İddiaya girmiştik: Kimi iyi niyetliler, “Alttan alacak, özür dileyecek” diyordu.
Ben, “Diklenecek. Tırmandıracak“ iddiasındaydım.
Biri kişisel, biri siyasal iki dayanağım vardı.
Kişisel olan, Erdoğan‘ın 10 yıldır bildiğimiz, özür dilemeyi zaaf sayan ruh haliydi.
Siyasal olan, otoriter idarelerin gerilememe mecburiyeti...
Hükümran, “kulları“ karşısında bir kez gerilerse, arkasının geleceğini bilir. Artık her kararının tartışılacağından çekinir.
O yüzden ilk isyan, en ağır şekilde bastırılmalıdır -ki sonrakilere ibret olsun.
Başbakan, beni yanıltmadı.
***
Direnişçileri, gazetecilerin, siyasetçilerin, sanatçıların kışkırttığını sanıyor.
Keşke bu mümkün olsaydı.
Tersine:
Onlar, bizi kışkırttı.
Dün Taksim’de, orta yaşlı bir çiftle konuştum. 14 yaşındaki oğulları, “Ben gidiyorum, ister gelin ister gelmeyin“ deyince ardına düşmüşlerdi.
Bu çığlık, hepimizi peşine kattı.
Ve yıllardır umutla beklediğimiz çığı yarattı.
***
Gezi’yi gezenler gördü:
Orada, hepimizin yaşamak istediği Türkiye kuruldu.
Özgür, barışçıl, hoşgörülü, umutvar bir ülke modeli...
Herkesin kendi yaşam tarzını koruyabildiği ve birbirine müdahale etmeden bir arada varolabildiği bir ütopyanın maketi...
Biber gazı, insanların içinden sadece isyanı değil, öldüğünü sandığımız iyiliği, dayanışmayı, yardımseverliği, mizahı da açığa çıkarmış gibi...
Bir önceki gece sabaha kadar içen “ayyaşlar“, kandil gecesi, müminlere simitle çay dağıtıyordu.
Geçen hafta Taksim’e barikat kuran “çapulcular“, bu hafta çöp topluyor, duvardaki küfürleri siliyordu.
Bir köşede Apo resimleri önünde “gerilla“ halayı çekilirken öbür köşede Mirzabeyoğlu için gösteri yapılıyordu.
Zıt kutuplar bir aradayken, ortada otorite ve kolluk yokken, o büyük şenlikte tek bir kavga, sataşma, taciz yaşanmıyor, herkes neşe içinde birbirine yiyecek, ilaç, kitap, iyilik taşıyordu.
***
20. asırda bu ütopyanın düşünü görmüş herkes oradaydı:
Mustafa Kemal, AKM’nin üzerinden alana bakıyordu.
Nazım, “Bugünü de gördük şükür” pankartındaydı;
“Delikanlım”, “Deniz’dik astınız, okyanus olduk“ afişinde...
Cem Karaca, “Ben bir ceviz ağacıyım/ Gülhane Parkı’nda“ diye gürlüyordu meydanda...
Ve iletişim öğrencileri, Ünsal Oskay hocama sesleniyordu; “Yıkanmak istemeyen çocuklarız hocam“ diye...
***
Bizim kuşak, “68 Prag baharı” efsanesiyle büyümüştür.
Bize ahir ömrümüzde bir “2013 Taksim baharı“ hediye ettiler ya...
Helal olsun bu çapulculara!
Buradan nereye?
“Taksim dayanışması”, refleks olarak buluştu; lideri, programı, örgütü, stratejisi yok.
Ama inanılmaz bir enerjisi, kararlılığı, direnci, desteği var.
Şaşırtıcı bir aklıselimi de...
Buradan nereye evrilir?
Akıl verecek değilim; sadece İtalya’da kendisine parti demeyen, “5 yıldızlı” halk hareketinin, internette örgütlenerek üç ay önce nasıl yüzde 25 oy alabildiğini hatırlatmak ve geçen ay konuya dair yazdığım “Başka bir muhalefet mümkün“ yazımı (http://gundem.milliyet.com.tr/baska-tur-bir-muhalefet-mumkun/gundem/ydetay/1705710/default.htm) tavsiye etmek isterim.
“Taksim“de başlayan hareket, enerjisini 10 ay sonraki seçim sandığına yansıtmayı başarırsa, önce İstanbul’un, sonra Türkiye’nin kaderi değişebilir.