Doğumdan sonra hayat var mı?

17 Haziran 2003

Karanlıktaymışlar. İki embriyo, bir ana rahminde...her şeyden habersiz bekleşiyorlarmış, sudan bir beşiğin içinde...Sarılıp birbirlerine, karanlıkta uyumuşlar öylece...Haftalar geçmiş, ikizler gelişmiş.Elleri, ayakları belirginleşmiş.Gözleri çıktıkça meydana,ikisi de çevrede olup biteni fark etmiş...Ne rahat, ne güvenli bir dünyaymış bu...Sıcak, ıslak, sevgi dolu..."Öyle güzel bir dünyada yaşıyoruz ki" demişler, "...bize ne mutlu..."***Gel zaman git zaman, çevreyi keşfe girişmişler.Bu karanlık dünyayı ve hayatın kaynağını deşmişler.Onları besleyip büyüten kordonu fark edinceO kordonla kendilerini var eden Anne'lerine şükretmişler.Sonra başlamış bir varoluş tartışması:"Buraya nereden geldik, biz nasıl olduk" diye sormuş ikizler..."Annemiz" demiş biri, "O bizi var etti, bize can verdi.""Ne biliyorsun" diye itiraz etmiş öteki, "Sen hiç Anneni görmedin ki...":"Belki de o sadece zihnimizdedir. Anne inancı bizi rahatlattığı için uydurduğumuz bir şeydir."***Süredursun ana rahmindeki tartışma, ikizler büyüyüp gelişmişler.Rahme sığmaz olup tekmeleşmişler.Artık parmakları ve kulakları varmış kerataların...Büyüdükçe anlamışlar ki, yolun sonu yakın...Gün gelecek, bu güzelim hayat

Yazının Devamı

Mavi tahterevalli

15 Haziran 2003

Akşamüstleri babamla oraya giderdik. Ben üç tekerlekli bir bisikletle, o kim bilir aklında ne dertle?Karşılıklı yerleşirdik tahterevallinin iki kefesine; eşit konumda iki adam gibi...O, ağırlığını verip azar azar yükseltirdi beni... Tepeye çıktıkça heyecanlı çığlıklar atardım; bir yanda yüksekliğin ürpertisi, öte yanda emin ellerde olduğunu bilmenin güven hissi...Yukarıdan bakardım babama... Korkuyla önümdeki demire sımsıkı yapışsam da bilirdim ki düşecek olsam, kocaman iki elden bir döşeğe düşerim en fazlasından...Sonra babam yavaşça kalkardı oturduğu kefeden... Bana büyüyüp ağırlaştığımı hissettirirdi.Yeniden başa baş gelirdik bu eğlenceli terazide; benim ayağım boşlukta, onunki yerde...Yorulana dek ine çıka eğlenirdik, güzelim mavi tahterevallide...* * *Zamanla büyüdüm.Yere değdi ayağım.Ağırlaştım.Mavi tahterevalliden uzaklaştım.Hayatın basamaklarını tırmanıp yükselirken insan, kendisini yukarı taşıyan şeyin, çocukken kalbine yerleştirilen o cesaret duygusu olduğunu fark edemiyor.Görünmeyen kocaman iki el, her daim arkasında duruyor; insan "Düşsem de o iki el korur beni" güveniyle büyüyor, ama aşağı fazla bakmadığından kefeyi havaya kaldıran ağırlığın, bu güvenden

Yazının Devamı

Mangal sefası ve helal et tartışması

14 Haziran 2003

İlki Almanya'dan...Konu:Mangal sefası...En çok satan Alman gazetesi Bild'in haberine göre mangal meselesi, bazı Berlinli politikacılar tarafından gündeme getirilmiş.Bahar geldi ya, Türkiye'nin her yerinde olduğu gibi Almanya'daki Türkler de hafta sonları mangalları kapıp pikniğe koşmaya başladı.Buraya kadar bir tuhaflık yok. Almanların yadırgadığı şey, pikniğin yapıldığı alan ve o alanların piknik sonrası durumu... Çünkü Türkler, mesela Bellevue Sarayı'nın karşısındaki yeşil alanda piknik yapıyor ve mangalın dumanı doğrudan Cumhurbaşkanı Johannes Rau'nun çalışma odasına sızıyor.Gerçi Rau, bunu "yerel bir kültür" olarak gördüğünü ve rahatsız olmadığını söylemişti ama, öyle anlaşılıyor ki, yeşil alanların piknik sonrası sefaleti rahatsız olunmayacak gibi değil. Gazete, sadece bir ilçede geçen hafta sonu 200 metreküp çöp toplandığını belirtiyor. Bu yüzden de muhalefetteki Hıristiyan Demokrat Birliği'ne mensup siyasetçiler, çevre kirliliği yaratan ve belediye masraflarını katlayan mangal adetinin yasaklanmasını istiyor.***İkinci konu daha da ilginç.Onu da BBC'den öğreniyoruz.İngiltere'de hayvan hakları mücadelesi veren bir grup, Müslümanların ve Yahudilerin hayvanları, boğazını kesip

