Maçtan 24 saat önce düzenlenen basın toplantısında dikkatlerden kaçan bir çelişki vardı. Trabzonspor Teknik Direktörü Mustafa Akçay ısrarla beraberlik üzerine kurulu bir oyun stratejisine vurgu yaparken, hemen yanında oturan Alanzinho, “Üç puan alacağımıza eminim. Çünkü kendimize güveniyoruz” diyordu. Ya Alanzinho hocasının ne demek istediğini anlamamış, ya da Akçay öğrencilerine ne istediğini anlatamamıştı. Geminin kaptanı ayrı, tayfası farklı hedefler çizebilir miydi? Bize ilginç gelmişti.
Maç, Legia açısından son şanstı. Kazanamadığı takdirde grupta hiçbir şansı kalmayacak, üstelik bu veda kendi evinde olacaktı. Dolayısıyla çılgın seyircisinin de desteği ile saldıran taraf olması normaldi. Trabzonspor elbette bu oyun anlayışına karşı önlem almalıydı. Nitekim Akçay’ın rakibi kendi yarı alanında bekleyip kontrol altında tutmaya çalışması kabul edilebilir bir düşünce idi. Gelin görün ki, Zokora ve Colman’ın neredeyse savunmanın içine gömülmesi, dönen topların hep rakipte kalmasına ve kalemize bol bol şut atmasına neden oldu. Kanatlardaki Olcan ve Malouda’nın bu bölgeye gelerek yeterli desteği verememesi, inisiyatifin tamamen Legia’ya geçmesini sağladı. Koskoca ilk yarıda
Önce Trabzonspor’un nasıl bir takımı yendiğinden söz edelim. Elazığsporlu kardeşlerim kusura bakmasınlar. Bu kadro ve oyun anlayışı ile Süper Lig’de tutunmaları çok zor. Yeni hocaları Okan Burak, atı alan Üsküdar’ı geçmeden neleri değiştirebilir, en azından Ocak ayına kadar ne kadar puan toplayabilir bilemeyiz ama, sahadakilerin iyi niyetinin ve çabasının onları iyi yerlere taşıması kolay değil. Ne savunma yapmayı, ne hücum etmeyi becerebiliyorlar. Pas hataları en üst seviyede. Maalesef kapasiteleri bu kadar. Buna rağmen bulduğu pozisyonlara gelince. Giray’ın yaptırdığı penaltı dahil, Trabzonspor kalesinde yarattıkları tehlikelerin tümünde savunmanın ve hemen önlerinde oynayan ikilinin ciddiyetsizliği dikkat çekiciydi.
Hani böyle bir maçın kırılma anı olur mu derseniz, ilginçtir olur. Trabzonspor 1-0 önde iken Giray’ın gereksiz yere sebep olduğu penaltı vuruşu ve hemen sonrasında kaleci Onur’un iki kritik müdahalesi olmasa, bordo-mavili takımın üzerindeki ölü toprağının kalkacağı yoktu. Hazır söz Onur’dan açılmış iken, kaptan bu kurtarışlarının dışında üç gol vuruşunda daha önemli hamleleriyle yine maçın yıldızı olmayı başardı. Belki gemi batmazdı, lakin rotadan çıkmasını
Nihat Özdemir ve Ali Koç, şike sürecinde Fenerbahçe’nin rotasını çizen iki önemli yöneticiydi. Aziz Yıldırım’ın cezaevi günlerinde camiayı ayakta tutup kulübün çıkarlarını savunmaya çalıştılar. Başarılı da oldular.
Yıldırım yarın yapılacak seçimli olağanüstü kongre öncesi Özdemir ve Koç’u yanında görmek istedi. Çok da ısrar etti. Lakin her ikisi de teklifi geri çevirdi. Belki içleri sızlayarak, belki gözleri dolarak.
Peki niçin Yıldırım’ın başkan vekilliğini kabul etmediler? Böylesi kritik bir seçimde neden Yıldırım’ın listesinde yer almayı uygun görmediler?
