“Orada AVM olmaz. Gelin konuşalım çevreci kardeşler“ dediniz ya Sayın Başbakan!
Geç kaldınız.
Çok geç.
Onlara zamanında kulak vermediniz, dertlerini dinlemediniz, “ayyaş“ diye, “çapulcu“ diye aşağılayıp küçümsediniz.
Artık geçmiş ola!
Hava döndü; “karşı“dan esiyor yel..
***
İddiaya girmiştik: Kimi iyi niyetliler, “Alttan alacak, özür dileyecek” diyordu.
Ben, “Diklenecek. Tırmandıracak“ iddiasındaydım.
Biri kişisel, biri siyasal iki dayanağım vardı.
Kişisel olan, Erdoğan‘ın 10 yıldır bildiğimiz, özür dilemeyi zaaf sayan ruh haliydi.
Siyasal olan, otoriter idarelerin gerilememe mecburiyeti...
Hükümran, “kulları“ karşısında bir kez gerilerse, arkasının geleceğini bilir. Artık her kararının tartışılacağından çekinir.
O yüzden ilk isyan, en ağır şekilde bastırılmalıdır -ki sonrakilere ibret olsun.
Onlar da “88 kuşağı“...
20’li yaşlardalar.
10 yıl sessiz beklediler.
“Bunlar apolitik, duyarsız gençler“ küçümsemesini sineye çektiler.
Sonra (büyüklerinin anlatıp durduğu o Mayıs sabahına benzer bir sabahta) “Yetti“ deyip çıkageldiler.
Sokakta, parkta, ekranda, yeni yüzler, yeni sözler...
“5 dakkada değişti bütün işler...”
“Gezi Direnişi“, son 10 yılın en güzel sürprizidir. Kendiliğinden doğan ve ezber bozan bir halk inisiyatifidir.
Yaşananlardan kim ne öğrendi:
Önce halk, bir araya gelirse hiçbir barikatın kendisini durduramayacağını öğrendi.
Kitlelerin sürü olduğunu, gençliğin siyasetten soğuduğunu, taraftarın politikaya uzak durduğunu sananlar, sabır taşının aniden çatlayabileceğini, öfkenin sokağa taşabileceğini öğrendi.
Polis, halkına silah çektikçe kitleyi ve nefreti büyüttüğünü öğrendi.
Yandaş medya, üç maymunu oynayarak mesleğe ihanet etmenin kendisini nasıl itibarsızlaştırdığını öğrendi.
Başbakan’ın huzurunda yere paralel seviyede eğilmesi türlü teşviklerle ödüllendirilen kimi işadamları, bu kör itaatin bir bedeli olduğunu ve olacağını öğrendi.
Her şey o ağaçların altında başladı ve orada zaferle sonuçlandı. Bugüne dek kitlelerin tepkisi karşısında burnundan kıl aldırmayan, asla geri adım atmayan iktidar, dün ilk kez inadından vazgeçmek, polisini alandan çekmek zorunda kaldı.
4 gündür tarihin en barışçıl eylemine imza atan eylemciler ise, yan yana durarak, şiddete mesafe koyarak, kararlılığını koruyarak kazandı.
1 Haziran’ı, çok önemli bir kırılma noktası olarak tarihe kazıdılar.
* * *
Dün, Dolmabahçe’den tırmanıp dev bir kalabalıkla meydana girdiğimde saat 16’ya geliyordu.
İlk gazı orada yedik.
Damağımızda gazın tadı ve gözlerimizde acı bir yangınla Marmara Otel’in yanındaki Sağlık Sokak’a doğru çekildik.
Adı: Doğu Kayını... Doğum tarihi: 1632. Ölüm tarihi: 2002.
Boyu 40 metreymiş. 155 metre çapı varmış. Gövdesini 3 kişi el ele tutuşup anca çevreleyebiliyor.
Artvin Borçka’da doğmuş.
Yeryüzünün dört asrına tanık olmuş.
Kasr-ı Şirin anlaşmasını görmüş.
Fransız ihtilalini...
Osmanlı’nın çöküşünü...
Alzheimer’ı bilirim. Kalleştir.
En yakınını el eder; seni tanımaz hale getirir.
Öldürmeden tattırır ayrılık acısını; hasta sahibini kahreder.
Eski bir bakandan dinlemiştim:
Demirel, Alzheimer olan eşini düzenli ziyarete gidiyormuş. Hasta bile olsa, ziyaretleri sektirmemeye çalışıyormuş. Doktorlar, onun yıpranmasını engellemek için “Kendinizi yormayın, nasılsa artık sizi tanımıyor“ demişler.
Acı acı gülmüş Demirel:
Osmaniye
Yaşar Kemal‘i yetiştiren toprak, onu kendi satırlarıyla karşılar gibiydi: “Bahar inmişti Çukurova’nın düzüne... Işık fışkırıyordu topraktan yağmur gibi...”
“Usta”, köylü kasketi, yılların eğemediği dimdik cüssesi ve olanca heybetiyle girdi Hemite köy mezarlığına...
Kabirler arasında yemlenen tavuklar kaçıştı.
Kalabalık heyet, saygıyla bir ağacın gölgesine sığıştı.
Dev yazar, orada 4 yaşında bir yetim oluverdi.