Çoğu erkek hâlâ kabul etmese de, müzeler çoktan kabul etti, moda da artık bir sanat. Bugün köklü bir modaevinde, bir couture elbisenin fiyatı 25 bin dolardan başlıyor, milyon dolarlara kadar çıkabiliyor.
150 saatte dikilen bir elbiseye gönül rahatlığıyla 100 bin dolar verebilecek couture koleksiyonerleri var.
Sayıları 100-200 arasında değişiyor.
wYurt dışında birçok müze şimdi bu koleksiyonerlerin gardıroplarının peşinde.
Eskiden moda dergilerine gardıroplar açılırdı, şimdi ise sanat ve tasarım müzelerine.
Müzeler moda ve kostüm sergileri sayesinde daha çok kişiye ulaşıyor. Hatta sırf bu yüzden modaevleri bile kendi müzelerini açıyor.
Bugün Londra’dan bildiriyorum.
Şu anda şehrin her önemli müzesinde bir moda sergisi var. Victoria&Albert Müzesi’ndeki Alexander Mcqueen ‘Savage Beauty’ sergisi başta olmak üzere. Biz çağdaş sanata boğulurken, Londra’da modanın yükselişi devam ediyor.
Birçok çağdaş sanat sergisinde in cin top oynarken moda sergilerinde uzun kuyruklar bitmek bilmiyor.
Müzeler artık daha çok ilgi çekmek için bu yola başvuruyor. ‘Ünlü’ kültürü aldı başını gidiyor. Herkes ünlülerin giydiği kıyafetleri merak ediyor.
TV programları modaya olan ilgiyi artırıyor.
Özellikle kadınlara yönelik sergiler hazırlı-yorlar çünkü müze ziyaretçilerinin çoğu kadınlar.
Artık o kadar çok müze ve sergi alanı var ki, bu alanları doldurmak için henüz sanat dünyası tarafından kabul görmemiş genç sanatçıların yerine tanınmış modacıları tercih ediyorlar.
Ayrıca Amerikan Vogue’un efsane editörü Anna Wintour’un Metropolitan’da düzenlediği Costume Institute Gala’da 9 milyon dolar toplandı. Moda, müzeler için de önemli
bir gelir kaynağı.
Moda sanat mı?
Azzedine Alaia gibi tasarımcıların yaptıklarını görünce “Evet, gerçekten sanat” diyorsunuz.
Oysa müze yöneticileri, küratörler, eleştirmenler arasında tartışmalar, anlaşmazlıklar hâlâ devam ediyor.
“10 yıl önce modanın sanat müzelerine girmesi konuşulmazdı bile” demiş Metropolitan’ın küratörlerinden Harold Koda, New York Times’a.
Tam altı yıl önce New York Metropolitan’da Chanel sponsorluğunda Chanel sergisi açıldığında müze çok ağır eleştiriler almıştı.
Oysa şimdi herkes çoktan alıştı.
Moda sergilerinde tek sorun, kısa süreli olmaları gerekiyor, çünkü kumaşlar ışıktan
zarar görüyor.
Bakın Oscar de la Renta ne diyor? “Kıyafetleri çöpe atılabilir sanat olarak görürdüm, bir gün bu kadar önemli olacaklarını düşünemezdim.”
Kim düşünebilirdi ki?
Saatlerce kuyrukta beklenen sergi
Salı sabahı saat 09.30’da Londra’da Victoria & Albert’ın önündeyim, müzenin açılmasına daha yarım saat var.
Buna rağmen uçsuz bucaksız bir kuyruk var kapıda. Herkes erkenden gelmiş, sıraya girmiş, bir kısmının elinde önceden internetten alınmış biletler, bir kısmı ise bilet kuyruğunda. Kuyruğa girerken soruyoruz, “Ne kadar bekleriz?” diye. “Bilet alabilirsiniz ama alsanız da bugün gezip gezemeyeceğiniz belli değil” cevabını alıyoruz. O da ne demek? Sergiyi günde sadece 200 kişinin gezmesine izin veriliyor, “Eserlere zarar verilmemesi için”.
New York’ta Metropolitan Müzesi’nden sonra bu hafta Londra’da açıldı, açılışına Victoria-David Beckham’dan Salma Hayek-François-Henri Pinault’ya birçok isim katıldı. Peki ama bu ne sergisi dersiniz? Dünyanın en önemli çağdaş sanatçılarından biri mi, yoksa klasikler arasına girmiş ustalardan biri mi? Hayır,
o da değil. Bahsettiğim, Alexander McQueen ‘Savage Beauty’ sergisi.
Sayesinde ikoncanın gardırobu müzede
Alexander McQueen İngilizlerin çok gurur duyduğu bir moda tasarımcısıydı.
Tam 5 yıl önce 40 yaşındayken annesini kaybetti, moda haftasına sayılı gün kala intihar etti.
Moda evinin başına sağ kolu Sarah Burton geçti ve Kate Middleton’ın gelinliğini bile tasarladı.
McQueen’in İngilizlerin ikoncanı Daphne Guinness’e özel tasarladığı kıyafetler New York’ta Fashion Institute
of Technology müzesinde sergilendi.
Dünyada ilk kez bir ikoncanın gardırobu müzeye girmeyi başardı.
Bir dönem sırf Alexander McQueen’in onun için özel olarak tasarladığı kıyafetleri giyiyordu, Karl Lagerfeld hala ona özel kıyafetler tasarlıyor.
Azzedine Alaia’dan Gareth Pugh’a aklınıza gelebilecek bütün önemli moda devleri onu giydirmek için yarışıyor. Nedeni basit, çünkü onun sınırları yok, her şeyi giyebilir, her şeyi giyebilecek bir fiziği var, 50 yaşında olmasına rağmen.
Tabii bir de bunları satın alabilecek maddi gücü. Daphne Guinness’den bahsediyorum.
Onu Hakan Yıldırım’ın Paris Moda Haftası’ndaki defilesinde yakından görme şansım oldu. O makyaj ve topuklularla zaten ne giyse dikkat çekerdi.
Ayakkabılardan rahat yürüyemiyordu, Mert Alaş’ın kolunda ön sıradaki yerine kadar zor gelmişti.
Bir de ‘X Men’den fırlamış gibi duran duran daracık tulumuyla dikkat çekiyordu, her an duvara tırmanıp takla atacak gibi duruyordu.
Sergisi ziyaretçi rekorları kırdı, aynı Metropolitan’daki McQueen sergisi gibi. Zaten Daphne Guinness’in gardırobu da bir nevi Alexander McQueen
sergisi gibiydi.
Guinness modayı bir sanat olarak görüyor, “Daha çok değil daha iyiye ihtiyacımız var. Anlamsız, kullanılmayan şeylerle dünyayı kirleteceğimize nadir bulunan müthiş güzellikleri desteklemeliyiz” diyor.
Haksız mı?