<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Bırakın Milli takımın T.D.'si (teknik direktör) kim olmalıyı, kim olmamalı'da bile fena halde auta düşmedik mi biz? Herkes kim olursa olsun da Ünal Karaman olmasın diyordu. Ama Karaman T.D oldu. O Güneş'in yanındaki yere bile bir numara ufak geliyordu. (Bir bilenlere göre) Ne tuhaf, şimdi Güneş'in yerinde o. Evet "şimdilik" oldu, ama "şimdilik" bile olsa onun olması mı gerekiyordu ? Türkiye'de hiç teknik direktörlük yapmayan bir teknik direktör, inanılacak gibi değil ama "Ben yaptım oldu"yla Türk Milli Takımı'nın teknik direktörü oldu...
Son seçimlerde adaylar "paylaşan başkan" sloganını çok kullandılar. Her afişte "bir fotoğraflık" giydirildiği ve sırıttırıldığı belli olan bir aday, "bizdekini" paylaşmaya geldiğini suratımıza baka baka söylüyordu. Oldukça sık kullanılan "milli takım hepimizin" sloganının da yukardaki "kandıran" slogandan bir farkı yok bence. "Hepimizin"in içinde "hepimiz" varmıyız acaba... Federasyon Başkanı'nın, MHK Başkanı'nın, Milli Takım T.D'sinin veya yanındakilerin "hepimiz"i o. "Bizim" takımız derken bile inandırıcı değiller. Sanki "sizin değil ki bizim" gibilerinden söylüyorlar.
Fena oynamadılar
Haftalardır bir teknik
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Bursa sanki İstanbulspor'la "nerede kalmıştık"ı oynuyor gibi. Ama "nasıl kalmıştık"ı da sanki unutmuş gibi. Ve de deyim yerindeyse "cuk" diye de oturuyor bence. Sanki yine kaşınıyor gibi. Bursa zaten hep şaşırtıyor beni. Tabii Bursalı da. Mesela hakeme ve federasyona bağırıyorlardı "dün"ün sonunda. Hatta dünkü doksanı onlara bağlıyorlardı. Son ligin "son"unda "hakem"le ligde kalmışlardı. Üstelik yine "İstanbulsporlu" bir maçtı. Çabuk unutuyordu yani Bursalı. Mesela İstanbul'da bir sürü "iş"in önünde başarılı Bursalılar var. Hatta Türkiye'de, hatta Avrupa'da, hatta taaa uzaklarda bile bir sürü "iş"te bir sürü başarılı Bursalılar var. Ama "Bursa'larına" gelince adeta yokları oynuyorlar. Ya Bursa'yı ciddiye almıyorlar, ya Bursaspor'u "spor"una yönetiyorlar. İşte mesela Malatyalı, mesela Diyarbakırlı. Bursalı'dan daha mı vizyonlu sanki ?
Hala Hagi'nin "fırçaları"nı "zor"luğunu, "soğuk"luğunu anlatıyorlar. "Kendini hiç Bursalı hissetmedi" diyorlar. Ama Hagi gidince "hava"sı kaçmış takımın, farkında değiller. Mesela Bursa'nın Özhan abisinin "Bursa'da pişsin"ine geldik diyen bile var.
Aynı Özhan abileri gibi bir "Fatih Terim gibi"den de medet umuyorlar. Ümit
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Ercan (Güven) yazdı. Özhan Canaydın sordu ona, "sence niye kazandım ?". Ercan'ın "diline" bırakmak istemedim Galatasaray'ın yorgun başkanını. Durgun gibiydi de. Sanki çaresizdi de. Sanki biraz yanlız gibiydi de. Ercan'ın "ince"leri bir zamanlar beni de çok yormuştu. Övüyordu, ona ulaşamayanlar bana bulaşıyordu "sövüyor mu ?". Ercan sövüyordu, telefonlarım yine susmuyordu "bir teşekkür et ona, biz bu kadar övgüyü haketmedik ki". Canaydın'ı aldım elinden hemen. "Dürüst olduğun için Özhan abi". Kesmedi tabii bu iki kelime Galatasaray'ın başkanını. Başka "şey"lerden dolayı tercih edilmiş olmayı tercih ediyordu belli ki. Herkeste olması gerekenin, Özhan abide "özellik" olması, Canaydın'ından çok Cansun'un düşünmesini gerektiriyor halbuki. "Gönüllerdeki stad", dolarlar, krediler, hatta Rivaldo, hatta 100. yıldaki yüzdeyüz diye vaadedilen şampiyonluk, bana Juventus'un kongresini bile kazandırabilirdi mesela...