Yazının Devamı

Polonya'ya özendim

12 Haziran 2003

Telefon çaldı, Polonya Cumhurbaşkanı Aleksander Kwasniewski bağlandı."Hello my dear President" ("Merhaba sevgili Cumhurbaşkanım") diye samimi başladı Demirel...Onu geçen hafta sonu Avrupa Birliği referandumunda aldıkları yüzde 82'lik "Evet" oyundan dolayı kutladı. "Sizin ve sokaktaki Polonyalı'nın coşkusunu paylaşıyorum. Harika bir iş başardınız" dedi.Türkiye'de işlerin yolunda olduğunu, seçim sonrası siyasetin istikrara kavuştuğunu söyledi, Türkiye'nin tam üyeliğine destek istedi."Eşim ve ben son buluşmamızı hâlâ unutamıyoruz" diyerek eşiyle Türkiye'ye davet etti.***Telefon kapanınca Polonyalılara özendiğimi söyledim Demirel'e..."Şimdi Kwasniewski sizi arıyor ve kutluyor olmalıydı" dedim.Öyle ya, 22 yıl önce birkaç arayla darbe yemişti Türkiye ve Polonya...Türkiye'de Demirel'i alaşağı eden askeri müdahale, 3.5 ay sonra da Polonya'da Gdansk Dayanışmacılarını ezmişti.İlk konuşmasında NATO'ya bağlılığını açıklayan Org. Evren'in ardından, gözündeki iltihaplanma yüzünden sürekli koyu renk gözlük takan Gen. Jaruzelski de Lenin resmi önündeki ilk hitabında Varşova Paktı'na sadakat bildirmişti.O zamanki Polonya, boş raflarla uzun kuyrukların ülkesiydi.***Pazar günkü referandumda koyu

Yazının Devamı

Ecevit karnesindeki 2 "iyi"

10 Haziran 2003

Bizler de davet eden okulların şenliklerinin yanı sıra, kendi ilkokulumuzun, lisemizin, üniversitemizin kutlamalarına da gidiyor, "nostalji yapıyoruz".Bu buluşmaların en keyiflilerinden birini - savaş dönemine rastladığı için - sizinle paylaşamamıştım. Şu aralar okullarda şenlik var. Bir yanda dönem sonu hazırlıkları, bir yanda karne telaşları, bahar kutlamaları, mezun buluşmaları... bir faaliyettir gidiyor. 76. yılını kutlayan ilkokulumla beni yeniden buluşturan Altan Öymen oldu. Onun "Bir Dönem Bir Çocuk"unda (Doğan Kitap, 2002) bir fotoğraf dikkatimi çekti:Küçük Altan Öymen, koyu renk önlüğü ile okulumun merdivenlerinde oturuyordu. Aynı merdivenlerde benim de bir fotoğrafım vardı. O fotoğrafı Altan Ağabeye götürdüm. O da beni Mimar Kemalliler Derneğinin toplantısına götürdü.***Cumhuriyetin ilk kuşak mimarlarından Kemalettin Beyin adını taşıyan okulumuz, Ankaranın ilk okullarından biri, Ecevitin deyimiyle "devrimin mutfağı" idi. Yüksel Caddesindeki bu sevimli binada memur çocuklarıyla, mebus çocukları bir arada okurdu.Okulun sınıfları Bülent Ecevit, Murat Karayalçın, Ali Bozer, Çetin Altan, Hasan Cemal, Mehmet Barlas, Seçil Heper, Ahmet Oktay, Vecihi Timuroğlu, Şevket Pamuk gibi

