“Buraya kadarı kolaydı" demek istemiyorum; o da zordu. 30 yıl dağda savaşmış, silahla siyasi sonuç almış bir örgütün sınır dışına çekilmeye ikna olması az şey değil.
Ancak bu kanlı kavgadan herkes yorulmuştu.
Hem devlet, hem PKK, silahla neyin, nereye kadar mümkün, neyin, nereden sonra imkansız olduğunu görmüştü.
Dış konjonktür de "silahsız çözüm"ün yolunu örmüştü.
Bugün Kandil'de yapılacak açıklamayla 30 yıllık çatışmada, tarihi bir kavşağa geliyoruz.
PKK, çekiliyor.
***
O gün aslında tamamen ilgisiz bir konu vardı Meclis’in gündeminde... Sağlık tartışılıyordu.
Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal Bey, “Arkadaşlar, Türkleri korumak için önce sağlıklarını korumalıyız” diye lafa girdi.
Bu laf, Sivas Mebusu Emir Paşa‘nın itirazına yol açtı.
Paşa, sağlığı korumanın sadece Türklere hasredilmesini eleştirirken, “Biz burada Türklük namına toplanmadık” dedi ve ekledi:
“Bu vatanda Çerkez, Çeçen, Kürt, Laz ve daha birtakım İslam kabileleri vardır. Bunları dışarıda bırakacak, ayrımcılığa neden olacak söz söylemeyelim.”
Ülkenin neredeyse tüm kültürel zenginliğini yansıtan bir meclisti. Ve daha ilk adımda bir ayrımcılık görüntüsünün doğması büyük riskti.
Bunu sezen Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa söz aldı ve dedi ki:
CHP’li Gülseren Onanç, ‘Doğru bildiklerimden vazgeçmek kendime haksızlık’ diyor...
Dün CHP’nin önde gelen yöneticilerinden biriyle karşılaştık.
Ayaküstü konuşurken gülümseyerek soruyu ağzımdan aldı:
“Ne olacak bu CHP’nin hali?..”
Susturmak çözüm mü?
Fazıl Say çok ilginç bir proje üzerinde çalışıyor bugünlerde... Geçen yıl uzaydan dünyaya atlayan Avusturyalı paraşütçü Felix Baumgartner‘in deneyini notaya döküyor. Paraşütçünün balonla uzaya çıkışı, en yüksek noktadan dünyaya bakışı, sonra büyük cesaretle kendini boşluğa bırakışı, başta dengesini kaybedip bocalayışı, sonra ses hızını aşışı, paraşütünü açıp alçalışı ve bütün dünyanın gözleri önünde “Yapılamaz” sanılanı başarışı, Fazıl‘ı etkilemiş.
Bu anların her birindeki ruh halini müzik diliyle anlatan bir eser besteliyor.
Önceki gece, evindeki sıcak akşam yemeğinde bahsetti bu projesinden... Orada söyleyemedim, ama o anlatırken, yaşadıklarının ne kadar Felix‘inkine benzediğini fark ettim.
Büyük cesaretle yükseldi Fazıl da...
Herkesin ağza almaya korktuğu, ama kendisinin inandığı doğrular için tehlikeyi göze alarak ortaya atıldı, insanlık kadar eski tabuları cesaretle tartıştı. Dünyanın gözü önünde sergilenen, tehlikeli olduğu için de hepimizin yüreğini ağzına getiren bir “atlayış“tı bu...
Üstelik yapayalnızdı. Mesleki kariyeri dışında güveneceği hiçbir şey yoktu: ne partisi, ne kitlesi, ne destekçisi...
Hakaret içeren bazı tweetleri başkalarına yönlendirirken
Bu fotoğraf 10 gün önce çekildi. Afganistan’ın Kunar eyaletinde... NATO güçlerinin düzenlediği hava saldırısında bomba, bir eve isabet etti.
12 sivil öldü.
11’i çocuktu.
Çocukların cesetlerini evden çıkardılar, yan yana dizip fotoğrafını çektiler.
Dünya görmezden geldi.
NATO özür bile dilemedi.
Can Dündar ve Aslı Aydıntaşbaş’a büyük ilgi gösteren Diyarbakırlı gençler, süreçten ve gelecekten ne kadar umutlu olduklarını anlattı.
İsmet Özel‘in “Kanla Kirlenmiş Evrak“ında şu dizeler yazılıdır: “Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında/Öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan,/saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda./Acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman, /acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim.Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabınbaşından başlayabilirim.”
Bir mülteci kampı
Diyarbakır’daydık.
Elbette ikisi, içerik olarak çok farklı birbirinden... Biri inanca vurgu yapıyor, diğeri sahte inançları sorguluyor.
Biri kürsüden haykırılmış, birisi twitter denilen dipsiz kuyudan...
Biri bir siyasetçinin ağzından dökülmüş, diğeri bir sanatçının kaleminden...
Ama yazgıları ortak:
ikisi de sahte şiirleri dillendirmiş.
İkisini dillendiren de ceza almış, ikisi de onar aya mahkum olmuş.
Ancak altı çizilmesi gereken bir şey var:
Diyarbakır’a son dört ayda üçüncü gelişim bu... İlki Paris’ten cenazeler geldiğindeydi.
Tetikteydi Diyarbakır...
İkincisi Nevroz’du.
Neşeliydi Diyarbakır...
Ve bu üçüncü gelişimde gergin gördüm Diyarbakır’ı...
Ümit var ama gergin...