Yalan bile olsa güzel şeyler dinlemeye Galatasaraylı'nın hiç mi hakkı yok dedim Canaydın'a. Hiç olmazsa "belki" de, "olabilir", "kimbilir", ya da hiç olmazsa "neden olmasın" gibilerden birşeyler söyle bari Özhan abi. Ama Canaydın böyleydi işte, "uçmıyordu".
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
"Güneş her akşam batıp, her sabah yeniden doğuyorsa" diyordu Candan Erçetin... "Ne acccaip" söylüyordu... Doğrusu ne de iyi gelmişti Terim'in son gecesinde herkese. Sonra Terim göründü, sonra patladı tribünler aniden, sonra da ex - Milanlı ağır ağır "binlere" yürümeye başladı. Herkes ayağa kalkmıştı. Basın tribününün televizyonları tribünleri gösteriyordu, ağlıyorlardı. Sonra Terim'i gösterdi, ağlamamak için zor tutuyordu kendini. Dudaklarını ısırıyordu. Müthiş bir duygu seli kaplamıştı "olimpik"i. Yönetimi "var mı, yok mu", takımı "yok" Galatasaray'ın, futbol takımının tek sorumlusunu Galatasaray seyircisi "bu sondan", hadi sorumlu tutmuyordu demiyelim ama "en az" sorumlu tutuyordu... İki başkan adayının Avrupa'nın birinci sınıf teknik direktörlerinden birini getireceğiz dediği Galatasaray'ın giden son yönetimi, giderayak Avrupa'nın birinci sınıf teknik direktörlerinden birini gönderiyor, ama onu "birinci sınıf" göndermeyi bile beceremiyordu. Galatasaray tarihinin en başarılı hocası, işine haftalar önce son verildiği halde kendi "sonuna" kendi karar veriyor, seçimi bekleyip öyle bırakıyordu.
Evet, karışık duygularla yüklüydü "olimpik"teki herkes ve herkesin
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Oyunuzu Fenerbahçeli başkan adayına verin diye bağırıyordu Kadıköy belediye başkan adaylarından birinin seçim otobüsündeki kulaklarımızın içine eden o herif. Aramızda kalsın, ama Osman Hızlan'dı galiba kastedilen, seçilirse Fenerbahçeli'ye olan borcunu da bir şekilde öder herhalde. Bir Fenerbahçe Başkanı da "Galatasaraylı'ya vermeyin" demişti, Alp Yalman Kadıköy belediye başkan adayı olduğunda. Kadıköy'lü, Galatasaraylı olduğu için mi seçmedi onu, bilmiyorum. Ama Galatasaray, Alp bey "adam" olduğu için onun Futbol Federasyonu Başkanı olmasını istemedi, onu biliyorum. Fenerbahçeliler de Şenes Erzik "adam" olduğu için indirmemişler miydi onu o koltuktan. Abdullah Kiğılı, Özkan Olcay, vesaire gibi "doğru"lar da işlerine gelmedi tabii üç büyüğün. Her yerde aranan başkan modeli hep aynı. Önce "adamımız" olsun, sonra "adam" olsun. İkisi birarada da zor tabii...
Taraf belediye başkanlarıyla, taraftarı oldukları spor kulüplerinin bu kadar içiçe olması doğrudur, veya değildir, bir belediye başkan adayının taraftarı olduğu kulübün taraftarlarından bile medet umması en yanlıştır ama. Siyasi çıtanın düştüğü en alt noktadır da.
Lucescu'nun bir bildiği vardır
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
İlk 45 "bi accaipti" vallahi. Mesela 15'te Elazığ 3 - Beşiktaş 0 olsaydı, hiçbir Beşiktaşlı'nın "gık"ı dahi çıkmazdı. Ama 45'te 3 - 2 Beşiktaş öndeydi, bir Elazığlı bile "gık"ını çıkartamıyordu işte.
