiç çalışmadıklarından dem vurup, Kocaman ile birlikte bir haftada 2 sezona bedel koştuklarını anlattı.
Kampta sıraya koymuşlar sanki, hepsi söz birliği ediyordu. Ardından yeni transfer Valbuena aldı sazı eline. Fenerbahçe’ye gelmesinde en büyük rolün Aykut hoca olduğunu söyledi, kırk yıldır tanıyormuşcasına.
Noktayı genel sekreter Mahmut Uslu koydu: “Kocaman, futbolun Obradovic’idir.” Ne büyük bir sorumluluk ve misyon yükledi hocaya değil mi?..
Futbolcunun hocasını sevmesi, ona güvenmesi, prensiplerine ve çalışma şartlarına saygı duyması hoştur. Takım birlikteliği adına çok önemlidir. Aykut hocanın tüm övgüleri hakettiğini düşünür ve şampiyon yaptığı takımdan nasıl gönderildiğini anımsadıkça üzülürüm.
Değişim şart!
Gerçi, “değişmeyen tek şey değişimdir” diyerek geçmişteki hatalarından sıyrıldıklarını söyler insanlar. Zaman gösterecek, ne kadar gerçekçi ve samimi olduklarını...
Aykut hoca ile 3 sezon birlikte çalışan kaç oyuncu kaldı bilmiyorum ama, onu tanımayanlar ve yeni tanımaya başlayanlar için bir şanstır böyle bir teknik adamla birlikte yürümek.
Kocaman’ın şahsında konuşuyorum, en zor koşullarda Fenerbahçe’yi şampiyon yapıp, iki kez lig ikinciliği gören, Türkiye kupasını iki kez kazanan, UEFA’da yarı final oynayan bir hoca başarılı değil, çok başarılı olmuştur. Başkanı şampiyonlukların kendisine ait olduğunu söylese bile!
Bu kadar iddialı takımlar arasından bir tanesi ipi göğüsleyecek. Fenerbahçe, yeni yapılanması ve bağrına bastığı hocasıyla bunlardan biridir. Sezon sonu sonuç ne olursa olsun, uzun vadeli planların her daim başarı getirdiği kanıtlıdır.
Lakin Aykut Kocaman “şampiyonluk” dışındaki bir derecenin başarısızlık olacağı şeklinde baskı görür ve hedeften şaşarsa, şu an ona övgüler yağdıran futbolcu ve yöneticilerin kaçı arkasında duracaktır, merak ederim!