Bence günümüzde yüzdesel çoğunlukta herkeste kısmi belirtileri olan bir kişilik, davranış, duygu-durum bozukluğu bu. Histeri ile karıştırmayın benzerlikleri olsa da çok farklı konular.
Histrionik kişiler herkes tarafından ilgilenilen kişi ve ilgi odağı olmaları gerektiğini düşünürler. Bu yüzden de öncelikli beklenti “ilgi görmek”tir, eylemler buna göre, sorunlar da bundan sebeptir.
Boşa demiyoruz “insanın asıl sınavı kendisidir” diye, gerçekten kendi kendimizi zehirleyerek hayatı da bir o kadar zorlaştırıyoruz işte. Zor olan böyle yaşamak, kolay olan ise biraz kendimize bakıp yanlış edindiğimiz duygu ve davranma biçimlerinden vazgeçmek.
Birinin ya da kendinizin histrionik belirtiler gösterip göstermediği şu ana detaylardan anlaşılabilir (DSM V Tanı +):
1- Histrionik kişiler ilgi odağı olmayı çok önemser ve olmadığında aşırı rahatsızlık duyar.
2- Başkalarıyla etkileşimleri ilgi çekmeye yöneliktir, tahrik edici, ayartıcı ya da önemli olduğunu ima eder biçimdedir.
3- Aniden değişen yüzeysel duygular gösterir ve
Geçen gün bir yazar dostumla sohbette benim birden fazla işi aynı anda yapmam konusunu konuşurken bana Mevlana’nın metaforunu hatırlattı: "Pergelin iğneli ayağı sabittir benim dinimde, ama diğer ayağıyla yetmiş iki milleti dolaşırım" demişti Mevlana. Yani bir insanın bir ayağı bir yere sağlam basmalı yoksa serseri mayın gibi dolanır ve kendini bulamaz. Ama her iki ayağı sabit basarsa da ilerleyemez. İnsan esnemeli, genişlemeli, kim olduğunu unutmamak için sabit bir nüansı da elbet olmalı.
Hayatım boyunca tek bir iş yapmadım ama bütün birden fazlalık halimde pergelimin sabit ucu avukatlık mesleğim oldu. Bir diğer inanış olan reenkarnasyon hakkında mizahen şöyle bir yorumum vardı: “Ben ya çok kez dünyaya gelmişim ve şuan her gelişimde yaptığım şeyi yapmaya çalışıyorum ya da ilk ve son kez geliyorum, dünyanın da sonu ve bana bunu anlatmışlar diye hunharca her şeye saldırıyorum”. Yıllar sonra karma astroloji uzmanı dostlar ikinci dediğimi doğrulamıştı. Hangisi doğru olursa olsun çokça olmak güzeldi.
Fikren çok didiklemem ama reenkarnasyon ile ilgili duyup da kendime aldığım
Öylesine bir laf gibi gelir belki de ama hayatın hep sıfırladığına ve kartların yeniden dağıtıldığına inancım sonsuz.
Kendi hayat hikayemde “sıfır”larımın çok olduğunu düşünürdüm ve şöyle derdim: Bir yola çıkıyorum, bu bir istek bir hayal ya da bir çaba olsun. Gidiyorum, gidiyorum ve 3-5 adım ilerliyor kalıyorum, böyle olduğu zamanlarda tekrar sıfıra dönüp tekrar sıçramayı denetiyor bana hayat, aynı hayal ya da başka hayal için belki de. Bir anda büyük adımlar atabilmiş olmak elbette ki şahane ama ben “sıfır noktasını” bir o kadar seviyorum, 3 ya da 5 adımda kalakalmak yerine yeniden başlayabilme imkanı veren hayatın cazibesi bence bu.
Kendi hikayemde böyle düşünmenin ötesinde yeryüzünün onlarca enerjisiyle, akışıyla ve ardından numeroloji ve sayı sekansı gibi nüanslarla ilgilenince evrenin her detayının aynı şeyi söylediğini daha net biçimde anlıyorum. Zaman yeniden başlatıyor tüm hikayeleri. Bir şey istediğin gibi olmadı mı, biraz sonra kartlar yeniden dağıtılacak ve senin yine deneme fırsatın olacak.
Örneğin
Kendimizle ilgili her şeyi karıştırmaya ve sorgulayarak “acaba neyim var? veya “bende bir sorun var” demeye başlamadık mı iyiden iyiye? Geçiş duygularımıza, anlık gelgitlerimize, duygusal iniş çıkışlarımıza “ANORMAL” muamelesi yaptığımızdan olabilir mi sizce de?
Duygusal inişlerimiz, enerji düşüşlerimiz ve yanlış düşünüşlerimiz olur olmaz hemen bunun nedenini arıyoruz. Çünkü “her şeyin bir sebebi vardır ve hiçbir şey sebepsiz değildir” diye bir kişisel gelişim algımız var artık. Üstelik bu çok da doğru! Her şeyin bir sebebi vardır ve hiçbir şey sebepsiz değildir ama bu sebep illa çok kronik ve büyük olmak zorunda değildir. Atladığımız ya da hataya düştüğümüz yer burası, yani olanlara bakmayı öğrendik ama yanlış bakmaya güdülendik diyebiliriz, daha önce de size hatırlatmıştım.
Bir şeyin olası nedenlerini düşünürken önce aklınıza hangi kategori gelir ya da ne gelir? En kötüsü mü, en uzak olan mı ya da en basit olanları da düşünür müsünüz?
Çok nadiren fark etsek de çoğunlukla bilincimizin fark edilmeyecek yönlendirmeleriyle kaotik alanlarda ya da kaotik duygulardan kaçtığımızı sanarak boşlukta SAKLANIYORUZ.