Beşiktaş öyle başladı ki, "sağ"ıyla, "sol"uyla, "orta"sıyla hatta Ronaldo'su Zago'suyla adeta boğuyordu Elazığ'ı. "Bi gol bulurlarsa farka giderler" diyordu herkes. Ama 13 gibi buldukları ilk pozisyonda, ilk frikiklerinde golü bulan Elazığ idi. Beşiktaş şok olmuştu. Sonra 20 gibi ikinci pozisyonlarında ikinci golü bulan yine Elazığ'dı. Beşiktaş daha da şok olmuştu. Skorborddaki televizyon golü tekrar gösteriyordu, hadi ofsayt vardı demiyelim, ama en azından "ofsayt mıydı", ya da "sanki ofsayttı". Evet, "bi accayip"ti ilk 45. Neler oluyordu, neler. Mesela golde ofsaytı görmeyen Tatlı, Elazığ'ın penaltısını da mecburen göremiyordu. Ümit Aydın'ı da kızartacağına sarartıyor, daha ilk yarıda kontrolü de kaybediyor, ilk 45'e de damgasını vuruyordu. Beşiktaş "geri"sini mecburen daha öne itiyor, "orta"sını, "ileri"sini iyice öne çıkartıyor, tabii risk alıyor, 32 gibi Tayfur'la da müthiş bir gol buluyordu. 30 küsürde Sinan çıkıyor, Ilie giriyor. Hemen sonra onun pası ve
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> MEHMET Cansun iki kişi yönetiyor diyor Galatasaray'ı. Hadi bir de "buçuk". "İki"yi biliyoruz, "buçuk" da Canaydın'ın hep yanındaki Refik bey (Arkan) herhalde. Hani "buçuk" haliyle "Fatih Terim go home" diye aylardır vıdı vıdı yapan... Terim gitsin diyebilen Refik bey, ben gidiyorum da diyebilse, ya da "geri kalanlar" biz gidiyoruz, seçildikleri günden bu yana en hayırlı "işlerini" yapacaklar. Ama onu bile beceremiyorlar ki.
Bu başarısız yönetim, öyle beceriksiz ve öyle çapsız ki, kovmak istediği hocasını kovmayı bile beceremiyor, başkanına, Refik'ine bulaştırıyor. "Sizi görevden aldık hocam" diyebilseler veya alsalar bir yönetim tasarrufudur deyip susssacağım da...
Bu yönetimin, Terim'i görevden, canı ne zaman isterse o zaman almaya hakkı var tabii, almak için oldukça haklı sebepleri de var. Ama bir Galatasaray yönetiminin, tarihinin en başarılı, en karizmatik ve de Galatasaraylı hocasını, en başarısız döneminde bile olsa bu kadar "rencide edici" bir şekilde görevden almaya hakkı da yok tabii. Karizmasını bu kadar çizmeye de. Neresinden tutarsam elimde kalıyor vallahi Galatasaray'ın bu yönetimi...
Yönetici, yönetene denmez mi?
Mehmet
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Kendi Belediye Başkanı'nın ismini bilmeyen , eskisi gidip yenisi geldiğinde haberi bile olmayan Romalıya gelde de anlat bakalım şimdi Gaziantep'in Belediye Başkanı'nı.
Celal Doğan, Roma'da o kadar çok konuşuluyordu ki kulak misafiri olan Roma'lılar da soruyorlardı tabii, kimdi bu Doğan? "Santrforları mı?" diyen bile vardı. "O şehrin herşeyi, şehir de onun herşeyi gibi" diyip kaçabilirdim ama kaçmadım işte. "Takım ailesi gibi,belki ailesinden bile önce geliyor bazen." Anlamadılar tabii. Antepli'nin bile anlamadığını Romalı zaten nasıl anlasın ki. Fenerbahçeli maçta nasılda "yuh"lamışlardı onu." Yuh" doğrusu, öyle veya böyle sebebi ne olursa olsun o bunu haketmiş miydi ki... Telefonla maçı statdaki o Roma karambolünde yazdırırken, ne kadar anlaşıldım, ne kadar anlaşılmadım bilmiyorum. Ama Roma'dan söylediklerimi, İstanbul'da Köyün Delisi'ne de alıyorum bu hafta.
İşte bizim Nurullah (Sağlam), ve bizim Fabio (Capello) Olimpik'te yan yanaydı. Gaziantep nereden nereye gelmişti. "Yuh"layanlar nankördü bir kere. Bizim Nurullah'ın da nereden nereye geldiğini bile göremiyorlardı, "kör"lerdi de üstelik.
Antep - City'nin şerifi ne kadar gururlansa az