Roma şahane, maç bahane

4 Mart 2004

<#comment>
<#comment>
Önce sevgili sevgili Togay ağabey (TMOK Başkanı), Roma'nın "Olimpik"ine bilmem kaçıncı kere gelirken, kulaklarını yine çınlattım tabii. "İş"lerinden döndüğü saatlerdi üstelik Romalılar'ın. "Antik" Roma'dan taksi 15 Euro ya tuttu, ya tutmadı. Ve de galiba 19 küsur dakika. Hani diyor ya hep sevgili başkan "bizim olimpik"in yanında her ülkede böyle gidiliyor bu tür stadlara... Sonra Celal Doğan, maça gelirken onun da kulaklarını çınlattım tabii. Gaziantep diyen Romalı hiç görmemiştim. Hele "bu kadar çokunu" bir arada aynı anda göreceğimi hiç düşünmemiştim bile. Onu Fenerbahçeli maçta yuhalayanların da kulaklarını hem de fena halde çınlattım. Tabii nankördüler. İşte Fabio (Capello), işte bizim Nurullah (Sağlam) yan yanaydılar. Gaziantep'in nereden nereye geldiğini görmüyorlardı, bence "kör"düler de... Ve ben tabii. Roma her zaman şahane maç da bahane gibisinden gelmiş gibi mi görünüyordum acaba. Her gören Romalı arkadaş soruyordu, "Roma'ya mı geldin maça mı?" İyi ki gelmişim. Roma'daki Olimpik boştu. Ama Roma saatiyle 17.30'du. Güneş batıyordu. Oldukça da hoştu.
Ve maç tabii. Gaziantepspor sanki bir tuhaftı. Hiç çıkmıyorlardı, ve de neden çıkmıyorlardı. Gerçi

Yazının Devamı

Tahmin mi, temenni mi?

3 Mart 2004

<#comment>
<#comment>
Roma, İtalya'nın "hakiki" futbol takımlarından biri... Juventus ile beraber İtalya Ligi'nin en etkili ve renkli forvetlerine sahip iki takımından da biri... Fabio Capello da takımına hakim, basketbol coachu gibi gibi yöneten "hakiki" bir coach... Antep'te, İtalya Ligi'ni düşünerek, "eksik" oynamışlardı. Şimdi Antep'i düşünerek oynayacaklar. Antep'in işi zor doğrusu deyip, bir "ama" ekleyip, sonra da "filan, falan olursa Antep turu atlar" diye de bağlayabilirim. Ama bu tahmin değil, temenni olur.
Celal Doğan, Gaziantep şehrinin ismini İtalyanlar'a öğretmiş bir kere. Bu da turu geçmekten daha az bir başarı değil. Ve de İtalyan takımları "bizden" öyle çektiler ki, belli etmeseler de oldukça çekiniyorlar bence.


<#comment>

Yazının Devamı

Dante'nin benle ne alakası var

27 Şubat 2004

<#comment>
<#comment>
Ercan (Güven), Hıncal Uluç ve diğer 49 kişi diye yorumluyor Sabah jürisini. Doğru, spordaki kalabalık da Uluç'a göre "o ve diğerleri" değil mi ? Veya "usta and his men". Mesela iki tane "yılın sporcusu" bile fazla geliyor nedense "usta ve 'man'larına". Yeniyi överken nedense "eskiyi" de sövmek zorunda hissediyorlar kendilerini.
"Naapalım"Hıncal abi böyle, bir keresinde de basketbol yazdıklarında okumaktan keyif aldığım iki yazar var demişti. Ahmet Kurt ve Bilgin Gökberk. (Sanki övüyordu) Ama basketbol yazmıyorlar (yazıyordum halbuki). Bilgin, kendisinden başkasının anlamadığı bir dilde mizah yazıyor. Her gördüğümde söylüyorum (doğru, söylüyordu). Genel Yayın Yönetmenine söyle, sana bir köşe versin (vermişti zaten). Ne istersen yaz (ne istersem de yazıyordum zaten), ama basketbol da yaz (yazıyorum demeye de utanmıştım). Bir cümleyle beni, basket yazılarımı, köşemi yok saymıştı. Kelimeleri öyle demagojik kullanabiliyordu ki, ben de susmuştum. 25 bin kitaplı, 97'sinde hala kitap yazan yüz yaşındaki babam, Alman Lisesi'nden sonra tam Almanya'ya gitmek üzereyken "Oğlum, seni tanıyorum, 'Alman'dan sıkıldın, yarıda bırakacaksın. Döndüğünde, gittiğinden tek farkın,

