Ercan (Güven) yazdı. Özhan Canaydın sordu ona, "sence niye kazandım ?". Ercan'ın "diline" bırakmak istemedim Galatasaray'ın yorgun başkanını. Durgun gibiydi de. Sanki çaresizdi de. Sanki biraz yanlız gibiydi de. Ercan'ın "ince"leri bir zamanlar beni de çok yormuştu. Övüyordu, ona ulaşamayanlar bana bulaşıyordu "sövüyor mu ?". Ercan sövüyordu, telefonlarım yine susmuyordu "bir teşekkür et ona, biz bu kadar övgüyü haketmedik ki". Canaydın'ı aldım elinden hemen. "Dürüst olduğun için Özhan abi". Kesmedi tabii bu iki kelime Galatasaray'ın başkanını. Başka "şey"lerden dolayı tercih edilmiş olmayı tercih ediyordu belli ki. Herkeste olması gerekenin, Özhan abide "özellik" olması, Canaydın'ından çok Cansun'un düşünmesini gerektiriyor halbuki. "Gönüllerdeki stad", dolarlar, krediler, hatta Rivaldo, hatta 100. yıldaki yüzdeyüz diye vaadedilen şampiyonluk, bana Juventus'un kongresini bile kazandırabilirdi mesela...
Yalan bile olsa güzel şeyler dinlemeye Galatasaraylı'nın hiç mi hakkı yok dedim Canaydın'a. Hiç olmazsa "belki" de, "olabilir", "kimbilir", ya da hiç olmazsa "neden olmasın" gibilerden birşeyler söyle bari Özhan abi. Ama Canaydın böyleydi işte, "uçmıyordu". Mesela Hagi üstüne Sarı - Kırmızı eşofmanları geçirmişti bile. O ama nuh diyor, hala Hagi demiyordu.
Lisenin İlk'i Orta'sı yok mu?
Peki ya Galatasaray bu kadar "dip"teyken bile Mehmet'e vermem ama Özhan'a da vermem diye kaçan "binler"? O "binler"in oylarını vereceği bir aday bile çıkartamıyordu genel kurul. Herkes ihtiyacı olduğunda Galatasaray'ı kullanıyordu, Galatasaray'ın şimdi o "herkese" ihtiyacı vardı. Ama herkesi barıştırıp, tüm listeleri birbirine karıştırıp, tatmin edici tek liste çıkaramıyordu işte yine o genel kurul. Hani utanmasam soracağım. Gerçi utanmıyorum ve soruyorum da. Bu lisede ilkokulsuzlar ve ortaokulsuzlar için bir kontenjan vardı da benim mi haberim yoktu ? Cansun'un da fazla hakkını yemeyelim. Hiç olmazsa "delikanlıydı". Delikanlıca "var"dı da. Ama inandıramadı işte, ama bunun suçunu da kendinde aramalıydı işte. Mesela bir Galatasaray "ex-başkan"ı Canaydın'ın altında çalışarak gösterdiği Galatasaray zerafetini, Cansun'un yanında devam ettirerek genel kurula da zarif bir mesaj vermek istemişti. Ama politikacı Cengiz Özyalçın, her "dün"de yanında olan, Alp beyi terk edip "o gün" aniden "eski sporcularıyla beraber" Canaydın'la kalması. Ya da Kıran'ın beklenmeyen "beklenen kıvraklığı", Galatasaray kongreleri için alışılmadık manevralardı. Ya da hızlı, becerikli, "winner" Gürsoy'un son anda "oğluna" verdiği destek, kısaca biraz politik biraz "no etik" karmakarışık bir Türkiş pizza çıkmıştı lisenin fırınından. Yanlış anlaşılmam inşallah (ya da yanlış anlaşılırım inşallah). Galatasaray'ı "boş"layan binlerce "boş genel kurulcu" da vardı genel kurulda. Ve en az Fatih Terim kadar da zararlıydılar (!) onlar. Yüzyıllık Galatasaray onlardan da bir an önce kurtulmalıydı bence. Liseli ağarlıklı genel kurul da üniversiteli takımı gibi irtifa kaybediyor du demek ki.
Demokles'in kılıçları bitmiyor ki
Gürsoy'un dönüşü doğru gibi. Ama profesyonel sistemin "son"u olduğu için de yanlış gibi. Gürsoy keşke bir profesyonelin altında oluştursaydı yeni futbol şubesini. Yine de iki senedir alınan yanlış kararların içinde en doğru "yanlış" Hagi'nin getirilişi. Olimpik'teki ilk veya sonbaharda olağanüstü kongreye kadar gidebilecek bir "yönetime sevgisizliğin", hele Terim'sizlikle birleşmemesi için "Hagi aşşşkının" öne sürülmesi de çok kurnazca tabii...
Teknik direktörlüğe getirilen Hagi, hala bir teknik direktör değil. Ama Hagi o ve tabiri yerindeyse futbolun da "bilmemnesi". Florya'daki diğer bir kısım futbolun "bilmemnelerinin" oluşturduğu sorun ve sorunlular yumağını en iyi bilen de o... Hele bir de başarırsa ve de teknik direktör de olursa...
Başaramazsa da bir başka demoklesin kılıcından kurtulmuş olacak Galatasaray yönetimi.
