Transferin en sıkıntılı takımlarından biri de, vites artırmayan Beşiktaş kuşkusuz. Para mı yok? Var. Futbolcu mu bulamıyor? Elini sallasa ellisi. Peki ya ne?
Başkan Ahmet Nur Çebi ve Teknik Direktör Şenol Güneş, kulübün çıkarlarını korumak için kılı kırk yarıyor. “Çöpe atılacak kontratımız yok” diyor ikisi de...
Örneğin transferi yılan hikayesine dönen Halil Dervişoğlu. Bu tarz bir oyuncu ihtiyaç mıdır? Bence evet. Ama ihtiyaçla bitmiyor. 1 milyon euro ücret istiyor Dervişoğlu. Ne kadar kolay telaffuz ediyoruz değil mi? Oysa karşılığı 28-29 milyon lira.
Beşiktaş bu parayı elbette verebilir. Ancak Başkan Çebi ve Teknik Direktör Güneş’in gözettiği takım içi dengelerin bozulmaması, en azından korunması.
Öyle ya Cenk Tosun, Mert Günok veya Salih Uçan gibi üst düzey isimler bu maaşı almazken, Dervişoğlu’na fazlasını vermek hangi mantık ve vicdana sığardı?
Başkan ve hocanın sadece Dervişoğlu özelinde değil, transferde tüm oyuncularla ilgili tavrı, takdir edilecek cinsten.
Bazılarının ezberi bozulmuş olabilir. Ancak doğru
Arda Güler, Türkiye’nin yurt dışına gönderdiği en değerli futbolcu oldu. Ağabeylerini solladı, geçti. Daha fazlasını yapan çıkar mı, bilinmez.
Onu herkes Fenerbahçeli Arda olarak konuşuyor değil mi? Hikaye burada başlamıyor.
Arda Güler, Fenerbahçe’deki performansı ile Avrupa’nın en iddialı ekiplerinin radarına girse de, onu keşfeden, yetiştiren ve bu seviyeye gelmesinde emeği olan Gençlerbirliği Kulübü’dür.
Ankaralıyım. Altındağ düşük ve orta gelirli ailelerin oturduğu bir ilçedir. Alışveriş, mahalle pazarından yapılır. Domatesin ve biberin iyisi değil, ucuzu tercih edilir. Koleje değil, en yakın devlet okuluna gidilir.
Arda’nın doğup büyüdüğü bu ilçede insanların ulaşmak istedikleri hayalleri vardır. Ayrıcalıklı olmak ve yeni ufuklara yelken açmak için yetenek ve şans gerekir. Tabii bir de bunları değerlendirecek ortam.
Arda, 9 yaşında Türkiye’nin alt yapıya en çok önem veren kulübü Gençlerbirliği’nin kapısından girdi. Efsane başkan, rahmetli İlhan Cavcav’ın tedrisatına yani.
Geçen hafta Fenerbahçe Teknik Direktörü konusunda gündeme pek çok isim gelirken, İsmail Kartal’ın en kuvvetli aday olduğunu yazmıştı gazetem.
Süper ligimiz, yabancı futbolcu ve çalıştırıcılar için sözleşme cenneti. Uzun süreli anlaşmaların bedeli ağır oluyor. Tazminatlar can yıkıyor, FIFA’nın kılıcı başımızda sallanıyor. Kartal ile sezonluk kontrat yapılması bu yüzden tuhaf geldi bana. Başkan belki de kendi görev süresiyle kısıtlı kalmasını istedi.
Ali Koç’un “İsmail Kartal” kararını tek başına almadığını ve yönetim kurulunda görüş birliğine varıldığını biliyorum. Başkanlığı döneminde bir kez “Ziraat Türkiye Kupası” kazanması, camiayı mutlu etmiyor elbette. Bu kez hoca tercihinde sorumluluğu paylaştırmasının anlamı var elbette. Lakin camianın da bunu bilmesi ve anlaması gerek.
Aziz Yıldırım’ın “güven tazele” mesajına verdiği karşılık sert de olsa, Koç’un son kozunu oynadığı aşikar. Aileden gelen “yeter artık yıpranma” baskısı, başkanı stresli bir kulvara sokacak. Yüzüncü
-Futbol Federasyonu’nun özerk yapıya kavuşmasından bu yana, yani yaklaşık 30 yıldır genel kurul toplantısı kaçırmadım.
Perşembe günü Ankara’da yapılan olağan seçimli kongrede Mehmet Büyükekşi 4 yıllığına daha yetki aldı. Hayırlı olsun, işi kolay değil.
Her şey bir yana, ilk kez böylesi bir tuhaflığa tanıklık ettim. Kongrelerde gelenektir; seçim bittikten sonra başkan teşekkür konuşması yapar. Lakin bu kez ne oldu? Oyunu kullanan terk etti salonu... Hatta oteli... Divan Başkanı Murat Sancak görevlilere defalarca çağrı yaptı, “herkes içeri gelsin” diye. Mehmet Büyükekşi de neredeyse 10 dakika bekledi kürsüye çıkmak için.
Sonunda dayanamadı, söz aldı, çok kısa kesti. O anda içeride TFF yetkilileri ve medya mensupları dahil kaç kişi vardı biliyor musunuz?