Yazının Devamı

Ey Ha Ci'den Ey Ay Ci'ye

20 Şubat 2004

<#comment>
<#comment> Bir Galatasaraylı başkan, yönetici, genel kurulcu veya yukarıdakilerin "dadısı", "dıdısı" değilse eğer, Allah aşkına mesela Ey Ay Ci'yi niye merak eder.
14 - 15 yaşındaki Karslı boyacı, ilkokulu ilk terk edenlerden, elimde büyüyenlerden de. Ey Ay Ci'yi beş göbekten bir Londralı aksanıyla sorabiliyor bana ama. Haklı da. Uzun zamandan beri "bişey" alıyor ya Galatasaray yönetimi. Üstelik milyonlarca dolar da var "alış"ın içinde merak ediyor tabii. Ey Ay Ci'den banane diyorum ve tabii sana da ne. Floransa'da sanki tesadüfen Güzel Sanatlar okudum? Sıkıcı rakamların "çirkin" üniversiteleri yok muydu sanki oralarda. Sevgilimin isminin içindeki bir harfin benim ismimin içinde de olmasından dolayı "kaderimizin oyunu mu" gibi düşünmem ne kadar saçma ise "sade" bir Galatasaraylı'nın Ey Ay Ci'yi merak etmesinden daha az saçma bence. Evet bana ne? Mesela Vizontele'nin kaça mal olduğundan, kaç kişinin izlediğinden "kaç kazandığından" da bana ne? Seyirciysem seyirciliğimin haddini de biliyorum ben. Karısına "Ayşe bak bizim rüzgar panelleri gelmiş" diyen "birinin" o "biriyle" rüzgar panellerinden konuşabilen o Ayşe'nin Olimpiyat Stadı'ndan önce ruh doktoruna gitmeleri

Yazının Devamı

Stadlar kadınlar gibidir mi desem?

13 Şubat 2004

<#comment>
<#comment> Türk'ün erkeğine "bol kadınlı" anlatmam lazım belki de anlatmak istediğimi, daha net anlayabilmeleri için. Bu "tipler"le flört edilir derler mesela, bunlar da "tek gecelik kadın"lardır, şunlarla da evlenilir. Söyleyemedikleri de var tabi (bilmedikleri için belki). Onu da ben "bence" söyliyeyim. Yukarıdaki "üç" kadının "bir"iyle üçünü bir arada yapabilirseniz de mutlu olursunuz. Flört etmek istediğinizle keşke evlenseniz, ya da "o evlenilecek kadın" la keşke flört etseniz. "Tek gece"sine bayıldığınız o kadınla da çok geceler yaşamayı keşke deneseniz. Türkiye'deki on erkeğin dokuzu, hadi dokuz çok oldu diyelim, sekizi onun için hep arayışta. Çoğu hep mutsuz da. Evde karısını, çocuklarının anasını bırakıp "kaçamak" kovalayanların kovaladığı kaçamaklarda başkalarının karıları yada başka çocukların anaları yok mu sanki ? "Tek gecelik" diye aşağıladıklarına evlendikten sonra tek gece için yalvarmaları daha aşşşağılıkça değil mi sanki! Yaşadıkları, "yaşamadan yaşamak" belkide.

Yengemizle başbaşa
UEFA kararı sonrasında son anda da olsa "bir gecelik aşk bu" diye sıkıştırmıştım son Köyün Delisi'ne. Önemli olan "havalı" Avrupalı'nın bizim kızı seçtiğini

Yazının Devamı

Sıfıra sıfır...

