Başbakan, ekranda gördüğü Türkiye’den memnun mu acaba? İstanbul’daki Beyrut manzarasından hoşnut mu?
Türkiye’nin bir polis devleti görüntüsüne büründüğünü görmüyor mu?
Taksim’e bakıp “Gaz sıkıp hepsini temizledim“ diye övünüyor mu?
Taraftarlarıyla muhaliflerini, ateşle barut gibi karşı karşıya getirmekten, öfkesiyle yangına benzin dökmekten korkmuyor mu?
Şiddetin şiddeti doğuracağını ve yatıştırmaya bir noktadan sonra polisin yetmeyeceğini hesaplayamıyor mu?
Ortada gerçekten bir “büyük oyun“ varsa, şiddeti tırmandırarak o oyunda başrolü üstlenmiyor mu? Böyle yaparak kendi başkanlığı gibi, bir uzlaşma anayasasını, barış sürecini, toplumsal huzuru, dünyanın desteğini ve ekonomik istikrarı da riske etmiyor mu?
Fotoğraf: Can Dündar
Savaşın bile asgari bir ahlakı vardır. Hiçbir savaşta çocuklara gaz sıkılmaz mesela...
Elinde silahı olmayan, çadırı içinde oturan, barışçı bir gruba böyle saldırılmaz.
Yaralıların revire çevirdiği mekânlar gaza boğulmaz.
Bu emri verenler olabilir, ama o emir uygulanmaz.
Uygulamak zorunda kalanlar arasından vicdan sahibi birileri çıkar, istifa eder.
İnanılmaz bir geceydi. Önceki gece yarısı, Taksim’in ortasında, heykelin hemen dibinde kurulan piyano, adeta uzayıp giden bir sorunu notaya döker gibi hiç ara vermeksizin melodiler çalıyor, çevresinde gençler dans ediyor, anneler elele vermiş, onlara kol kanat geriyordu.
Az ötede, bir grup genç futbol maçı yapıyor, merdivenlerin bittiği yerde horon tepiliyordu.
Aynı saatlerde iki özel uçakla Ankara’ya giden sanatçılar heyeti ile Dayanışma temsilcileri, barış için Başbakan’la 4 saat sürecek görüşmeye oturmuştu bile...
Kız evi, naz evi
Görüşmeye 3 bakanıyla ve danışmanlarıyla gelen Başbakan, günlerdir süren görüşmeler maratonundan yorgun düşmüştü. Gergindi.
Heyetteki bir bakanın deyimiyle, “10 yıldır hiçbir önemli konuda bu kadar uzun toplantılar yapmamıştı”.
Gezi Parkı “24 saat içinde”, muhtemel bir saldırıya karşı hazırlık yapıyor. Nasıl mı? Ağzı zor kapatan, mendilden gaz maskeleri ile... Atılacak gaz bombalarını söndürecek su bidonları ile... Yaralılara ilk yardım hizmeti verecek revir çadırları ile...
Kafa travmalarını önleyecek baretler ile...
Müdahaleyi dünyaya duyuracak twitler ile...
Dünyanın en korunmasız, genç ve sivil “koro”su, tam teçhizatla AKM’nin parkında müdahaleye için yığınak yapan polis “ordu”suna karşı hazırlık yapıyor.
Başbakan’ın genç olmanın ne olduğunu hatırlamasını, gençliğinde gezdiğini söylediği parka dokunmamasını, sonu facia olacak bir müdahaleden caymasını bekliyorlar. Mümkün mü?
Ne yazık ki çok mümkün görünmüyor.
O yüzden de parktaki genç direnişçiler, ebeveynlerinden dinleyip durdukları devlet şiddetinin yeni bir örneğini bekliyorlar.
Ayşe Adile Nami Osmanoğlu Tars, Can Dündar’la.
Dün, Gezi Parkı’nda bir Osmanlı prensesi vardı. Osmanoğlu ailesinin Sultan II. Abdülhamid Han soyundan gelen Ayşe Adile Nami Osmanoğlu, dünya televizyonlarının dikkatinin çevrildiği Taksim’i ve Gezi’nin direniş çadırlarını gezdi.
“Niye buradasınız?” diye sordum:
“Olayları televizyondan izledim. İstanbul’u o halde görünce çok üzüldüm. Uykularım kaçtı. Gelip yerinde görmek istedim“ dedi.
Gezi Parkı’nda gördüğü manzaradan çok etkilenmiş.
“Hepsi çocuk yaşında... Bir idealin peşindeler. Ama o kalabalık, yorgunluk içinde bile çok saygılılar. Kimi dans ediyor, kimi dua... Bu, beni çok etkiledi. İnsanın inandığı şeyler için savaşmasına inanırım. Onlara hak verdim. Ben de artık ‘Çapulcu Prenses’im.”
CNN’den izlemedik, dün gece Taksim’de, Gezi’deydik
Gece yarısı...Taksim’e Gümüşsuyu’ndan giriyoruz. Yorgun polisler Gezi Pastanesi’nin önüne doğru, yolun iki yanında serilmiş dinleniyor.
Kolilerle yeni gaz bombası taşıyorlar meydana...
Ancak savaşlarda gözlenebilecek bir gerginlik...
Gözün, genzin dayanamayacağı bir gaz kokusu...
Taksim ağır muhasara altında...
AKM’nin önünde, polis koridorunu yararak ve yanımdaki kazağı burnuma bastırarak meydana ilerliyorum.
Milliyet yazarları Can Dündar, Mirgün Cabas ve Zeynep Miraç, Gezi Parkı’nda ikinci haftasını dolduran direnişin nabzını tuttu. Dündar, Cabas ve Miraç, bir eylemci çadırında ‘eylemi’, talepleri birinci ağızdan dinledi. Eylemciler bir yandan konuşurken, diğer yandan da direniş devam etti.
Son 24 saatte hem Gezi çadırlarının hem yerel ve resmi yetkililerin nabzını tutma şansı buldum. İzlenim ve tahminlerimi yansıtmaya Gezi’yle başlayayım:
Gezi ile Taksim
Birkaç gündür Gezi ile Taksim’in havası farklılaşmaya başladı.
Gezi, “Ağaçlık bölge rant alanına dönüşmesin” refleksiyle ayağa kalkan ve itirazı şiddetle bastırılınca sivil itaatsizlik eylemine başlayan gençlerin yatağı...
Can Dündar ve Mirgün Cabas, Taksim’in nabzını AKM’nin çatısında tuttu.
Bakmayın dünkü mitingin, Gezi çadırlarının coşkusuna...
Girdiğimiz her çadırda tedirgin bir bekleyiş var.
Ve kulaktan kulağa yayılan bir söylenti:
“Salı sabaha karşı saldıracaklar.”
Özellikle Başbakan’ın dönüşte izlediği sert çizgi ve kendi taraftarını mitinge götürmesi, gerilimi tırmandıracağını gösteriyor.