Kendilerine sorsanız, bildik bir gerekçe ortaya koyacaklar: “İşlerimiz çok yoğun, yeterince mesai harcayamayız.”
Siz buna inanıyor musunuz?.. Ben inanmıyorum.
Özdemir de, Koç da ülkenin en önemli işadamlarından.
Büyük yatırımları, devam eden devasa projeleri var. Çoğu devlet ile. Eee ne olmuş?
Önce dokuz hafta sonunda şu istatistiklere bakmakta fayda var. Trabzonspor ligin en az gol atan iki takımından biri. Ne demek bu? Bordo-mavili ekibin hücumda sıkıntıları var. Pozisyona girmekte, girdiği pozisyonlardan sonuç almakta zorlanıyor. Öte yandan aynı ligin en az gol yiyen takımı. Başta kalecisi Onur’un büyük katkıları ile, savunmacı bir kimliği var. Atmayı da sevmiyor, yemeyi de!
Kasımpaşaspor’un karnesi ise bir hayli farklı. İlginçtir, Sivasspor ile birlikte Süper Lig’in en ofansif ekibi. Futbolu iki yönlü oynuyor. Yediğinden fazlasını atarak keyif veren bir oyun anlayışını benimsemiş. Hızlı hücumu seviyor, gol yollarında Scarione ve Babel gibi çok etkili silahları var. Yakaladı mı affetmiyor.
Gelelim dün geceye. Trabzonspor’un yediği ilk iki golde ciddi savunma hataları görüldü. Önce Kerem’in uzaktan vuruşunda onu karşılayan hiç bir futbolcunun olmaması, ikincisinde ise sürekli değişen savunma kurgusunda yaşanan uyumsuzluk, can yaktı. Zaten kısıtlı bir kadroya sahip Trabzonspor’da sakatlık ve cezalı oyuncuların çokluğu, teknik direktör Mustafa Akçay’ı yine farklı arayışlara sevk etti. Bu kez savunmada Giray, orta alanda Soner’e görev verdi ama, her iki oyuncu da
Üç maçta yedi puan, Trabzonspor’un Avrupa hedefi açısından mükemmel bir performans olarak değerlendirilebilir. Buna bir de grubun favorisi gösterilen Lazio’nun kayıplarını ekleyin, Mustafa Akçay’ın takımı yolu yarılamış sayılabilir. Var mı itirazı olan? Yok.
Peki, UEFA Avrupa Ligi’nde işler bu denli yolunda giderken insanlar niçin memnun değil Trabzonspor’un oynadığı futboldan? Taraflar neden tepkili? Niçin tribünler hâlâ boş? Bazı futbolcuların diken üstünde olması çok mu normal? Ya da Onur’un son dönemlerdeki olağanüstü formu olmasa, Trabzonspor’a “başarılıdır” sıfatı yakıştırılabilir mi?
Mustafa Akçay’ın dediği gibi beklenti yüksek tutulunca, beğenmek zor, eleştirmek kolaylaşıyor. Bazen de kantarın topuzu kaçabiliyor.
Biz hocanın iyi niyeti ve doğru işler yapma çabasından zerre kadar kuşku duymayanlardanız. Lakin kusurumuza bakmasın, Akçay’ın halen bu takıma ne oynatmak istediğini, kafasında nasıl bir sistem oluşturduğunu, oyuncu tercihlerini yaparken kriterlerinin ne olduğunu anlayabilmiş değiliz. Hani rakibe göre takım deseniz, öyle bir şey de yok.
Ayağına kurşun sıkmak
Örneğin herkesin çok şey beklediği Malouda. Bu adam kanat oyuncusu. Alıp orta sahanın göbeğine
Futbolda realite bu; kazandın mı? Ne oynarsan, nasıl oynarsan oyna, haklısın. Tıpkı dün geceki Trabzonspor gibi. Eleme maçları da dahil en kötü futbolunu Varşova karşısında sergileyen temsilcimiz, Teknik Direktör Mustafa Akçay’ın ilginç oyuncu tercihlerine rağmen, hanesine üç puan daha yazdırırken, gruptan çıkma yolunda çok önemli bir avantaj elde etti. Sonuca yönelik futbol mantalitesinin savunucusu Akçay da, tatsız tuzsuz bir mücadelenin takdir edilecek komutanı olmayı başardı...
