Aynı zorlu süreç, Trabzonspor ile birlikle Galatasaray’ı da bekliyor. 21 gün içinde iki Avrupa, bir kupa ve dört lig maçı var. Her biri ayrı önem taşıyan bu maçları en az kayıpla atlatabilmek, zengin bir kadro, sağlam fizik ve moral gerektiriyor. Trabzonspor’da bu faktörlerin tümü bir araya gelemese de, son zamanlarda kazanmaya başladığı takım ruhu ve yardımlaşma, açıkları kapamaya yetiyor. Tabii en önemlisi, pek çok takıma nasip olmayan kaleci artısı var bordo-mavili ekibin. Kaptan Onur‘un giderek artan performansı “nazar değmesin” dedirtecek cinsten. Bazen tek başına maç kurtarıyor, kimi zaman takımın en sıkıntılı anlarında arkadaşlarının ayakta kalmasını sağlıyor. Tıpkı dünkü Erciyesspor maçında olduğu gibi. Sadece ilk yarıda üç net gol vuruşunda insan üstü kurtarışlar yapıp, Vleminckx’i isyan ettirirken, maçın bir değil birkaç kez kırılmasını önledi. Soner’in füzesinde ise son müdahalesi bile alkışı hak etti.
Trabzonspor yönetimi, devre arasında yapmayı planladığı transfer listesinin ilk sırasına Onur’un adını yazmalı. Sözleşmesindeki özel hüküm gereği “parayı getiren Onur’u alır” şartını ise “Onur’u paraya değişmeyiz” şeklinde değiştirmeli.
Maçta bir kaleden bu kadar
Fatih Terim’in ahı tuttu desek.. Yok yok, bizim tanıdığımız Terim, canı kadar sevdiği camiaya beddua etmez. Aksine, ortada kendisinden kaynaklanan bir olumsuzluk varsa, üzülür.
Günlerdir Galatasaray muhabiri arkadaşlarımızın haberleri ve yorumlarını okuyoruz.
İddialara göre takım ruhunun yerinde yeller esiyormuş.
Yabancı oyuncularla yerliler küsmüş.
Başkan Ünal Aysal çürükleri ayıklayın demiş. Teknik direktör Mancini radikal kararlar almaya hazırlanıyormuş.
Anlayacağımız, 4. yıldız parolası ile başlayan sezonun ortası gelmeden, Galatasaray’da işler arap saçına dönmüş.
Peki, Mancini bu krizi çözebilir, 20. şampiyonluğun mimarı olarak adını sarı-kırmızılı kulübün tarihine yazdırabilir mi?
Şu bir gerçek; Trabzonspor takımı iyi de oynasa, kötü de olsa, Avrupa maçlarında istediği sonuçları alıyor.
Elemelerde beş galibiyet, bir beraberlik, grupta dört galibiyet, bir beraberlik ve 13 puanla liderlik. Daha ne olsun değil mi? Bu açıdan baktığınızda futbolcuları ve teknik direktörü eleştirmek insafsızlık gibi görünse de, futbol şansının şu ana kadar Trabzonspor’un yanında olduğu kesin. Gerek rakiplerin kalitesi ve gücü, gerek bordo-mavili oyuncuların Avrupa maçlarına farklı motive olması, işlerin hep istendiği gibi gitmesini sağladı. Kimi zaman Henrique, bir maçta Malouda, bazen de tıpkı dün geceki gibi Olcan çıktı sahneye. Tabii, takım olarak da ligdekinden daha istekli, disiplinli ve mücadeleci bir görüntü çizmesi de önemli bir artı idi.
Apollon karşısında alınan galibiyet bu yüzden aldatıcı olmasın diyoruz. İlk yarıda iki ciddi atak iki gol getirdi. Gecenin yıldızı Olcan iki uzun savunmacı arasından topu kafayla ağlara gönderirken, zıplamadı bile. Aynı Olcan hemen bir kaç dakika sonra Soner’e al-at tarzı bir pas verdi, o da bu ikramı geri çevirmedi. Sonrasında kendi alanında sürekli top çeviren, rakibin üzerine gelmesini bekleyen bir Trabzonspor vardı sahada.