Gerçi üçüncü kılıç da yolda. Nasıl yıllarca buralara hazırlanan Özhan abinin bir kere daha seçilmesi gerekiyorsa, dürüstlüğü, elli küsür milyon doların altına attığı imza ve de saygınlığı ile bir kere daha da denenmesi, yıllardır "geleceğin başkanı" denilen Ali Dürüst'ün de bir kere başkan olması gerekiyor galiba.
12 Mart'taki Köyün Delisi'nin başlığı "Buçuk deyip geçmeyin"'di. "Mehmet Cansun 2,5 kişi yönetiyor diyor Galatasaray'ı, ikisini biliyoruz "buçuk" da Canaydın'ın "hep yanındaki" Refik bey (Arkan) herhalde" diye başlamıştım. Bir Köyün Delisi "dolu"su, "ben"ce eleştirmiştim... Adaylar "hikaye"ydi zaten. Cansun ve Canaydın başbaşa kalmıştı. Ve ... diye de bitirmiştim. "Yine de en hayırlısı dürüst, centilmen, borcuna sadık, olaylardan ders almış, artık paylaşan, artık katılımcı bir Canaydın". Öyle de oldu. Canaydın kazandı. Pazartesi de Conrad'ın bir "room"undaydık. O ve biz...
"Son"un sonrasında Terim'in telefondaki sesi, sanki İtalya kokuyordu, hatta sanki Toscana. İşte Candan mandan, işte "elbette"si, elbette seyircinin vefası, elbette onun seyirciye vedası, ve elbette o "happy'siz end". Duygu yüklüydü sesi. Napoli'ye Diego'nun ilk gelişi de, Napoli'den son gidişi de, sonraki her gelişi de, sonraki her gidişi de öyle etkileyiciydi ki... Binlerce Napolili ve Diego'yla beraber ben de (inanmayacaksınız ama) ağlıyordum her seferinde. Napoli'nin Arjantin'liye olan aşşşkı da hala bitmedi zaten. "Alman"'dan kaçıp Floransa'ya sığındım "dün"lerin birinde, tesadüfen bulduğum o en romantik Napoli koyunda (başharfi P) öğretmişlerdi bana, utanmadan, sıkılmadan, kalabalıklarda dolu dolu gülmesini, dolu dolu bağırmasını, dolu dolu çağırmasını, dolu dolu sevmesini, dolu dolu yaşamasını tabii dolu dolu ağlamasını da. Terim, Olimpik'te dudaklarını ısırıyordu ağlamamak için. İtalya'da onunla bir kere daha karşılaşırsam alıp o koya götüreceğim; zorla... Elbette kalabalıklarda "Elbette"yi söyleyerek dolu dolu Napoliten ağlatacağım da onu...
Dünya'da gönderilmek için sözleşme yapılan ilk teknik direktör o herhalde. 1996'da bile o kadar çok istemeyeni vardıki. Ama Galatasaray'a doğru geliyordu, eninde sonunda Galatasaray'a gelecekti de... Başarırsa "oh ne âla"ydı, başaramazsa da "oh oh oh, ne ala". İlk sene şampiyon oldu. İkincisinde, üçüncüsünde de. Dünyanın her yerinde üçte üç yapan ve dört senelik sözleşmesi bulunan bir hocanın dördüncü senesine başlarken önüne en az bir dört yıllık sözleşme daha konurdu. Ama konmadı. Dördüncü sene de kazanacak değildi ya. Şampiyonlar liginden elenmişti de takım. Ama Allah'ın işi işte. Hayallere bile gelmeyen bir UEFA Kupası geldi. Üstelik dörtte dört de yaptı Terim. Yine de üstelik kendi gitti havası da verilerek çok ustaca gönderildi. Lucescu'nun üstünde olan gölgesi, artık Hagi'nin üstünde olmayacak. Conrad'daki o "room"da artık Demokles'in kılıcı (kendi ifadesi) yok derken Canaydın, "Hagi tutmazsa"nın sonrasını bile planlıyordu belki de.
Bilgin'den
BUGÜN 25 Mart 2004 (dün).
Ve bugün de seviyorum seni.
SERİ İLANLAR
Cuma'ları ise Milliyet'teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi
SPOR
SON KALE DÜŞTÜ: 2-0
At yarışları
Avrupa Ligleri
Ülker gün sayıyor: 95-72
İkinci Lig Puan Durumu
Bryant ifade aldı!
Eczacıbaşı tam yol
Kartal zehirlendi
Nobre harekâtı
Efsaneler buluşuyor
Doğan'dan uyarı
Toshack'ın kopyası yetmedi
Güneş isyan etti
Biyediç'ten mesaj var
Ödüller baş döndürecek
Minderde çifte şok
Kocaman'dan kart uyarısı
Haber turu...
Katıksız Valencia
Dayanılmaz
O room'a biraz zoom
O direk zaten kırık
Sıcak günler ve Ersun Yanal
Fenerbahçe medyadaki ‘anonscuların’ isimlerini niye açıkla-ya-mıyor?
21 Mayıs 2010
'Süper Çöplük'ten nemalanan süper yorumcular, süper başkanlar
14 Mayıs 2010
Ankaragücü ve Trabzon Fenerbahçe'ye yatacak mı, dükkanı kapatalım mı?
7 Mayıs 2010
Galatasaray Liseli olunca insan hakları, 'Jbüşüst liseli' olunca hayvan hakları mı?
30 Nisan 2010