Yazının Devamı

Alacakaranlık kuşağı

8 Haziran 2003

Biraz yaşlı, biraz yorgun, ama tıpatıp aynı...Cumartesi akşamı, Ankara'da bir spor salonunun alacakaranlık tribünlerine ip gibi dizilmiş, çeyrek asır önce süngüyle dağıtılmış kuşağımızın yeniden buluşmasını izliyorduk.78'lilerin dayanışma gecesiydi.Kenardaki projektörden yansıtılan bir kızıl yıldız salonda tembel tembel dolaşıyor, ortalıkta gezinen çocuklarla oynaşıyordu.Kürsüde hararetli nutuklar ve yarım kalmış devrim türküleri söyleniyor, arada tanıdık sloganlar atılıyordu.Neslim, tribünde eski örgüt disiplini içinde cansız ve ciddi duruyor, kâh eski bir türküyü mırıldanıyor, kâh bir slogana gönülsüz katılıyor, ama genelde susup oturuyordu.Perdeye 68'in kahramanlarının görüntüleri yansıyınca alkış kopuyordu:78'in kahramanı yoktu ki!..Şenlik filan bilmezlerdi. Ülke ezilirken gülüp oynamak ayıptı. Müzik, devrim ateşine güç katan bir enstrümandan ibaretti. Ve yegâne eğlence eylemdi.Fikriyatlarının ve örgütlerinin kurallarınca yaşadılar gençliklerini...Eylemde cesur, aslında mahcup, ama özünde iyi insanlardı.Memleketi kendilerinden çok sevmenin bedelini ağır ödediler.* * *İki örnek vereyim:80 doğumlu bir genç... Astsubay okulunu kazanmış. Başarıyla okumuş. Mezuniyet törenine 2 ay

Yazının Devamı

Bir kâbus gördüm!

7 Haziran 2003

Yataktan fırlayarak uyandığımda kan ter içindeydim.Hâlâ da kâbusun etkisindeyim.***Büyük bir "meydan" vardı.Meydan'ın ortasına şüpheli bir "paket" bırakılmıştı. Herkes etrafını sarmış, "içinden ne çıkacak" diye meraklanıyordu."Açılırsa patlar, mahvoluruz" diyordu birileri..."Bir şey olmaz, biz neler gördük" diye yatıştırıyordu öbürleri...Birden meydan'a kızgın gençler giriyor, kaz adımlarıyla pakete yöneliyordu.Rahatsızlıkları yüzlerinden okunuyordu.Kararlı adımlarla ilerleyerek ve "Bir şey olmaz" diyenlerin ihanetinden şüphelenerek geliyorlardı.Kenarda bir adam gazete okuyordu.Gazetede bir makale vardı.Makalede "bombalı paket"i hazırlayanlardan nefretle, onlarla "uyumlu" bir "bey"den de endişeyle söz ediliyordu:"Meydan'ı boş bırakıyor, aslında meydan'ı az tanıyor, çünkü gözlükleri garba bakıyor" deniyordu.71'den beri ilk kez oluyordu böyle şeyler...Ben rüyamda makalenin içine düşüyordum."Endişe kaynağı"nın, "gözlükleri garba bakan bey"in çok yakınındaki kuvvetli biri olduğunu öğreniyordum."Meydan"ı, "bey"e bırakmamaya çalışıyordu.Onun endişesi, rahatsız gençleri ateşliyordu.Rahatsız gençler kaz adımlarıyla pakete doğru yürüyordu.Paket açılınca içinden yıldızlar

Yazının Devamı

Bir lordun kaza sonucu ölümü

5 Haziran 2003

Saten yatak örtüleri içinde sevdiği kadının kollarında da...Veya rakip derginin daha çok sattığını öğrendiğinde gelen sekte - i kalpten...Ama böylesi, öyle bir hayata yakışacak final değildi.***Onun için çalışmaya başladığımda ne o beni tanıyordu; ne de ben onu...Üniversite öğrencisiydim ve Gelişim Yayınları'nın ansiklopedilerini pazarlıyordum.Tanışmamız 1985'te oldu.İşsizdim.Rahmetli Ahmet Taner Kışlalı hocam, Erkekçe'yi çıkaran Hıncal Uluç'a beni hatırlatmış, o da Ercan Arıklı'ya söylemişti.Dönemin efsanevi dergisi Nokta'da işe başladım.Yazdığım birkaç yazının ardından derginin istihbarat şefiydim.Onunla ilgili olarak ilk öğrendiğim şey buydu:Yetenekliysen önün açıktır. Sana güvenir ve şans verir.***Gelişim, bu güvene mazhar olmuş yüzlerce genç yeteneğin dergâhıydı.O dergâhta meslek hayatımın en keyifli yıllarını geçirdim.Hepimizin özel hayatıyla ilgilenir, söyleşir, dertleşirdi. Yine de "Ercan abimiz" değil, "Ercan Bey"di.Hep yeninin, hep farklı açının, ilk olmanın peşindeydi. Doymak bilmez bir haber iştahı vardı. Haber toplantılarında önerileri dinler, yerinden kalkar, ağızlığı sol elinde, sağ eli cebinde olduğu halde odanın içinde voltaya başlar ve her seferinde aynı açlıkla

Yazının Devamı