9 Şubat 2004

<#comment>
<#comment>
"Koca"sıyla Mecidiyeköylü eski sevgilisi arasındaki dedikodular uzun süredir huzursuz ediyordu "olimpik kız"ı. Ama sanki dün biraz rahatlamış gibiydi. Öyle ya seneye bir "sıcak küçük"e kaçsa bile "erkeği", tek gecelik aşklarda şansı vardı ya hiç olmazsa. En "havalı Avrupalı", bir geceliğine bile olsa onu seçmişti işte. Şunun şurasında 2005 Mayısı'na sanki ne kalmıştı ki. Seyirci de "Avrupalı"dan belli ki etkilenmişti. Tribünler ne kalabalıktı. Maç başlamıştı hâlâ yollar da kalabalıktı. Kimse gelmez diye "geç" çıkanlar, tabii "geç" geliyorlardı. Tuhaf, ama mesela dakika 35'ti hâlâ da geliyorlardı. Daha tuhafı ne belediyenin, ne karayollarının, ne de Galatasaray'ın kıllarını da hala kıpırdatamıyorlardı.
Arkadaşları Florya'daki "room"larındayken, Ritz'in "redroom"undaki Ümit ve Berkant olsa da ne olur, olmasa da ne olurdu bence. Ama onlarla aynı "room"daki Volkan'sızlık yine bence etkilemişti yenilenen Galatasaray'ın "orta"sını. Oyunu kuramıyordu bir türlü Galatasaray'ın "orta"sı. Ayhan, Cihan, Murat, Sabri, Ergün, Petre altılısından, Ergün hariç, beşi belki rakibi bozuyordu, ama Galatasaray'ı da bozuyorlardı. "10" gibi oynayabilecek Ergün ortanın solunda,

Yazının Devamı

Yoksa 'men kafa' mı gibiyiz biz?

6 Şubat 2004

<#comment>
<#comment>
Galatasaray'ın yeni yönetiminde görev almak istemeyen yöneticilerin "haber" olması ne kadar "haber"se ve ne kadar acccaip ise, hala göreve devam etmek isteyenlerin var olması da o kadar haber ve o kadar da acccaip... Gerçi haberin de "haber" değeri olması için, haber de şöyle olmalıydı belki; "Galatasaray yönetimi devam ediyor."
Gerçi tüm yönetime tek tek sorsanız, "Allah aşkına iki senede ne yaptınız?" cevapları da hazırdır tabii...
- Canaydın ve Terim, öyle dediğim dedikçi ki, karışırtırmadılar ki... (Bilmiyor muydunuz?)
Kendi olmayan rüzgarlarına panel olanların hikayesi işte. Belki böyle demek istediler de, biz mi "rüzgar paneli" anladık yoksa. Hele Galatasaray'ı bu hale getirdiği söylenen, o yönetimlerde de bulunan, üstelik bu yönetimde de bulunan "biri"nin "umut olarak" sunulması peki... Statsızlığa, adasızlığa, Kalamışsızlığa, belki Floryasızlığa bile alışır da insan (Alıştılar da zaten)... Ama umutsuz da yaşanmaz ki... "Umut" da "eller"den alınmazki...

Yazının Devamı

"One" Hooijdonk'un varsa

2 Şubat 2004

<#comment>
<#comment>
Fenerbahçe'nin iyi ki "One" Hooijdonk'u var bi kere. Üstelik o "one" Hooijdonk, "two" Hooijdonk, "three" Hooijdonk gibi oynuyor bazen. O "bazenler"de de Fenerbahçe "bi accayip" oynuyor. Hollandalı "one" Hooijdonk gibi oynayınca da bazen, o "bazen"de de Fenerbahçe'de "acayip" oynuyor...
20 küsür dakika olmuştu. Öyle sıkıcıydı ki sahadaki oyun ve öyle sıkıyordu ki... Düşünün biri ligimizin ikincisi, diğeri üçüncüsü. Ve bu ikisinden belki ligimizin "ikincisi" çıkacaktı. Hatta hatta belki ligin "birincisi" çıkacaktı. Ve bu ikinci veya birinci, Şampiyonlar Ligi'ne kalacaktı. Lucescu, bu ligde olduğu için şanslı işte. Dünkü ikisinin önünde birinci olmamayı çok istese de zaten başaramaz ki. Öyle zor ki bu... Başka bir "ikili"yle devam edelim. "One" Hooijdonk ve "one" Nobre ikilisinin "ikiye birlerine", "ikiye ikilerine" ya da "ikiye üçlerine" bırakmıştı Daum, Fenerbahçe'nin gol şanslarını. Bir de her zamanki gibi "frikik" kovalıyordu Fenerbahçe. Trabzon farklı mıydı sanki. Onların da tek gol umudu, Fatih Tekke'nin "teke tekleri" veya "driplingleri"ydi. Tam bunları yazarken, bulduğu ilk gol pozisyonunda "gol"ünü de buluyordu Fenerbahçe. Ofsaytı bilemeyeceğim, tam

Yazının Devamı