Trabzon’un en güzel koylarından biri doldurularak Başbakan tarafından 41 bin kişilik stadın temelini attığı gün Avni Aker tribünlerinin vermek istediği mesaj, vaadler ve ortaya konan hedeflerle ilginç bir tezat oluşturuyordu. Gerçi bu sezon Trabzonspor’un kendi evinde oynadığı maçların tümünde seyircinin küskün tavrı dikkat çekiyordu. Takım ile taraftar arasındaki iletişimin neden bu denli zayıfladığının yanıtı elbette Avrupa çapında bir stadın eksikliği olamazdı. Öyleyse, coşku ve heyecanın dozunu düşüren başka faktörler vardı. Futbol anarşisi ve sportif başarıya duyulan hasretin yanı sıra, sporla siyasetin sıkça birlikte anılmasının yarattığı rahatsızlık gibi!..
***
Maça gelince... Trabzonspor belli ki önce kaybetmemek için çıkmıştı sahaya. Ve son Gençlerbirliği yenilgisi, sahadaki oyunculardan çok teknik heyette travma yaratmıştı. Mustafa Akçay’ın rakibi kendi alanında kabul edip, sonrasını tanrıya havale ettiği taktik anlayışı, ofansif futbolu düşünen her takım için elbette avantaj idi. Erkan Zengin, Hürriyet, Tello, Erman Kılıç ve N’Diaye gibi orta alan Trabzonspor’a hem sayısal, hem de fiziksel üstünlük sağlayacak silahları bulunan Eskişehirspor, ilk yarıda oyunu
Zenginin parası züğürdün çenesini yorarmış. Şu aralar dilimize dolayıp, orasından burasından çekiştireceğimiz yeni bir konu bulduk.
Bu kez de Fatih Terim’in A Milli Takım teknik direktörü olarak Türkiye Futbol Federasyonu’ndan alacağı ücret medyanın ilgi odağı hâline geldi. Her kafadan bir ses, her spor programında izlenmeye endeksli iğneleyici yorumlar var.
Efendim asgari ücretin bilmem ne kadar olduğu bir ülkede, Terim’e milyonlarca euro nasıl ödenirmiş? Adamın aylık geliri Başbakan’dan fazla imiş. Beyler ahkam kesecek, millete ilacı damardan verecek ya, “Vatan Millet Sakarya” için yapılan işlerde para mevzu olmamalı imiş. Sevsinler sizin milliyetçiliğinizi!
Önce şunun altını çizelim. Terim’in milli takımdaki son döneminde yıprandığını, dinlenmesi gerektiğini, geldiği noktanın kendisine zarar verdiğini savunanlardan biri bizdik.
Bugün de arada yaşadığımız onca deneyiminden sonra, Terim’in geleceğe yönelik kurgulanmış milli takımlar için en isabetli isim olduğunu savunuyoruz.
5 artı 2 yıllık sözleşmenin, kişileri değil kurumları bağlayan ve çizilen hedefe hizmet amacı taşıdığını düşünüyoruz. Dolayısıyla Terim’i uzun vadeli, sabır ve emek isteyen zorlu bir sürecin
Allah selamet versin, İlhan ağabey (Cavcav) yaptı yine yapacağını. Kulüpler Birliği Vakfı toplantısına temsilci göndermeyen Fenerbahçe kulübünden başladı, başkan Aziz Yıldırım’ın cürmünden çıktı. Ateş oldu yaktı ortalığı!
Ertesi gün de devam etti salvolarına. Vakıf başkanı olduğu günden bu yana sarı-lacivertli kulübün sergilediği boykot tavrını, doğrudan kendi üzerine alındı.
Kimse kusura bakmasın. Çıkarılan onca gürültü, karşılıklı atışmalar ve bu gerilimin nereye varacağını zerre kadar merak etmeyenler arasındayım.
