Dünkü Milliyet’te görmüşsünüzdür: 1978’de katledilen savcı Doğan Öz’ün ailesi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurarak, cinayet dosyasının yeniden açılmasını talep etti.
Şüpheli olarak da 4 kişiyi gösterdi:
1) Dönemin Genelkurmay Özel Harp Dairesi Başkanı...
2) Dönemin 1. Ordu Komutanı Bedrettin Demirel...
3) Dönemin Milli Savunma Bakanlığı, Askeri Adalet İşleri Başkanı Fahrettin Kibritçioğlu...
4) Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in Özel Kalem Müdürü, Büyükelçi Üstün Dinçmen...
Yıl 1999. Fazilet Partisi milletvekili Abdullah Gül ile Strasbourg’dan dönüyorduk. İki veli olarak dertleşmiştik. Oğlunu okulda ‘Fazilet Partili’nin oğlu’ diye dışlıyorlardı. Gül’ün ve Balbay’ın şikâyet ettiği okul da yöneticileri de aynıydı...
Balbay’ın gözaltına alındığı sabah görmüştüm Yağmur’u... 1 Temmuz 2008 sabahı...
İlkokula yeni başlamıştı. O sabah, bazı adamların evi basıp babasıyla bilgisayarını götürüşüne tanıklık etmişti.
Eşimle evlerine gittik. Gülşah Balbay kendi derdini unutmuş, kızına olayı izaha çalışıyordu. “Bilgisayara virüs girmiş de, amcalar onu temizlemeye götürdü” demişti Yağmur’a... Belki de virüsü “amcalar” koymuştu; bilinmiyordu.
***
Sonrasını Mustafa Balbay’dan nakledeyim:
Eşi Gülşah’a, kızı Yağmur’a, yeni doğan oğlu Deniz’e, ikinci gözaltıdan 34 gün sonra sarılabilmiş Balbay...
12 Eylül 2010 Anayasa referandumunda “demir leblebi”, yargının kuşatılmasıydı.
Hükümet, bu leblebiyi yutturabilmek için üzerine çikolata kapladı.
“Çikolata”, 12 Eylül’ün yargılanacak olmasıydı. Bu, kimsenin itiraz edemeyeceği, toplumsal bir talepti.
“Niye ikisi aynı pakette” diyenlere “darbeci” dendi.
Askeri vesayete karşı olan liberallerin desteği, kitleleri ikna için kullanıldı.
Ve referandum kazanıldı.
Referandumdan bir ay sonra Hakimler, Savcılar Yüksek Kurulu, iktidara bağlandı; yargı bağımsızlığı darbe aldı.
Önce komisyonun adını değiştirelim: “Akil adamlar” lafı maço kaçıyor. “Akil insanlar”a ağzımızı alıştıralım.
Sonra kadro:
“Akiller” yelpazesi ne kadar geniş açılırsa, toplumu kucaklama kapasitesi de o kadar artar.
İlk tahminler, “tek sesli bir heyet” izlenimi yarattı. Muhtemelen sonuç öyle olmayacaktır.
Heyetin işlevi, sadece çekilmeye göz kulak olmak değil, aynı zamanda barışa katkıda bulunmak ise her kesimin, özellikle de en çok iknaya muhtaç kesimlerin kadroda temsili zaruridir.
“Süreç”in halen en zayıf yanı, Hükümet’le PKK arasında gizli bir pazarlık görüntüsü vermesi... Meclis’in, muhalefetin, sivil toplumun, üniversitenin, dışarıda tutulması...
Nevruz’da olup bitenleri es geçip işin bir “Bayrak astılar-asmadılar” tartışmasına indirgenmesi yazık...
Bölgeyi yıllardır izleyen ve önceki gün o alana hakim olan ruh halini bilen bir gözlemci olarak, lafı çevirmeden söyleyeyim:
Orada bir Türk bayrağı olsa muhtemelen dünkü manşet “Silahlara veda” değil, “Bayrak yaktılar” olacaktı.
Çünkü alanda kontrol edilemeyen bir grup muhtemelen bayrağa saldıracak, bu, büyük tepkiye yol açacak, miting de nihayetteki yumuşama havasının tam tersi bir nefret dalgasıyla sonuçlanacaktı.
* * *
Diyeceksiniz ki:
“Bayrağa saldıracak adamlarla mı barış yapılacak?” Cevabım: “Evet, onlarla yapılacak.”
Diyarbakır
Sabah sabah geldiler. Akın akın, gürül gürül, çoluk çocuk, koşa koşa geldiler.
30 yıldır belki de ilk kez bir Nevruz’a, savaşa gider gibi değil, düğüne gelir gibi geldiler.
Türkiye’nin son yıllarda gördüğü en büyük mitingde buluştular.
Ve her yılın takviminde gerilimin günü sayılan Nevruz, ilk kez bayram olarak kutlandı.
Şehrin 25 km. dışında, Diclekent’in bitişiğindeydi meydan...
Son 5 yılda burada, çok katlı lüks binalardan, yeni bir Diyarbakır kurulmuştu.
Bu köşeyi yazarken bir odada yalnızsınızdır. Gözleriniz bir ekranda sabitlenmiştir.
Beyaz bir zemin üstüne, siyah harfleri dizersiniz peş peşe, aklınız erdiğince...
Lakin bunu yaparken, bin bir hayalet dolaşır çevrenizde...
“Onu yazma” der bir meslek büyüğü:
“Biliyorsun, onu yazdım diye öldürdüler beni...”
Korkmaz yazarsınız ya da ürküp cayarsınız.
Başka konu seçtiğinizde bu kez bir tutsağın hayaleti çıkagelir:
Hollanda’dan sevgili dostum Uğur aradı: “Buralarda sabah akşam Türkiye tartışması var” dedi.
“Neyimizi tartışıyorlar” diye sordum. Cevap çarpıcıydı:
“Eşcinsel ve semitist karşıtlığımızı...”
* * *
Hollanda’da yaşayan Türk gençleri arasında anti-semitik söylem yayılıyormuş.
Hitler’in “Kavgam” kitabı en popüler kitap haline gelmiş.
Gazete haberinde Arnhem’de yaşayan Türklerle yapılmış röportajdan örnekler var: