Dünya Kupası’nda yarı final maçı mı önemlidir, üçüncülük maçı mı? Unvana bakarsanız üçüncülük. Sonuca giden yolda ise yarı final.
Geçen hafta bu köşede “Çakır yarılar mı?” diye sormuştuk. Evet Cüneyt Çakır hakemlik kariyerini yarıladı. Brezilya’da yarı final maçını yöneterek Türk hakemliği adına tarihi bir adım attı. Hem de dünyada milyonlarca kişinin izlediği bir karşılaşmayı başarıyla yöneterek.
Yarıladı dedik, çünkü Cüneyt Çakır’ın önünde şimdi çok daha zor ve güçlüklerle dolu bir yol var. FİFA kokartlı hakemimizin asıl hedefi Dünya Kupası finalinde düdük çalabilmek. Hayal gibi görünüyor değil mi?..
Aslında değil. 2011 yılında UEFA’da elit hakem kategorisine yükseldikten kısa süre sonra, Avrupa’da önem derecesi yüksek maçlar yönetmeye başlayan Çakır, soluğu Brezilya’da aldığında, kaç kişi onun Arjantin-Hollanda yarı finaline çıkacağına inanırdı? Ya da kendisi hariç kaç kişi bu kadar övgü alacağını düşünebilirdi? Evet. Çakır UEFA’da basamakları çıkarken, içeriden ve dışarıdan büyük destek aldı. Genç yaşı tercih sebebi olduğunda ona kızanlar, yöneticilerine öfke kusanlar vardı.
Bu atasözünü zaman zaman anımsatmakta fayda var. Bu kez de Trabzonspor yönetimi için.
“Büyük lokma ye, büyük konuşma...”
Ne demişti başkan İbrahim Hacıosmanoğlu geçen nisan ayında Galatasaray’a transfer dedikoduları çıkan Olcan Adın için?..
“Olcan ile 5 yıllık sözleşme imzalayacağız. Kimse bizden çivi bile sökemez.”
Başkan ve bazı yöneticiler benzer söylemleri Haziran ayı boyuncu defalarca tekrarladı.
Sonuç?..
Olcan Galatasaray’a gitti!
Türk sporunda rest çekme, tehdit etme, gözdağı verme gibi taktiksel yöntemlerin geçmişi çok eskiye dayanmaz.
Ne zaman ki özellikle futbol ekonomisi, evrensel kuralları, etik değerleri ve fair-play ilkelerini zorlamaya başladı, o vakit kulüp başkanları ve yöneticileri sahada elde edemedikleri başarıları “masa başında” geri almayı denedi.
Konular birbiriyle ilgili olmasa da, yöntem ve mantık açısından örnekler saymakla bitmez.
Yakın geçmişte gördük. Bir kulüp başkanı yayın havuzunu bozmaktan, maçlarını kendi televizyon kanalından yayınlamaktan söz etti.
Bir diğeri, gelir kaybı yaşadıkları gerekçesiyle Türkiye Kupası statüsünün değiştirilmesini, aksi takdirde organizasyonun değerini düşürme kozunu oynadı.
Öteki, Kulüpler Birliği Vakfı’nın etkisizliğinden şikayet edip, oluşumu yıkmaktan bahsetti.
Biri çıktı, kulüp menfaatlerine ters düştüğü iddiasıyla Futbol Federasyonu’nu yıkmaya yeltendi.
Doğan Babacan ile Cüneyt Çakır arasındaki süreç, Türk hakemliğinin uluslararası platformdaki pek çok eksiğini gözden geçirmesi açısından iyi bir örnek olabilir.
Bugün Cüneyt Çakır Brezilya’daki dünya kupasında görev yapıyor ve daha ilk maçında takdiri hak ediyorsa, kendi becerisi ve yeteneğinin yanında, son yıllarda UEFA ile yürütülen işbirliğinin de katkısı büyüktür.
Konvansiyona dahil olmak, oyunu UEFA’nın kuralları ve prensiplerine göre oynamak, ikili ilişkileri geliştirmek, eğitim seviyesini yükseltmek elbette hakemlerimizin ufkunu genişletti. Süreçte rol model olarak seçilen Cüneyt Çakır gerek içeride, gerek dışarıda ciddi destek gördü. Bu destek gelişimine de önemli katkı sağladı.
Günlerdir dünya kupasında oynanan maçları izliyoruz. Çakır’ın bugüne kadar izlediğimiz hakemler arasından sivrilmesi tabii ki rastlantı değil.
Dünya futbolunda UEFA ve dolayısıyla Avrupa hakemliği, lokomotif görevi yapar. Brezilya’ya çağrılan 25 hakemin 9’nun (1 tane de destek hakem var) Avrupa kıtasından seçilmiş olması, bu tezin doğruluğunun göstergesi. UEFA’ya üye 54 federasyon içinde bir Türk hakemin dünya kupasına çağırılması ise, yönetim bazında yapılan doğru işlerin ve izlenen
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, “Şikeyi Türkiye’ye Galatasaray soktu” diyerek ağır bir göndermede bulunuyor.