Yıllarca aynı senaryoları izlemiş, benzer kavgaları defalarca görmüş ve sonuçlarına tanıklık etmiş bir gazeteci kimliği ile Kulüpler Birliği Vakfı denen bu oluşumun bir tiyatro sahnesinden farksız olduğunu düşünüyorum.
Başrol oyuncuları değişir, tarz değişir, mekan değişir. Lakin zihniyet hep aynı kalır.
Kurulduğu günden yana Türk futboluna ne yararı oldu bu birliğin?..
Geleceğe yönelik proje mi üretti? Futbol barışına katkı mı sağladı? Alt yapı sorunlarına çözüm mü getirdi? Teknik adam ve futbolcu eğitimine önem mi verdi? Toprağa diktiği ve bugün ağaç olan tek bir fidanı var mı?
Trabzonspor adına bu yenilginin hiçbir mazereti olamaz. Bir defa daha görüldü ki, oynamadan maç kazanılmaz. Başlama düdüğü ile birlikte öne geçtiğin, bize göre ağır bir penaltı kararı ile farkı yakaladığın mücadelede bu avantajını koruyacak çaba gösteremezsen, uzun yıllar unutamayacağın bir dersi de hak ettin demektir.
Pozisyonu bile olmadan attığı iki gol dışında Trabzonspor maçı kazanmak için ne yaptı derseniz, yanıtı koca bir “hiç” olur. Oyuna ve skora bakıp Legia maçının yorgunluğunu kimse bahane etmesin. Bir takım savunma yapmayı da hücum etmeyi de beceremiyorsa bırakın galibiyeti, puan alması bile tıpkı dün akşamki gibi hayal olur.
Trabzonspor soyunma odasına iki farklı üstün gidebilse sonuç farklı olur muydu? Stancu’nun yoktan var ettiği ve üç savunmacıyı adeta düğüm yapıp attığı gol elbette Gençlerbirliği için müthiş bir motivasyon oldu. Lakin bu pozisyonda maçın bittiği yanılgısına düşmek de Trabzonspor gibi deneyimli bir takıma yakışmadı. Böyle bir rehavet olmaz.
Şifo Mehmet’in öğrencileri ikinci yarıya büyük bir iştah ve hırsla başlarken, bordo-mavili ekip ilk bölümde olduğu gibi yine rakibi kendi alanında bekleyip, ani atakla hücuma çıkmayı düşündü. Düşündü
Bir kulüp başkanı çıkıp, “Üniversite kuracağız. Banka açacağız. AVM yapacağız” diye kürsüden nutuk atsa, insanlar ne tepki verirdi?..
Kimi seçim yatırımıdır der, bazısı “aslan başkan” sloganlarıyla ayakta alkışlar, ezeli rakipleri ise kıskançlıktan çatlardı!
Biz de ne oldu? O sözlerin mürekkebi kurumadan, ülkemin Başbakan’ı “Kimden izin aldınız? O kadar borçla nasıl banka açarsınız? Şuraya AVM kuracağım demek doğru değil” sözleriyle tepkisini dile getirdi.
Başbakan bu çıkışı kime yaptı? 10. kez Fenerbahçe kulübü başkanlığına seçilen Aziz Yıldırım’a..
Şike sürecinde cezaevinde yatan, takımı 3 yıl Avrupa’dan men edilen, yöneticileri cezalandırılan ve Yargıtay kararı Demokles’in kılıcı gibi başının üzerinde sallanan Yıldırım’a. Bir başkası söylese, aynı tepkiyi alır mıydı? Bilemem!
Peki, Yıldırım bu vaadleri niye verdi? Seçilemeyeceği kaygısıyla mı? Delegelerin gözünü boyamak, yoksa diğer adayı sindirmek için mi?
Aziz Yıldırım’ın, tarihi farkla kazandığı o kongrede verdiği sözlerin sandığa yönelik bir yatırım olduğunu düşünmüyorum. Samimiyetine ve ciddiyetine ise inanıyorum. Neden mi? Yıldırım’ın bugüne dek kurumsallaşma ve tesisleşme adına yaptıkları ortada. Sağladığı