Vahim olayı Milliyet’teki köşesinde sevgili Tolga Şardan gündeme getirdi. Göztepe - Eskişehirspor play-off final maçında sahaya atılan meşale ve patlayıcı maddelerin stada nasıl girdiği sorgulanırken, şeytanın bile aklına gelmeyecek bir yöntemi ifşaa etti Tolga.
Stada yüzlerce, binlerce yasaklı madde sokuldu. Bunların nasıl, hangi yollardan içeri alındığı tartışıldı. Güvenlik zaafı vardı belli ki. Lakin, bunu yapanlardan birinin devletin polisi olduğu belirlenince, insanların zihni dağıldı.
Yanlış okumadınız. Söz konusu maç öncesi stat dışındaki güvenlik birimleri elindeki çantayla tribüne girmek isteyen bir kişiyi durdurur ve kontrol etmek isterler. Ama o ne? Bu şahıs kendisinin de polis olduğunu söyler ve kimliğini çıkarır. Buna rağmen meslektaşları çantayı açar ve onlarca patlayıcı madde yakalar.
İzmir’den geldiğini söyleyen polis memuru içeri alınmaz, hakkında idari işlem başlatılır.
Aynı karşılaşmada ikinci bir skandal daha yaşanır. Bir kadın özel güvenlik görevlisi sosyal medya hesabından kapıda görevli olduğunu ve maçı izlemek isteyen hemşehrilerine kolaylık sağlayacağını söyler. Emniyet durumu tespit eder ve maçtan önce özel güvenlik kartına el koyar.
Her yerdeler
Yanlış anlaşılmasın; bu iki örnek polis ve özel güvenlik teşkilatlarını karalamak ya da zan altında bırakmak için verilmedi. Her camiada, her toplulukta işini ve konumunu kullanarak suç işleyen insanlar olabilir. Fakat bunlar düzeni sağlamakla yükümlü ise, işin rengi değişir!
İçişleri ve Spor Bakanlıklarının soruşturmasından çıkacak sonucu merakla bekliyoruz. Çünkü Antalya stadında yaşananlar, bundan sonra alınacak önlemlere de ışık tutacak.
Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın, kupa maçlarında da e-bilet uygulamasına geçilmesi önerisi hem caydırıcı olabilir, hem olaylara karışanların hızla tespit edilmesini sağlayabilir.
Ama şunu unutmayalım; holiganlar, sokakta yanımızda yürüyen, aynı iş yerinde çalıştığımız, mevki-makam sahibi, kelli felli insanlardan da çıkabiliyor. Örneklerini çok gördük, duyduk ve şaşkına döndük.
Bu sorun yasalarla, yasaklarla ve tedbir almakla çözülmüyor. Aileden başlayarak iyi bir eğitim almamış ve düzgün bir birey olarak yetişmemiş iseniz, o statlara girdiğinizde kişilik değiştirir ve birer canlı bomba olarak toplumu daima tehdit edersiniz.
Şiddet ve küfür kültürüyle beslenen yeni nesiller yetişmesini istemiyorsak, kulağımızın üzerine yatmaktan vazgeçmeliyiz. Çok geç olmadan!
Fener’den Trabzon’a kıyak!
2011 yılındaki şike sürecinden sonra arası açılan ve gerilimi bugünlere taşıyan sadece iki kulüp kaldı. Hâlâ didişirler.
Ne Fenerbahçe geri adım attı, ne Trabzonspor davasından vazgeçti. Araya bir de Mehmet Ekici krizi girince, sinirler iyice gerildi.
Sonuç? Ekici’nin fedakârlığı (!) sarı-lacivertli kulübe 6 ay sonra bonservisi elinde olan bir futbolcu kazandırdı.
Ya Trabzonspor’a?.. İşte burası daha önemli, Yusuf Yazıcı adında bir yıldız adayını...
Filmi hemen geri saralım. Fenerbahçe devre arasında talip olmasa, Ekici sezon sonuna dek Trabzonspor’da oynayacak mıydı? Yüzde 80 evet.
Ekici kalsaydı, ara transferde kiralık verilmesi planlanan Yusuf Yazıcı kadroda yer bulabilecek miydi? En azından hocasının ilk tercihi olmayacaktı.
Futbolcunun inadı, Fenerbahçe’nin ısrarı, Trabzonspor’a büyük kıyak oldu!
Yönetim baktı ki elinde bir yıldız adayı var, 5 yıllık imzayı attırdı Trabzon’un evladına! Bugün bonservisine 10 milyon euro yazılan genç oyuncu, Karadeniz temsilcisinin “şans eseri” de olsa en önemli yatırımı artık.
20 yaşında Avrupa’nın da radarına giren Yusuf, işlenme aşamasındaki bir cevher. Aslında o cevher Trabzonspor’un kasasında duruyordu da, kıymetini anlayabilen yoktu.
Fenerbahçe ve Ekici marifetiyle Yusuf Yazıcı gibi bir değer keşfedildi ise, yönetim ve teknik heyet gözünü dört açmalı. Yıllardır saçma transfer politikaları ile kulüp batma noktasına getirildi. Oysa Trabzon’un bereketli toprağından futbolcu fışkırıyor. Her sezon bir-iki Yusuf çıkarabilseniz, geleceği kurtulur kulübün.
Yapacağınız, biraz cesaret ve motivasyon, azıcık da öz güven katmaktır altyapıda sırasını bekleyenlere...
Cumhurbaşkanı bile dayanamadı!
Arda Turan’ın Kosova maçı öncesi sebep olduğu vukuat ve sonrasında yaşananlar, kabak tadı verdi.
Ancak tarafların karşılıklı açıklamaları, milli takımın nasıl bir kaos ortamında çırpındığını görmek açısından yararlı oldu!
Öyle ki, kimin doğru söylediğini, kimin olayları çarpıttığını saptamak için yalan makinesi getirseniz, dayanamaz sigortası atar.
Ne demişti Arda prim haberlerine tepki olarak? “Bunları kimlerin sızdırdığını biliyorum. Bu haberleri kim sızdırdı ise onlar gidecek.”
Tanığı, ara bulucu (!) Emre Belözoğlu da “Öyle olacak, kim çıkarttı ise...”sözleriyle kardeşine destek vermişti.
Fatih Terim’in yanıtı ise: “Hande Sümertaş ve Bülent Bayraktar... Onları size vereceğimizi mi zannettiniz?” olmuştu.
Düşünebiliyor musunuz, biri milli, diğeri eski milli iki futbolcu, Terim’in ekibinde çalışanları görevden aldıracak kudreti ve gücü görüyorlardı kendilerinde!
Belli ki ipin ucu çoktan kaçmış, işin çivisi çıkmıştı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan büyük resim üzerinden mesajı vermese, bu tartışma daha aylarca sürüp gidecekti.
Erdoğan’ın “Sporcu da olsanız milletin gönlünde yer edinmek kolay değildir. Başarmışsanız toplumsal bir sorumluluk üstlenmişsiniz demektir. Bunu taşıyamayanlar, sadece kendilerine değil, temsil ettikleri camiaya ve milletimize de zarar verdiklerini bilmelidirler” uyarısı, aynı safta duranları kendine getirdi mi, bilemeyiz.
Üzücü olan, illa birinin sopayı göstermesi ve insanların hizaya geçmesi!
Ben çok umutlu değilim, kriz eylül ayına kadar ara verdi, o kadar!