Ne yapmıştı UEFA, Lyon-Beşiktaş maçında yaşanan olaylardan sonra?
İki kulübün de kulağını çekip, “İki yıl içinde tekrarı yaşanırsa, Avrupa kupalarından men ederim” demişti.
Lyon’daki rezaletin benzerini hafta içinde oynanan Ziraat Türkiye Kupası finalinde izledik.
Patlayıcı ve yanıcı maddeler atıldı rakip tribündeki seyircilerin üzerine. Kadın ve çocuklar kaçacak yer bulamadı.
Top toplayıcı çocuklar bu kez meşale topladı yeşil zeminden. Oyun dakikalarca durdu. Kavgayı bastırmak zordu.
“Arenalarda” yaşanabilecek bu dehşet, ülkenin Spor Bakanı’nın gözleri önünde cereyan etti üstelik.
Her fırsatta sporda şiddetin önlenmesine dair keskin ve iddialı mesajlar veren Akif Çağatay Kılıç, sabotaja uğradı resmen!
Su şişesini alanlar!
Görevimiz gereği maçları basın tribününde izleriz. Bizim de üzerimizi, çantamızı ararlar. Pet su şişelerimize el konulduğu sayısız “olay” geçmiştir başımızdan!
Peki, biz basın tribününe su şişesi bile sokamazken, statlara o patlayıcı ve yaralayıcı maddeler nasıl giriyor?
Beş-on tane değil, yüzlerce binlercesi, nasıl içeri sokuluyor?
Yazmaktan dilimizde tüy bitti. İlla bir facia mı yaşanması bekleniyor? Yoksa birilerinin ölmesi mi?
Birkaç hafta önce Denizli stadı tribününde belindeki silahla şov yapan sivil polis memurunu hoş görenlerin, bu sorulara yanıt vermesini beklemek ahmaklık!
Her türlü tahkimatın yapıldığı statlara bıçak da girer, silah da.
Maçın bitiş düdüğünden sonra sahanın hâlini gördünüz. Binlerce insan tribünden inip, güya kupa sevinci yaşadı. Ne özel güvenlik ne polis dur diyebildi.
Ya içlerinden biri futbolcuya, hakeme, rakip takım oyuncusuna saldırsaydı. Elinde, cebinde, belinde ne olduğunu kim bilebilirdi ki?
Statlarda tel örgüleri kaldırmakla övünüyor, futbolun modern tesislerde oynanmasıyla gurur duyuyoruz da, aynı çağdaş kafayı toplumun önemli bir bölümüne anlatamıyoruz maalesef.
Yasalarla, talimatlarla, yasaklarla önüne geçilebilecek bir şey değil bu. Yetkili makamlarda oturanlar kusura bakmasın. Sevinmeyi ve üzülmeyi bilmeyen bir millet olduk. Evde, sokakta, statta, bir yaşam biçimi oldu şiddet.
Ağır ceza verilmeli
Üç gün sonra unutulacak, dostlar alış-verişte görsün diye komik cezalarla geçiştirilebilecek cinsten şeyler yaşanmadı Eskişehir’de.
Başta Spor Bakanlığı, sonra Futbol Federasyonu; hani derler ya ibret-i alem için, en ağır yaptırımları uygulamalı. Tabii kendi paylarına düşeni de yapmalı!
Statlar “arena” değil diyoruz, statları arenaya çevirenlerin yol açtığı tehlikeleri ise küçümsüyoruz. Sonra da futbolun marka değerini cilalayıp, parlatmaya çalışıyoruz. Ama nafile...
UEFA ne demişti? Bir daha yaparsan men ederim. Kulüp adına bakmadan, camiaların cüssesini tartmadan, aynı kararlılığı gösterebiliyor musunuz?
Konyaspor ve Başakşehir kulüplerine veya bir başkasına, tekrarında “seni kupaya almayacağım” diyebiliyor musunuz? Önemli olan bu!
İşe hâlâ nereden başlayacağımızı bilmiyorsak, elli yıl daha sorarız kendimize, “Neden Avrupalı olamıyoruz?” diye!
Kocaman, Obradovic olabilir mi?
Anımsatmakta yarar var. Çok değil, bir yıl önce konuşmuştu Aziz Yıldırım.
Medya dahil herkesi suçlar ve esip gürlerken, konu Fenerbahçe’de çalışan teknik direktörlere geldiğinde şöyle demişti başkan: “Aykut Kocaman benim dönemimde tekrar gelemez, benden sonra isterlerse takımın başına getirebilirler. Beni ilgilendirmez.”
Aykut hocanın bu sözlere kırıldığını ve üzüldüğünü biliyorum. Sarı-lacivertli forma ile tattığı onca başarının ardından, teknik direktör unvanıyla şampiyonluk yaşamış bir Fenerbahçe sevdalısı olarak haklıdır.
Kocaman’ın adı şimdilerde Fenerbahçe ile anılıyor.
Kimin döneminde? “Benim dönemimde tekrar gelemez” diyen Aziz Yıldırım’ın!
Peki ne değişti bir senede?.. Yıldırım mı?.. Kulüp yönetimi mi?.. Yoksa koşullar mı çark ettirdi başkanı?..
Bu soruların muhatabı, kuşkusuz başkanın ta kendisidir.
Aykut hoca onu inciten sözlere karşın dönmeyi kabul ediyorsa, çok daha güçlü ve eskisinden farklı bir yere konumlanarak gelecektir.
Bunu kabul ettiremezse, zaten dönmeyecektir!
Türkiye’de kulüp başkanları, teknik konular dahil, her şeyin en iyisini (!) bilir. Davul da, tokmak da hep ellerindedir.
Fenerbahçe’de bu geleneği basketbolun başantrenörü Obradovic bozdu. Kendi yetki ve çalışma alanına kimseyi sokmadı.
Eğer gelirse; Kocaman da aynı prensipleri uygulayabilir mi?.. Futbol takımını yeniden yarışmacı hâle getirmek için, sezon öncesi planlama ve işbirliği önemli. Üstelik köklü bir yapılanma söz konusu ise.
Sonrası zaman ve sabır işi. Bu süreçte Yıldırım alışkanlıklarını değiştirmeyi becerebilirse, hem takımın hem yeni hocanın önünü açar. Yoksa balayı çabuk biter!
Enes ve bohçacılar
Enes Ünal 3 milyon euroya Manchester City’e transfer olduğunda kazandıkları para için el ovuşturanlar, bugün dizini dövüyor mudur bilmiyorum?
Bursaspor’da forma giyerken, henüz 18 yaşında İngiliz kulübünün radarına girmiş ve “yatırım amaçlı” cüzi bir ücretle yetenek avcılarının liste başı olmuştu Enes.
City, milli futbolcuyu Twente’ye kiralarken, yeteneklerinden kuşku duymuyordu elbette. Enes’in bu sezon gösterdiği performans parmak ısırtacak cinsten olunca, kısa vadede nasıl kâr edileceğini gördü cümle alem! Tam 11 milyon euro...
İki sezon önce 3 milyon euroya alınan Enes, şimdi 14 milyon euro bonservisle La Liga’da. Bizim kulüpler 3-5 milyon euronun hesabını yapar, scout ekipleri emeklilik yaşındaki “yıldızları” aldırabilmek için yöneticiler önünde takla atarken, İspanyol kulübü Enes’i 5 yıl sonra kaç katı ücretle satacağını planlıyor belki de...
Velhâsıl vizyon meselesi. Yetiştirme tazminatından gelecek pay neyinize yetmiyor? Onunla da bohçaya bir yama daha eklersiniz!