Kendimden haberler

3 Haziran 2003

***En tazesi şu:Son kitabım "Savaşta Ne Yaptın Baba"nın korsanı çıktı. Kapağı parlak, içi berbat baskılı..."Nihayet" diye sevindim. Kitap 5. baskıya gelmiş ve hala korsanı çıkmamıştı. Bizim camiada bu pek hayra alamet değildir. Korsanlar basmaya değer bulmuyorsa, satmıyorsun demektir. Bu da, artık telefonu dinlenmediği için önemsizleştiğini düşünen bir politikacı tedirginliği yaratır.Neyse çıktı da, rahatladık.Korsanımız, yazar, telif, yayınevi, dizgici, tashihçi dinlemeden alıp basmış, ucuza da satmıştı.Ve biz hala Kültür Bakanlığı'ndan tedbir bekliyorduk.***Bir bela da internetten:Aylardır, haberim olmadan adıma kurulmuş bir siteyle uğraşıyorum.İnternette benim imzamla başkasına ait veya başkasının benim imzama sahip yazılarının gezinmesine alışmıştım, ama bu başka... Çünkü resmen adımı taşıyan bir site... Üstünde fotoğrafım var; altında da uyduruk bir şiir. Ve bana ait değil.Görenler, acemiliğimi yüzüme vurmamaya çalışan bir nezaketle "şiirini okuduk, pek güzel" diyor. Tek tek anlatmak da bana düşüyor.Siteyi Cahit Çetin Altay, Medya Panel şirketi adına Amerika'dan tescil ettirmiş, ama ne adresinde bulunuyor, ne verdiği telefonda...Uğraş ki, taşı çukurdan çıkarasın.İnternet

Yazının Devamı

Hitit güneşinin yaş günü

1 Haziran 2003

Ankara'da, Botanik Parkı'na bakan bir dairenin geniş salonunda, olanca şıklığıyla baş köşede oturuyordu. Yorgun mavi gözleriyle selamladığı davetlilerle eski günlerden sohbete dalmıştı.Eşi Ferzan Hanım her zamanki gibi başucundaydı. Kızı ve torunları da öyle... 50'li yaşlardaki öğrencileriyle, 70'lik, 80'lik üniversite arkadaşları neşe içinde pasta kesip alkışladılar.Aydın Doğan Vakfı'nın bu yılki Arkeoloji ödülünü kazanan Ordinaryüs Profesör Sedat Alp, 90. yaş gününü böyle kutladı.***Neslinin birçok ferdi gibi onun kaderi de Atatürk'le değişmişti.1930'larda Mussolini'nin, Anadolu'nun Roma'dan ibaret olduğunu iddia etmesi Atatürk'ü İslam öncesi Anadolu uygarlıklarını incelemeye sevk etmişti.Acilen Türk tarih tezi için büyük seferberlik düzenlendi. Dışarıdan hocalar getirtilip kazılara başlandı. Başbakan'ın 500 lira maaş aldığı dönemde bir kazı başkanının aylığı 600 liraydı. Atatürk, kimi hafriyatların harcamalarını kendi cebinden karşılıyor, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nin kuruluşuna öncülük ediyordu. O dönemde lise birincileri 90 lira bursla (ki bu, ayda 800 mark ediyordu) belli başlı Avrupa başkentlerine gönderildi.İşte Sedat Alp o öğrencilerden biriydi.Leipzig'e, tarih okumaya

Yazının Devamı

Seccadede pudra izi

31 Mayıs 2003

Haklarıydı.Bir süredir bu değişti.Artık "yaşadıkları şeye inanıyorlar".Yani mecburen dahil oldukları hayatı, vicdanen meşrulaştırmaya çalışıyorlar.Öyle olmasa "tesettür defilesi" gibi bir ucubeyi kabullenebilirler mi?Kadını iştahlı gözlerden sakınmayı amaçlayan "tesettür"ün, bizatihi bir teşhir seansı olan "defile"ye konu olması, başlı başına bir çelişki değil mi?Mankenlerin dolaştığı, markaların yarıştığı, namahremin bakıştığı bir "gösteri", herkesin her şeyini sergilediği asrımızın gösteriş dünyasının dışında kalmayı seçmiş mümin kadını bozmaz mı?İsrafı teşvik eden, hazları yücelten, nefsi kışkırtan, tüketimi kamçılayan bir seyirlik, kanaatkarlığı, tevazuu, nefsin ve hazların ıslahını tembihleyen İslam terbiyesiyle bağdaşabilir mi?***Ancak "teori"ye değil, "pratiğe" bakarsak iş farklıdır.Mümin kadının güzel görünmeyi ibadet sayar hale gelmesi, eşini ve çocuklarını da dönüştürecek bir modernleşme özleminin göstergesidir.Tüketim toplumunun örtünen kadına da bulaştırdığı bu "dişilik arayışı", kuşku yok ki peşinden "kişilik arayışı"nı getirecektir.Örtünen kadının sosyal hayatta erkekle buluşması, tesettürün podyuma çıkması, seccadeye pudra bulaşması, bu cenahta radikal yaklaşımları

