Bosingwa ve Constant gibi ilk maçın en iyi iki oyuncusunu Rostov’a getiremeyen, Mustafa Yumlu’nun sakatlığı nedeniyle savunmada sıkıntı yaşayan Trabzonspor’un rövanş kadrosunu görünce, önce gözlerimize inanamadık, sonra Vahid Halilhodzic’in sıkı bir kumarbaz olabileceğini düşündük.
Öyle ya, takımın gol yollarındaki belki de tek ve en etkili silahı Cardozo ve yaratıcılığı ile her an maçın kaderini değiştirebilecek Yusuf Erdoğan’ın yedek soyunması, hazırlık maçları dahil neredeyse ilk kez birarada oynayan futbolcu grubunun sadece ilk maçtaki skoru korumaya çalışması başka nasıl açıklanabilirdi ki? Biz “Vardır Vahid hocanın bir bildiği” diyemedik. Diyemedik çünkü, koskoca ilk yarı boyunca oyunu bırakın kendi sahası, ceza alanı ve çevresinde kabul etmek zorunda kalan Trabzonspor’un bu bölümü gol yemeden bitirmesi adeta mucizeydi. Emin olun, sadece ilk yarıda 13 korner kullanan Rostov’un öndeki oyuncuları biraz becerikli olsa, daha ilk 45 dakikada Rus temsilcisi tur için iştahlanabilirdi.
Tabii bu arada, Poloz’un kaleci Onur’u da geçip direkte patlayan şans topunu da unutmayalım.
Peki neydi Trabzonspor’u bu kadar sıradan ve çaresiz bir görüntüye büründüren? Elbette
Geçen sezonun son haftalarına denk geldiği için e-bilet uygulaması pek çok stadın boş kalmasına yol açmıştı.
Kimi federasyonu suçlamış, kimi kartlı sistemin yararsız olacağını iddia etmişti.
Aradan 3 ayı aşkın bir süre geçti. Bazı taraftar grupları hâlâ sisteme direniyor.
Lakin ne federasyonun, ne kulüplerin bu konuda yapabileceği bir şey kaldı.
Tribün şiddetinin önlenebilmesi adına başlatılan uygulamadan dönüş yok. Yasa açık, kartı olmayan maça giremeyecek.
Evet... Alışkanlıkları değiştirmek kolay değil. Hele yıllardır yöneticiler tarafından çatlak ses çıkarmasınlar diye el altından beslenen, ardından bir canavara dönüşen ve her istediklerini yaptırma lüksüne sahip olan bu gruplar, düzenleri bozulunca “istemezükçü” oldular.
Stat kapılarında toplanıp içeri alınmadıklarında, sosyal medya üzerinden ajitasyon yapmaya kalktılar. Ancak onların bu çabaları sonucu değiştirmeyecek.
Yasa hükmü orada durduğu sürece, futbol maçı izlemek isteyen her futbolsever cebine o kartı koyacak. Haa, süreç elbette kulüpler açısından sıkıntı yaratacak, sancılı geçecek. İnsanların uygulamaya alışması, kartların basımı, dağıtımı, yeni turnikelerin işler hale gelmesi, zaman alacak.
Trabzonspor’a geldiği günden beri ağzından olumlu tek cümle duymadığımız Vahid Halilhodzic, Rostov maçı öncesi “Turu geçersek bu bizim için mucize olur” derken, elindeki futbolcu topluluğuna olan güvensizliğini mi ima etmeye çalışmıştı, yoksa hep birlikte zamana ihtiyaç duyduklarını mı anlatmak istemişti? Dün akşamki Trabzonspor’u izledikten sonra elbette ikincisi dedik.
Halilhodzic adı etrafından toplanan flaş transferlerin beklentileri üst düzeye çıkarması, Boşnak hocayı tedirgin etmiyorsa, taraftara sevimsiz gelen ve güvensizlik algısı yaratan bu söylemden korkmaya gerek yok. Çünkü yenilerin önemli bölümü bireysel olarak kaliteli oyuncular. Sorun, uyum, birlikte olma alışkanlığının kazanılması ve yeni oyun felsefesinin nakış gibi işlenmesinde görünüyor. Bunun için de ciddi süreçten geçmesi gerekiyor bordo-mavili takımın.
Özellikle yeni savunma kurgusunda Mustafa ve Berkalem’in birbirini tanıması, Musa’nın ileri çıkışlarda daha kontrollü olması ve Yusuf’la ritim tutturması şart. Rostov karşısında her iki yarıda verilen üç ciddi pozisyon tehlikenin işareti. 90 dakikayı gol yemeden tamamlaması ise Trabzonspor’un şansı.
Ön libero görevi yapan Medjani çoğu kez yalnız kaldı
Hani daha önce Türkiye’ye gelip görmemiş, yaşamamış olsa anlarım.
Adam kişi başına düşen milli gelirin 30 bin dolar, ekonomisinin lider, kulüplerinin kurumsal, yönetimlerinin profesyonel olduğu bir ülke mi sanıyor Türkiye’yi?..
Öyle ya, başka niye tuttursun ille de transfer diye?
Parayı soran yok. Üstelik bir türlü de tatmin olmuyor... Al babam al.
Sırf o Avusturya kampında yağıp gürledi diye yönetim 9 yeni transfer yaptı, yine de yaranamadı.
Yok yok... Belli ki bu Vahit Halilhodziç’in niyeti kötü!