Galatasaray kulübü cevabı yapıştırıyor; “Spor ahlakına aykırı eylemleriyle camiasına zarar vermiş kişinin bir basketbol maçını bahane ederek adalet araması trajikomiktir.”
Ezeli rakiplerin salondaki maçının ardından ışıklı tabelaya “koyduk mu?” yazılıyor. Galatasaray sorumlu arıyor, Fenerbahçe veryansın ediyor.
Trabzonspor Kulübü Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu eski başkan Sadri Şener ve Trabzon milletvekili Faruk Özak’ı yaylım ateşine tutuyor. Ciddi ithamlarda bulunuyor, suç duyurusu yapıyor.
Dönemin bakanı Faruk Özak, kendisine “seccadeli sahtekâr” diyen Hacıosmanoğlu hakkında dava açmak için harekete geçiyor.
Aynı Hacıosmanoğlu, kendisine mafya yakıştırması yapan Fenerbahçe başkanı Yıldırım’ı mahkemeye veriyor.
Bunlar, son bir hafta içinde Türk sporunda yaşananların gazete manşetlerine yansımaları.
“Paralel yapı” denince insanların aklına tek şey geliyor artık; “Mevcut düzeni yıkmak, iktidar ve milli iradeye karşı alternatif yönetim tarzı oluşturmak.”
Türkiye’deki 17 Aralık süreciyle ilişkilendirilen bu iki sözcük, siyasetçilerin ardından spor adamlarının da diline pelesenk oldu.
Son örneği Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu.
Eylemleri ve söylemleriyle camiayı adeta ikiye bölen başkan, önceki gün düzenlediği basın toplantısında ağzındaki baklayı çıkardı!
“Trabzonspor’da derin bir paralel yapılanma var. Bu yapı kulübü kendi çıkarları için kullanıyor.”
Artık nereye çekerseniz çekin...
Siyaset bizim işimiz değil. Hacıosmanoğlu’nun “paralel” diye adlandırdığı yapıyla kimleri suçladığı, nasıl mücadele ettiği veya edeceği, aralarındaki hesaplaşmanın Trabzonspor’u nereye götüreceğini biz bilemeyiz.
Ersun Yanal, Süper Lig’de şampiyonluk yaşamış sayılı Türk teknik adamlardan biri.
Geçen hafta Milliyet ekibiyle yaptığı söyleşide, Gençlerbirliği’nde görev yaptığı dönemde yaşadığı sıkıntılardan söz etmişti. Yanal, 2002-2003 sezonunda başkent ekibi zirveyi zorlarken, resmen yollarının kesildiğini ve takımının şampiyon olmasının engellendiğini ileri sürdü.
29. haftada Altay ile 3-3 berabere kaldıkları maç ve sonrasındaki süreçte Gençlerbirliği’nin kasıtlı olarak yarışın dışına itildiğine inanan Yanal’a hemen şu soruyu sorduk:
“Bursaspor çok ekstra bir örnek. Dört büyüklerin dışında Anadolu’dan başka bir şampiyon çıkabilir mi?
Yanıtı kısa ve net oldu: “Hayır, inanmıyorum.”
Futbolun içinde yoğurulmuş, yıllarca pek çok olaya tanıklık etmiş, adaleti ve adaletsizliği yaşamış bir teknik adamın bu sözleri ne kadar acı ise, Türk futbolunun kendi dinamiği içinde kurduğu dengeleri kabul etmek de, o kadar trajik aslında.
Ekonomik güç, kurumsallık, taraftar kitlesinin çapı elbette “büyük” diye adlandırdığımız takımlar için önemli bir avantaj.
Fenerbahçe’yi iki yıl üst üste şampiyon yapmış dört teknik direktör var.
Molnar, Didi, Veselinoviç ve Daum.
Mustafa Denizli ile Aykut Kocaman ikinci sezonlarında ayrı başarıyı tekrarlayamamış ve görevden ayrılmış Türk teknik adamlar.
Ersun Yanal’ın misyonu bu yüzden çok önemli. Hem ikinci kez aynı sevinci yaşamak, hem de 20. şampiyonluğun altına imza atmak Ersun hocanın en büyük ideali. Bunu başarırsa Fenerbahçe tarihine geçecek. Aksi takdirde sözleşmesinin ikinci yılını görmesi zor.
Aziz Yıldırım döneminde Fenerbahçe’de yazılı olmayan, ancak gelenek haline gelmiş bir kural var. İşler iyi gidiyorsa Yıldırım olup biteni kenardan izler. Sıkıntılı bir sürece girildi ise anında müdahale eder. Bunun geçen sezon yaşanmış örneklerini hepimiz biliyoruz.
Dolayısıyla yeni dönemde Ersun Yanal’ın yükü ve sorumluluğu daha ağır olacak. Bir tarafta 4. yıldızı takma baskısı, öte yanda en küçük bir tökezlemede Aziz Yıldırım stresi yaşayacak. Yanal, teknik adamlık kariyerindeki en ciddi sınavını bu sezon verecek.
Peki, Yanal bu sınavı geçebilecek mi? Şu bir gerçek; işinin geçen sezondan zor olacağı kesin.