Fazıl Say çok ilginç bir proje üzerinde çalışıyor bugünlerde... Geçen yıl uzaydan dünyaya atlayan Avusturyalı paraşütçü Felix Baumgartner‘in deneyini notaya döküyor. Paraşütçünün balonla uzaya çıkışı, en yüksek noktadan dünyaya bakışı, sonra büyük cesaretle kendini boşluğa bırakışı, başta dengesini kaybedip bocalayışı, sonra ses hızını aşışı, paraşütünü açıp alçalışı ve bütün dünyanın gözleri önünde “Yapılamaz” sanılanı başarışı, Fazıl‘ı etkilemiş.
Bu anların her birindeki ruh halini müzik diliyle anlatan bir eser besteliyor.
Önceki gece, evindeki sıcak akşam yemeğinde bahsetti bu projesinden... Orada söyleyemedim, ama o anlatırken, yaşadıklarının ne kadar Felix‘inkine benzediğini fark ettim.
Büyük cesaretle yükseldi Fazıl da...
Herkesin ağza almaya korktuğu, ama kendisinin inandığı doğrular için tehlikeyi göze alarak ortaya atıldı, insanlık kadar eski tabuları cesaretle tartıştı. Dünyanın gözü önünde sergilenen, tehlikeli olduğu için de hepimizin yüreğini ağzına getiren bir “atlayış“tı bu...
Üstelik yapayalnızdı. Mesleki kariyeri dışında güveneceği hiçbir şey yoktu: ne partisi, ne kitlesi, ne destekçisi...
Hakaret içeren bazı tweetleri başkalarına yönlendirirken daha seçici olsaydı iyi olurdu, ama bazı köşe yazarlarının sandığı gibi onlar kendi sözleri değildi. Kendi mesajlarında “toplumsal barışı bozacak“ hakaretler değil, olsa olsa bir Bektaşi fıkrasının hicvi vardı.
Toplumsal barış filan bozulmadı.
Ama muhalefetteki pervasızlığı rahatsızlık yarattı. “Bir daha denersen hapse girersin“ diyerek susturdular.
***
Mahkemenin gerekçeli kararı, aslında 1615’te Galileo‘yu mahkum eden Engizisyon kararını kibarca tekrarlıyor:
“Dine aykırıdır.”
Mahkeme, “yeryüzünde yaşayanların büyük çoğunluğunun mensubu olduğu üç büyük dinin ortak değerleri”nden söz ediyor.
Oysa hukuk, kimin “çoğunluk“ta olduğuyla ilgilenmez. Tersine çağdaş hukuk, azınlıkta kalan kişi ve fikirleri, çoğunluğun baskısından korumak için vardır -ki Fazıl, bugün o baskının altındadır. Onu 10 ay hapse mahkum eden kararın gerekçesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin düşünceyi açıklamayı düzenleyen 10. maddesine atıf yapıyor.
Oysa AİHM Mahkemesi, daha geçen sene, Başbakan’a hakaretten mahkum olan Erbil Tuşalp’in itirazını haklı bulurken, doğrudan o maddeye atfen ifade özgürlüğünün sınırlarını netleştirmişti.
Mahkemeye göre “Yazar, kuvvetli eleştirilerini bir hiciv üslubu içinde ifade etmiş“ti. “Sözleşmenin 10. maddesi, kırıcı, şoke eden ya da rahatsız edici bilgi ve düşüncelere de uygulanmalı“ydı.
Fazıl Say‘ın düşünceleri de çoğunluğu rahatsız etmiş olabilir, ancak ne kadar şok edici olsalar da hukuk, onları korumalıdır.
Kaldı ki Fazıl‘ın mesajlarında hedef alınan kesim, ‘dindarlar’ değil, ‘din bezirganları’dır.
Yoksa konserlerinin sadık dinleyicileri, onun ezan okunurken saygıyla durup ara verdiğini iyi bilir.
***
İki konu daha var:
“Dini hassasiyetler“i pek önemseyen yürütme ve yargının, “diğer hassasiyetler“ konusunda aynı ilgi ve dikkati göstermediğini biliyoruz. Seçim meydanında Erdoğan, “Biliyorsunuz Kılıçdaroğlu Alevi...“ dediğinde yuhalayanlar soruşturuldu mu?
“Ne Ermeniliğimiz, ne de afedersiniz Rumluğumuz kaldı“ cümlesindeki “afedersiniz“in üzerinde duruldu mu?
Atatürk‘e hakaret siteleri aynı iştahla soruşturuldu mu? Mahkemenin tabiriyle “değerleri aşağılamak“ suç ise, bu çifte standart niye? “Çoğunluk“ olmamak, hakaret için vize mi sayılıyor?
***
Bir çift söz de Fazıl Say’ın takipçilerine...
Fazıl o akşam, “Twitter hesabımdaki 150 bin takipçimden 150’si bile mahkemeye gelmedi” dedi. Oysa kararı kınama için açılan imza kampanyasına 48 saat içinde 1000 kişi imza koydu.
Toplumsal muhalefeti, kınama bildirilerine imza koymaktan ve gelen metinlerin altına “beğendim/beğenmedim“ mührü basmaktan ibaret sayarsak daha çok mahkum oluruz.