Kuşkusuz gecenin ilk süprizi 7 yabancılı takımda Janko’nun pivot santrfor olarak görev almasıydı. Avusturyalı futbolcu da attığı golle hocası haklı çıkarmayı bildi! Hepsi bu kadar. İkincisi, Janko’yu besleyecek ve topu ileriye taşıyacak ayaklardan biri olması gereken Yusuf’un kulübeye çekilmesiydi. Son haftaların formsuz isimlerinden Malouda yine göbekte, Avrupa golcüsü Henrique ise hiç de alışık olmadığı santrfor arkasında oynayınca, Trabzonspor takımı ne önde baskı yapabildi, ne orta sahada rakibin atak başlangıçlarına önlem alabildi. Dolayısıyla Polonya liginin en çok gol atan takımı Varşova aklından bile geçirmeyeceği kadar kadar pozisyon buldu. Hele öyle bir ikinci yarı yaşandı ki, Varşova’nın
Trabzonspor, farklı kazanabileceği maçta tek puana duacı oldu ise, ortaya çıkan tabloda kuşkusuz teknik direktör Mustafa Akçay’ın oyuncu tercihleri ve değişikliklerinin rolü büyüktü. Bordo-mavili takımın mevcut kadrosu bu tarz fantazilere ve rotasyona müsait olsa, sözümüz yok. Mutlak kazanıp zirveye ortak olmak istediğin bir maçta böyle bir lüksü bulunmayan Mustafa hoca, bu kez savunmanın göbeğinde Mustafa’nın yanına Bamba’yı koyup Aykut’u sol beke sürdü. Belli ki, Olcan’ın ofansif yönünden yararlanmak istemişti.
İlk yarıda işlerin istediği gibi gidiyor görünmesinde Sivas savunmasının inanılmaz hatalarının payı vardı. Malouda ve Henrique’nin girdiği 3 net pozisyonda son vuruş becerisi olsa tüm bunları konuşuyor olur muyduk? Evet yine konuşurduk. Bir kanat oyuncusu olan Malouda’yı ortaya çekip, Adrian’ı geriden pas almaya zorlayan oyun anlayışını eleştirir, hücumu hiç düşünmeyen Sivasspor’a neden bu kadar çok pozisyon verildiğini konuşurduk.
Maçın döndüğü, Akçay’ın ise oyuncu değişiklikleri ile düne damga vurduğu an, Mustafa Yumlu’nun atıldığı pozisyondu. Mustafa, Ziya ile girdiği mücadele topu bıraksa faulu alacak, rakibi sarı kart görecekti. Ama o ne yaptı? Hırsına yenik
Nurcan Taylan adı size neyi anımsatıyor? Ülkemize olimpiyatta ilk altın madalyayı kazandıran kadın halterciyi mi, yoksa yüzümüzü kızartan doping skandallarını mı?
Nurcan kardeşimiz kusura bakmasın. Ben artık onun ismi gündeme geldiğinde, doping sözcüğünü bir kenara koyamıyorum.
Ne 2004 yılında Atina’da kazandığı olimpiyat altının önemi var benim için, ne de kırdığı rekorlar ve dünya şampiyonluklarının...
Halter son derece ağır ve performans isteyen bir spor dalı. İlkinde hata yapmıştır dersiniz. İkinci de kafanız karışır. Ama üç oldu mu, doping artık sizin yaşamınızın bir parçası olmuş demektir.
Geçenlerde medyada bir haber vardı. Başlığı da “Taylan’a müjde!”
Neden? O daha trajik.
Londra olimpiyatı öncesi Türkiye’de yapılan kontrolde yasaklı ilaç kullandığı saptanan Taylan’ın 4 yıllık cezası yarı yarıya inmiş ve ilk dünya şampiyonasında yarışma ihtimali doğmuş.