Toplasanız 50 kişi yoktu. Ayıptır ayıp... Dahası makama saygısızlık. Gelmeyin o zaman kardeşim, bu kadar masrafa, eziyete ne gerek var? Ya da federasyon böyle toplantıları iddialı olduğu dijital ortamda yapsın, herkes de rahat etsin.
İçeride konuşun
Genel
Trabzonspor Başkanı Ertuğrul Doğan’ı açık sözlü olması nedeniyle kutluyorum.
Kulübün içinde olduğu ekonomik durumu, transfer politikalarını ve geçmişte kendisinin de dahil olduğu yanlışları dürüstçe söylemesi, alışık olmadığımız bir tarzdı.
“Sabah akşam borç ödemek için uğraşıyoruz” dedi Doğan. Doğrudur, hataların bedelidir bu tablo. Şampiyonluk uğruna o kadar açıldı, o denli hesapsız davrandı ki eski yönetim, şimdi hesap vakti geldi.
Ertuğrul Doğan’ın bu koşullarda göreve talip olmasının cesaret işi olduğunu söylemiştim. Çünkü kulübün ekonomik olarak hangi noktaya geldiğini en iyi bilenlerden biridir kendisi.
Hafta içinde düzenlediği sohbet toplantısında sözünü ettiği her sıkıntı, Trabzonspor’un bundan sonraki hedefleri ve vizyonuyla ilgili ip uçları içeriyor.
Gerçekleri kabul etmek
Bir; orta vadede öncelik, kulübü borç batağından kurtarıp düzlüğe çıkarmak.
İstanbul bugün tarihi günlerinden birine daha tanıklık edecek. Avrupa’nın, hatta dünyanın gözü Atatürk Olimpiyat stadında, Manchester City ile Inter arasında oynanacak Şampiyonlar ligi finalinde olacak. Ülkemiz açısından son derece önemli bir organizasyon. Türk futbolu adına müthiş prestijli bir final. İstanbul’un tanıtımından hiç söz etmiyorum, çünkü bu kenti bilmeyen, duymayan, görmeyen yok neredeyse. Covid-19 ve pandemi sürecinde iki kez İstanbul’dan alınan UEFA’nın bir numaralı finalinin Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yılına denk gelmesi bizim için de ayrı bir gurur kuşkusuz. Hoş bir rastlantı oldu. Bir Türk takımının Şampiyonlar Liginde final oynaması hayali ne zaman gerçek olur bilmiyorum ama, bugün sahada iki Türk oyuncuyu izlemek keyif verecektir hepimize. Bir tarafta İlkay Gündoğan, diğer yanda Hakan Çalhanoğlu olacak. İllaki taraf tutmak gerekiyorsa, gönlüm Hakanlı Inter’den yana olacaktır.
Gölge düşmesin
Kusursuz bir ev sahipliği yapacağımızdan endişem yok. Bundan 18 yıl
Türk futbolundaki en büyük sorun istikrar. Süper ligin son şampiyonu Trabzonspor gelecek sezon Avrupa kupalarında yer alamıyorsa, kimseyi suçlamadan şu tespiti yapmam gerek; “Kendisini dev aynasında görenler bir anda cüceye dönüşebilir.”
Bordo-mavili ekibin şaşırtan performansına gelince. Üç hedefini de yitirdikten ve hem yönetim hem teknik kadro anlamında yenilendikten sonra rahatlamış bir Trabzonspor izliyoruz son haftalarda.
Başakşehirspor karşısında teknik direktör Bjelica’nın tercihleri dikkat çekici idi. Sanıyorum bu sezon Süper Ligde ilk kez bir ekip bu kadar çok yerli oyuncu ile çıktı sahaya. Trabzonspor’da sadece iki yabancı ile başladı maça. Yedek kulübesinde ise sadece Larsen vardı.
Hırvat hoca ligin son maçında genç ve yetenekli gördüğü oyuncuları tercih etti. Doğru karardı. Daha önce yapabilir miydi? Evet ama, o önce kendini kanıtlama çabasına girdi. İşler kötü giderken takımı düzlüğe çıkarmak adına aldığı sonuçların karnesine artı yazacağını biliyordu.
İlk kez
Futbolda şampiyonluk heyecanı sona erdi.
Liglerin tescil edilmesinin ardından gözler 22-23 Haziran’da yapılması beklenen Türkiye Futbol Federasyonu başkanlık seçimine çevrilecek.
Seçime gireceğini açıklayan Mehmet Büyükekşi’nin kulüplerin geniş bir kesiminin desteğini aldığı ve yeterli imzaya ulaştığını duydum. Elbette karşı çıkan ve çekimser kalan “büyükler” de var.
Büyükekşi başarısız mıdır? Tartışılır. Sorun, yaptığı işleri anlatamaması. Danışmanlarını eleştiriyorum bu anlamda. İyi bir ekibi ve kurulları da yok ayrıca.
Kamuoyu, futbolun temel sorunlarına odaklanmıyor. Hele kulüpler... Onlar için asıl olan, çıkarlarını camiaları önünde savunmaya çalışmak, yapamazlar ise ezeli rakiplerine bulaşmak. Tutmadı mı? Federasyona kafa tutmak, hakemlere saldırmak.
Evet; iddiamın arkasındayım, “agresiflik” üzerine kurulmuş bir düzen.
Herkes hakkının yendiğini düşünüyor, “başkasının hakkını yedim mi?” diye yüzleşmiyor. Toplama çıkarmayı bilen herkes görür. Matematikte böyle