Yazının Devamı

"Türkçem, benim ses bayrağım!"

29 Mayıs 2003

"Sertab keşke Türkçe söyleseydi" dedik, o kadar..."Eleştirileri birincilikle yanıtladı" diyorlar.Hayat, her ne pahasına olursa olsun başarıyı hedefleyen bir yarışsa sizin için, doğru...***Sertab'ın başarısına biz de sevindik elbet...Yarışma gecesi ben Almanya'da, orman içinde, Ren Nehri'ne tepeden bakan harikulade bir oteldeydim. Yorucu bir sempozyumun ardından gece yarısı ekran başına çöküp sabahın 2'sine kadar yarışmayı izledim. Sonuca kendi kendime sevindim. Sabah kalkıp böbürlendim. Sempozyumda Almanlara, verdikleri 10 puan için teşekkür ettim. Bu sonuç, Türkiye'nin özgüvenine ve tanıtımına katkı sağlayacağı için sevindim; "Bütün dünya bize karşı" önyargımızın yıkılmasına yarayacak bir müsekkin olmasına dua ettim.Buna rağmen, o masum dilek yine de süzüldü içimden:"Keşke Türkçe söyleseydi."***Tutuculuk değil bunun nedeni...Ben, o dilde düşünen, konuşan, kalem oynatan bir yazarım. Elimden geldiğince onu yaşatmaya, güzelleştirmeye, zenginleştirmeye çalışırım.Bu dil, benim asıl anavatanım.İnsanlığı, 3 bin 500 dille cıvıldaşan rengarenk bir bahçe sayarım.Kaybolan her dilde, yiten bir uygarlığın, suskunlaşan anıların, dilsizleşmiş kuşakların acısını duyarım.O yüzden Avrupa

Yazının Devamı

Füzyon çağı

27 Mayıs 2003

"Doğu batı kuzey güney / hiç fark etmez sentezlerimKadın erkek ayırt etmem / denk geleni sentezlerim.Meditasyon sırasında ne hayaller kuruyorum,Şakraları açmak için kel kafama vuruyorum.Kralı gelse tanımam / babam olsa sentezlerim.Antin kuntin, etnik kutnik / ne bulursam sentezlerim".***Parçada dalga geçilen isim, sufi etnik ezgilerini "club" tarzıyla buluşturan Mercan Dede..."Dede" ney çalarken ortada semazenlerin raks ettiği, çevrede "clubber" gençlerin bira içip kafa yaptığı tuhaf bir "sentez" bu...Ama müşterisi bol... Çünkü "sentezleme" günümüzün moda kavramı..."Neyin nesi bu sentez" diyenlere daha sıcak bir örnek sunacağım:Arkada Batılı hip - hop ritimler, önde alaturka aletler, göbek atan kızlar ve bildiğimiz "dat - da - dat - da - dat / dara - diri - dat"lar...Alın size son Eurovision Şarkı Yarışması'nda Türkiye'yi zirveye taşıyan bir "sentezleme" örneği...***Geçenlerde bu sütunda "Asmalı Konak"ı incelerken alıntı yaptığım Pars / Mccann raporu, dizinin başarı sırrını "füzyon" kavramıyla açıklıyordu."Füzyon" kabaca, "etrafımızdan topladığımız ve asla bir arada var olamayacağını sandığımız kimi zıt örnekleri sentezleyerek yepyeni kavramlar oluşturmak" diye

Yazının Devamı

Petersburg'dan Petersberg'e...

