Türk sporunda rest çekme, tehdit etme, gözdağı verme gibi taktiksel yöntemlerin geçmişi çok eskiye dayanmaz.
Ne zaman ki özellikle futbol ekonomisi, evrensel kuralları, etik değerleri ve fair-play ilkelerini zorlamaya başladı, o vakit kulüp başkanları ve yöneticileri sahada elde edemedikleri başarıları “masa başında” geri almayı denedi.
Konular birbiriyle ilgili olmasa da, yöntem ve mantık açısından örnekler saymakla bitmez.
Yakın geçmişte gördük. Bir kulüp başkanı yayın havuzunu bozmaktan, maçlarını kendi televizyon kanalından yayınlamaktan söz etti.
Bir diğeri, gelir kaybı yaşadıkları gerekçesiyle Türkiye Kupası statüsünün değiştirilmesini, aksi takdirde organizasyonun değerini düşürme kozunu oynadı.
Öteki, Kulüpler Birliği Vakfı’nın etkisizliğinden şikayet edip, oluşumu yıkmaktan bahsetti.
Biri çıktı, kulüp menfaatlerine ters düştüğü iddiasıyla Futbol Federasyonu’nu yıkmaya yeltendi.
Merkez Hakem Kurulu’nun istifasını talep eden mi istersiniz, kararlarını beğenmedikleri Disiplin ve Tahkim Kurulları’nı yok saymaya çalışan mı?
Birbirini uluslararası arenada ispiyonlayan ve aynı bataklığın çamuruna bulaşanları saymıyorum.
Son olarak futboldaki “seviyesi” tartışılır rekabet, salon sporlarına yansıdı ve bir büyük kulübümüzün temsilcisi final maçına çıkmadı. İşi daha da ileri götürüp gelecek sezon ligde de oynamama tehdidinde bulundu.
Şimdi de, şike davasında verilen yeniden yargılama kararını protesto amacıyla bir başka büyük kulübümüz, ligden çekilme önerisini tartışmaya başladı.
Yapamazsınız, çünkü?
En son söyleyeceklerimizi baştan sıralayalım:
Naklen yayın havuzunu bozamazsınız.
TFF organizasyonlarını tek başınıza dizayn edemezsiniz.
Kafanıza göre bu kurumun yürütme ve yargı kurullarını değiştiremezsiniz.
Kendi kurduğunuz ve işlevsiz hale getirdiğiniz Kulüpler Birliği’ni yıkamazsınız.
Haklı da olsanız, tepkilerinizi ligden çekilme noktasına getiremezsiniz.
2010-11 sezonunda hiç, ama hiçbir şey yaşanmamış sayamazsınız.
Camialarınız ne kadar büyük olursa olsun, göbekten bağlandığınız siyasi otoritenin kırmızı çizgileri dışına çıkamazsınız.
Bakınız... Bu ülkede siyaset son 12 yıldır değil, 1980 askeri darbesinden beri sporla ve futbolla iç içedir.
Siyasetçi spordan, kulüp yöneticileri siyasetten nemalanmayı öğrendikleri günden itibaren aktörler değişmiş, ilişkinin dozu ve şiddeti ise platonik bir aşka dönüşmüştür.
Bu zihniyet değişmeli
En sıcak örneği futboldaki şike davasında yaşandı. Tıpkı Ergenekon, Balyoz ve Casusluk davalarındaki gibi, operasyonları başlatan da, yıllar sonra bunun “kumpas” olduğunu açıklayıp yeniden yargılanmanın yolunu açan da aynı irade ise, özgürlük ve adalet adına dün eleştirdiklerinize bugün teker teker teşekkür etmek zorunda kalırsınız.
Ya da dün, aynı davada haklı çıkmak adına miting meydanlarında yan yana olduğunuz zihniyeti alkışlarken, bugün hakkızın yendiğini düşünüp size güç verdiğini sandığınız siyaseti, UEFA’ya şikayet etmekten kendinizi alıkoyamaz, kahramanlık yaparken tepe taklak olabilirsiniz!
Şunun altını çizelim. Siyasetin ve siyasetçinin “ocağına” bir kere düştünüz mü, elinizi, kolunuzu veya ruhunuzu vermeden kurtulamazsınız.
Bu ülkede mevki makam sahibi olanlar önce camia, sonra kulüp, ardından kişisel çıkarları uğruna hep aynı yolu izlemiş, kimi zaman kazançlı çıktıklarını sanmış, ama sonunda, hep o “biat” kültürünün bedelini ödemek zorunda kalmışlardır.
Dün böyle idi, bugün de böyle. Adalet, eşitlik, insana ve emeğe saygı gibi demokrasinin vazgeçilmez kavramları ve taşları gerçek yerlerine oturmadığı müddetçe, yarın da bundan farklı olmayacak!..
3 Temmuz neden önemli?
Şike davasında Fenerbahçe kulübünün yeniden yargılanma talebinin kabul edilmesiyle, gözler İsviçre Federal Mahkemesi’ne çevrildi.
Kulübün CAS kararının iptali ve yürütmenin durdurulması amacıyla 27 Mayıs’da yaptığı başvuru, 3 Temmuz’daki duruşmada şekillenecek.
Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı, kuşkusuz Aziz Yıldırım ve yöneticiler için moral motivasyon yarattı. Bu motivasyon ile üç yılın rövanşı sayılacak bir haber beklemeleri son derece doğal.
Peki, yürütmenin durdurulması ve Şampiyonlar Ligi talebi karşılık bulacak mı?
Bu iki gelişmenin yaşanması elbette olası. Tam tersi de da hâkeza öyle.
Şimdi bu olasılıkların sonuçlarına bakalım.
Federal Mahkeme, ileride telafisi mümkün sonuçlar doğurabilir gerekçesiyle, itirazı haklı bulabilir.
Yürütmeyi durdurma kararı alan Fenerbahçe, UEFA’dan Şampiyonlar Ligi vizesi isteyebilir.
Talep kabul edilirse sarı-lacivertli ekip iki yıl aradan sonra “şampiyon” unvanıyla Avrupa’ya çıkabilir.
Sonrası, hem ekonomi hem prestij açısından deprem!
Çünkü, Şampiyonlar Ligi’ne doğrudan katılacağı açıklanan Galatasaray, ön eleme turu oynamak zorunda kalır. Şampiyonlar Ligi’ne elemelerden gidecek olan Beşiktaş UEFA Avrupa Ligi’ne iner. Trabzonspor Avrupa Ligi’nde 3. ön elemeden katılır. Karabükspor 2. ön elemeden başlar, Bursaspor ise devre dışı kalır.
Hesaplar ortada. Bozulur mu? Yüzde 49, yüzde 51!..