Saklanmak illa bir gizlenmek değildir ve bu yüzden fark edilemeyebilir. Girişmemek, öyle değilmiş gibi davranmak, uzak durmak, koruma güdüsüyle geri çekilmek, yüzleşmemek ve gerçeklerden kaçmak eylemlerinin hepsini buraya kondurabiliriz.
Geçenlerde duygusal etkileyicilikte olan bir çalışmamızda danışanımın duygusal egosunun yerle bir olduğu bir ayrılık hikayesinden sonra yeni bir ilişkiyle bütün bu hezimeti temizleyeceğini düşündüğünü, ancak istediği gibi olmayan bu sonraki ilişkinin bekleme sarmalından da çıkamadığını gördüm. Bu örneği özellikle vermek istedim, çünkü gerçekten çoğumuz buna benzer sarmalların içinde farkında olmadan dönüp duruyoruz. Danışanım sonraki kişiyi kurtarıcı olarak tanımlamıştı ve zihni ondan haberli ya da habersiz bir biçimde “Bu sefer düzgün olacak ve hatanın bende
“İnsanın Asıl Sınavı Kendisidir” kitabım bugün itibariyle tüm kitapçılarda ve dijital platformlarda sizlerle buluşmak üzere yerini aldı.
“Hikayedeki Seni Bul” kitabımı kurgulanmış hikayeler ve konsept detaylarla var ettimse de ben bu kez hayatın içinden, kendimden yazmak istedim.
Fazla fedakarlıkları, güçlü kadın güçsüzlüklerini, sevmenin gerçekliklerini, ‘el ne der’ diye kısıtlanmışlıklarımızı, kaderin kesin ve seçimlik açılarını, dişil enerji ve paranın genetik aktarımlarını, dertleri nasıl bedenimize depo ettiğimizi, benim gibi sevmekten kaçışınızı ya da fazla dibe batışınızı, özgürlüğü ve hayal kurmanın realist ve mistik savaşını, ilişkileri ya da dünyevi meseleleri ve en çok da dünyanın üzerine çıkıp daha üstün bir benliğe erişme yolculuğunu bulursunuz. Üstelik bunu akıl verircesine değil, denemiş ve bata çıka denediği tüm süreci yola sermiş birinden dinlersiniz.
Kendime sordum, “Betül sence bu kitap nasıl?”, cevabım “Ben nasılsam o da öyle!” oldu. Düşündüm, danışanlarımla, dostlarımla ya da her bir insanla konuşurken nasıl dinliyorsam, nasıl kendimden örnek veriyorsam, nasıl utanmadan anlatıyorsam ve nasıl yol açıyorsam işte aynı dilde ve sohbette yazdığımı ben de fark edince
Aşk mı kapıyı çaldı yoksa biri mi aklını biraz başından aldı, işte asıl tam o sıralarda içini bir şüphe ya da olmazlar mı sardı?
İşin gerçeği kadın da erkek de ilk etapta doğruyu mutlaka bir kez hissediyor. Karşımızdakinin nasıl biri olduğu, yanlışı ya da doğruyu ve hatta aşka düşüp düşmeyeceğimiz ilk anlarda bir kez de olsa içimizde dolanıyor. Bazen bu gerçekliği ve karşıt hissi kavgaya tutuşturuyoruz ve bazen de beynimizin hipotalamusu kaçmamızı tüm bedenimizi sallaya sallaya bize emrediyor.
Burada değişen yaklaşımlarımız ortaya çıkıyor. Kimi şüpheyle boğula boğula belli etmeden kendini zorluyor, kimi hiç denemeden kaçıyor ama içindeki soruları da taşıyor. Elbette ki doğru olan öncelikle kafamızdaki soruların cevabını bulmayı denemektir ve en önemlisi bunu denemeyi bilirken bunu da iyi yönetebilmektir.
Bir ilişki başlangıcında, flörtte yahut devam eden birlikteliklerde içimize bir şüphe düştüyse seçeneklerimiz bellidir:
1.Şüphende haklı olup olmadığını analiz et. Ama bunu yaparken kendini yanıldığına ikna etmeye ya da aksine haklı olduğuna ikna etmeye çalışma, sadece bu şüpheye objektif bakmaya çalış. İspat ve iknaya düşersen şüpheden de o alandan da çıkamazsın.
2.Şüphen doğru ise ya
Hikayelerimizi bedenimizde nerelerde sakladığımızı biliyor musunuz? Bu beyin ve bedenden oluşan mekanizmamızı anlamaya çalışmak şahane bir duygu ama en çok da kayıt sistemi şaşırtacak sizi.
Yaşadığımız her şeyi beyin kutumuzun “bilinçaltı” denilen yerinde tuttuğumuzu sanıyoruz. Oysaki olay hiç öyle değil!
Yaşadığımız bir hikayeyi beynimizde hipokampus hafıza kaydı olarak tutsa ve nöral tanımlar ondan olma kavramlar yaratsa da sadece orada kalmıyor. Özellikle duygusal konularımız, inançlı ve inatçı düşüncelerimiz ayrıca bedendeki kayıt yerlerine de kopyalanıyor.
Bir de uzun süre sonra keşfedip ilginç bulduğum “boş alan” durumu var. Kadın hastalıklarından meme, rahim ve yumurtalık bölgesine dair sağlık sorunları bunlardan kaynaklanıyor mesela. Memede süt bezleri, yumurtalık içleri, rahim havuzu bunlara hizmet ediyor. Kadınlık, annelik, cinsellik, onur ve gurur konuları ile ilgili her şey buralarda kayıtlı.
Bacaklarda mesela kas ve kemikten geriye kalan alanda çok boşluk var, varis ve selülitler bu yüzden başımıza geliyor. İşte aynı yerler sadece