Daha şimdiden, yeni transferler için dört yıl boyunca 170 milyon liradan fazla bir borcun altına giren Trabzonspor’u ya batırmak istiyor, ya da ödemeler aksadığında kaçıp gitmek, niyeti.
Bu başarıyı Cüneyt Çakır ve yardımcıları Tarık Ongun ile Bahattin Duran yaşattığı için, onların özelinde aynı seviye gelecek tüm hakemler adınadır yazacaklarımız.
Dile kolay, tam 40 yıl sonra bir Türk hakem Dünya Kupası’na çağrılacak ve hayatında ilk kez katıldığı böylesi dev bir organizasyonda yarı final maçı yönetecek.
Onların emeklerine mi teşekkür etsek, ülke tanıtımına yaptıkları katkıyı mı alkışlasak, yoksa milyonlarca insanın izlediği yarı final maçında Cüneyt Çakır ve yardımcılarının isimlerinin her dilden yüzlerce defa tekrarlanmasına mı sevinsek?
Lakin yazın bir kenara... Onlar tarihe geçse de, kısa bir süre sonra ne göğsümüzü kabartan başarıları, ne de FIFA patronu Blatter’den aldıkları övgüler konuşulacak.
Brezilya unutulacak, burada aynı tas aynı hamam olacak. Galiba böylesi duyarsızlıklar insanımızın geninde var.
Duyarsızlık dedik de... Ülkemizi dünyanın en büyük futbol organizasyonunda temsil eden hakemlerimize gereken değeri, önemi ve karşılığı verebildik mi?
Önce Lokomotif Taşkent maçı, ardından Köln sınavı. Trabzonspor teknik direktörü Vahid Halilhodziç’in, kulüp başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu tarafından “mesaj” olarak algılanan tepkileri, aslında işlerin iyi gitmediğinin işareti.
Bir teknik adamın daha ilk hazırlık maçından sonra “Bu takıma 9-10 oyuncu transfer edilmeli” demesi hem oradaki futbolcular, hem de yönetim açısından trajik bir durum gerçekte.
Göreve hayal kırıklığı ile başlayan Halilhodziç’in “Umduğum, istediğim, aradığım ekip bu değil, çok sinirliyim” sözleri Boşnak çalıştırıcının Türkiye’ye gelmeden önce Trabzonspor ile ilgili geniş ve detaylı bir araştırma yaptığı iddialarını çürüttüğü gibi, yolun başında iken yaşadığı karamsarlık, ses getirecek bir kaç transfer ile giderileceğe de benzemiyor aslında.
Zafer operasyonu! Halilhodziç’in Dünya kupasında parlattığı teknik adamlık kariyeri, milli takım ile kulüp takımı çalıştırmak arasındaki farkı anlayamayanlar için cazip gelebilir. Ülkesinde tatil yaparken verdiği röportajın bir bölümünde “kafam karışık” dediğinde “acaba gelmeyecek mi?” diye endişelenenler, Trabzon havaalanında başkan ile verdiği pozu bir “zafer operasyonu” olarak algılayabilir.
Lakin, ligde ve
Futbol ailesinin paydaşları yılda bir kez de olsa aynı çatı altında toplanır.
Hafta başında Ankara’da yapılan Futbol Federasyonu olağan mali genel kuruluna da 200’ün üzerinde delege katıldı.
Gündem 20 maddeden oluşuyordu. İlk 19 maddenin okunması ve oylanması sadece bir saat sürdü.
Dilek ve temenniler başlıklı 20. maddede Trabzonspor Kulübü Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu geldi kürsüye.
Başkanın gündeminde şike süreci, Fenerbahçe’ye yönelik suçlamalar, federasyona eleştiri, delegeler ile Başbakan arasında köprü kurma gibi fasıllar vardı.
Hacıosmanoğlu’nun kullandığı ifadeler süt liman görünen genel kurulun tansiyonunu yükseltse de, TFF Başkanı Yıldırım Demirören’in kapanış konuşmasıyla toplantı sona erdi. Salon dışındaki kısa sohbetler bitince de herkes evinin yolunu tuttu.
Oysa koca bir yıl boyunca futbolun onca sorunundan şikayetçi olmuştu hepsi.
Olay önce sıradan bir üçüncü sayfa haberi olarak yansıdı medyaya.
Ciddiyeti ve üzeri örtülemez bir skandal olduğu ise sonradan anlaşıldı.
2011 yılında Erzurum’da gerçekleştirilen Dünya Üniversiteler Kış Oyunları için yapılan atlama kulesi pistlerinin çöküşü, istinat duvarı olmayan bir binanın boşaltılması gibi algılandı.
Oysa Türk spor tarihine kara harflerle kazınacak bir sorumsuzluk örneği vardı karşımızda.
Yetkililer de başlarına gelecekleri kestirerek, bildik söylemlerini hazırlamıştı zaten; “Bu bir doğal afet. İnşaatla ilgili sorun yok.”
Doğal afete evet, teknik hataya ilk dakikada hayır...
Tıpkı dere yatağına yapılan evlerin selle yok olup gitmesi gibi yani. “Kader” deyip, kötü kadere davetiye çıkaranların kendini aklama aymazlığından farksızdı bu savunma.
Yapımı sırasında toprak kayması yaşanan atlama kuleleri için Palandöken dağındaki Sultan Sekisi alternatif gösterilmesine karşın, proje değiştirilmemiş, meslek odalarının ısrarlı uyarıları ise kulak ardı edilmişti nedense! Uzmanlar olası tehlikeye dikkat çekmek için bas bas bağırmış, ama işler raconuna uygun devam etmişti.