25 Mayıs 2003

2 gün Petersburg'da kaldıktan sonra 2 günlüğüne Petersberg'e geçtim.Rusya'dan Almanya'ya...Petersburg'daki 300. yıl kutlamalarından Petersberg'deki "Türkiye ve Almanya'da Şiddet Kültürü" sempozyumuna..."Modernizmin doğuda açan çiçeği", "Kuzey'in Venedik'i"nden, Bonn yakınlarındaki bir tepeye kurulmuş muhteşem bir malikâneye...****St. Petersburg'a İstanbul Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna ile gitmiştik. Frankfurt'a da onunla birlikte uçtuk.O, "Glokalizasyon" başlıklı bir toplantı için Roma'ya geçecekti.Ben ise şiddeti sorgulayan bir sempozyum için Köln'e...Sonuçta her iki toplantı da Avrupa'nın geleceğini aradığı platformlar...Global çağın getirdiği avantajlarla, dezavantajların kıyaslandığı bilanço zeminleri...Gürtuna, Roma'da kayda değer bir konuşma yapacak. Nazım'ın "Yaşamak / tek bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine" dizeleriyle biten bu "sosyal demokrat" renkli konuşmada özetle şöyle diyecek:****"Fakirlik ve ekonomik azgelişmişlik ancak çatışma ve kriz üretir. Aç insan kendisi refah ve zenginlik yaratamazsa başka tarafta yaratılmış refaha ortak olmaya çabalar. Zengin kuzey ülkelerine yönelen büyük göç dalgasının altında bu basit ve temel gerçek

Yazının Devamı

İki şehrin hikâyesi

24 Mayıs 2003

İkisi de yeni başkentlerce ihanetle suçlanmış, aşağılanmış.Ama tutmamış.İkisi de hala alabildiğine mağrur ve gözalıcı bugün...Bürokrasinin değilse de hayatın başkenti...ikisi de ülkenin mevcut yöneticilerini çıkarmış:Petersburg, eski belediye başkan yardımcısı Putin'i...İstanbul, eski belediye başkanı Erdoğan'ı...İki kardeş şehir onlar...Biri 300'üne bastı dün, diğeri 3000 yaşında bugün.***İstanbul Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna ile kentin 300. yaşgünü kutlamaları için Petersburg'dayız.Gezdikçe bu kardeş şehrin üstünlükleri ve zaafları çıkıyor ortaya...Hepimizi özendiren üstünlüğü, bir pırlanta özeniyle saklanmış oluşu... Pastel renkleri, beyaz sütunlarıyla binalar tek elden çıkmış bir maket gibi kusursuz. Gezerken 18. yüzyılın sokaklarında geziyormuş duygusu veriyor. Atlı kızakların, kanlı düelloların, devrim marşlarının, roman kahramanlarının sesi çalınıyor kulağınıza...Her gelen iktidarla Petersburg'la Leningrad arasında gidip gelse de her daim üzerine titrenen bir kültürel devamlılık, insanı kente meftun ediyor.Her gelenin bir öncekini yok etme geleneğiyle her devirde yerle bir edilmiş İstanbul'da rastlayamayacağınız bir özellik bu...Ama Petersburg'un sadeliği karşısında

Yazının Devamı

Kapalı kapılar ardında...

22 Mayıs 2003

Basına kapalı bir buluşma... Amerika'nın "Karanlıklar Prensi" Richard Perle, buluştuğu sivil toplum kuruluşunun başkanına şunları söylüyor:"Türkiye ABD'ye sırtını dönmekle hata etti. Avrupa Birliği ile bir yere varamazsınız. Bu sevdadan vazgeçip NAFTA seçeneğini düşünmelisiniz."***Yer : Yine Ankara...Yine basına kapalı bir buluşma...Bu kez Avrupalı iki milletvekili, çok üst düzey bir askeri yetkili ile görüşüyor.Konu: MGK...Avrupalı parlamenterler askeri yetkiliye ısrarla MGK'nın Türkiye siyasetindeki konumunu soruyorlar. Askeri yetkili öfkeyle, "Bu konuyu kurcalayan 3 kesim var" diyor ve şöyle sıralıyor:"Bölücüler... Şeriatçılar... ve Avrupalı dostlarımız..."***Biri Ankara'dan, diğeri Strasbourg'dan sızan bu iki bilgiden, ABD ve kimi askeri yetkililerin AB karşıtı lobi faaliyetine hız verdiği anlaşılıyor.İşin ilginç yanı Avrupa Birliği, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin siyasetteki etkinliğinin azaltılması için bastırırken ABD Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz, "Son Irak krizinde Türk ordusunun öncü rolünü yeterince yerine getirmediğinden" yakınıyor; "Neden her zamanki gibi öne çıkıp bastırmadınız" demeye getiriyor.ABD ile AB, askerin Türk politikasındaki ağırlığına ilişkin tamamen

Yazının Devamı