Coşkun Aral, “Ben muhabirliği sınıflandırmak istemem; bazen karamsar, bazen mutlu haberler taşımakla beraber, insanın karanlık yüzünün ortaya çıktığı savaşlarda da bu habercilik misyonumuz devam ediyor” dedi
Savaş muhabiri, gazeteci, yönetmen, yapımcı, yazar Coşkun Aral... Ne ödül ve başarıları, ne ilkleri, ne uluslararası sergi, sanatsal ve mesleki iş birlikleri bu sohbetin tamamına hatta güne sığar. Bu röportaj; çok nadir bir kitabın kendimizce özel birkaç sayfasına bakmak gibi olacak...
- Savaş muhabirliği, sokaktaki insanın tanık olmadığı bir yaşamı detaylarıyla gözlemlemeyi gerektiren, kişilerin karanlık yüzüyle karşılaştığınız zorlu bir hayat. Böyle bir süreç sizin yaşama, insana bakışınızı nasıl evirdi, değiştirdi?
Ben muhabirliği sınıflandırmak istemem; bazen karamsar, bazen mutlu haberler taşımakla beraber, insanın karanlık yüzünün ortaya çıktığı savaşlarda da bu habercilik misyonumuz devam ediyor. Tabii risk çok artıyor. İnsanlığın tarihi bu risklere karşı son derece öğretici; bizleri hazırlıyor, tedbirlerimizi alıyoruz.
Sadece
Bu köşede tam anlamıyla uzmanı olduğum konuların dışında, daha az hakim olduğum ya da hakim olmadığım konuları da merak edip araştırarak yazmaya çalışıyorum. Çünkü gündem veya trendler bizleri bazen tam araştırmadan peşine takılabileceğimiz yol veya yöntemlere sürükleyebiliyor. Bazen bunun tersi olup, yeterince ilgilenmediğimiz önemli çözümler de gözümüzün önünden gelip geçebiliyor. İşim zaten sağlığınız ve sağlığa dair gelişmeler olduğundan bu hem sizler hem benim için yeni ufuklar, yeni çözüm haritaları anlamında yardımcı oluyor. Bugünlerde sık karşılaştığım benzer konulardan birisi nöral terapi; kimileri standart tedavilere alternatif gösteriyor, kimileri ise rutin tedaviler cevap vermeyince başvuruyor ama bir şekilde hayatımıza karışıyor.
Nöral terapi, iyileşmeyi uyarmak için vücudun belirli bölgelerine lokal anestetik madde verilerek yapılan bir tedavi. Avrupa’da 1900’lü yılların başında keşfedilmiş. Uzman ellerde uygulandığında kronik ağrıya çözüm olabileceği belirtiliyor.
Prof. Dr. Aytuğ Altundağ, “Koronavirüs sürecinde koku kaybı yaşayan kişilerin yüzde 80’inde kaybın telafisi bir hafta, kalan yüzde 20’sinde ise koku alma yetisi bir ay içerisinde geliyor. Mart ayında tanısını koyduğumuz ama duyusu kalıcı olarak kaybolan örnekler de var” dedi
Bugün yazılarımda öz güven ve gururla sahiplendiğim, kimsenin de toz kondurmasına izin vermeyeceğim bilim insanı kaynağımızdan, ilham veren bir başka isimle birlikteyiz; KBB uzmanı Prof. Dr. Aytuğ Altundağ... Koku üzerine sürdürdüğü başarılı çalışmalarına ve yayınlarına yetişmek neredeyse imkansız olan Altundağ ile Covid-19’la birlikte artan koku duygusunun kaybolmasını ve kalıcı koku kaybının nedenlerini konuştuk.
Biz kokuyu pandemi normalleriyle fark etsek de bu çalışmaların miladı uzun yıllar olabilir. Pandeminin dilimize yerleştirdiği terimlerle başlayalım. Koku alanı nedir, nerede bulunur?
Tam da belirttiğiniz gibi, bizim uzun yıllardan beri üzerinde çalıştığımız koku ile ilgili problemler, Covid-19 sayesinde bir anda, tüm dünyada konuşulur hale geldi.
Doç. Dr. Gökhan Okan, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu ve yine aynı üniversitede Dermatoloji Uzmanlığı’nı aldı. Daha sonra bir yıl Amerika’da Cleveland Clinic’te çalıştı. Avrupa Dermatoloji ve Birleşik Krallık Dermatoloji Kurul sınavlarını geçti. Çok başarılı bir kariyerin ardından şu an kendi kliniğinde çalışıyor ama akademik araştırmaları da bir yandan sürüyor. Bugün konuğumuz olma sebebi ise yayınlanan çalışmaları. Ancak öncelikle sedef hastalığı ve Alzheimer’ın ne olduklarını açıklayalım...
Sedef hastalığı (psoriasis) nedir?
Deride pullanma ve kızarıklık ile kendini belli eden bir hastalıktır. Geçmişte sadece deriye sınırlı olduğu düşünülürken, günümüzde çok sayıda sistemi etkileyen, kronik, sistemik iltihabi bir rahatsızlık olarak ele alınmaktadır. Bu sebeple tanı konduktan sonra eşlik eden diğer sistemler için risk faktörleri ve belirtilerine göre tarama testleriyle araştırılma yapılmalıdır.
Alzheimer hastalığı nedir, evreleri nelerdir?
Alzheimer sinsi başlayan ve genellikle
Ödüllü sağlık markası Sanitas SPA’nın kurucu ortaklarından Şebnem Akman Balta, “İşin sırrı, yaptığınız işe ve ekibinize inanmak” dedi
Bu haftaki konuğum, Türkiye’de SPA denince aklımıza gelenlerin, yanlış ya da daha doğrusu eksikliği konusunda bizleri aydınlatabilecek önemli bir isim, Şebnem Akman Balta...İş insanı ile Sanitas SPA’dan bir sağlık markası yaratmanın püf noktalarına kadar her şeyi konuştuk.
- Artık bir dünya markası haline gelen Sanitas SPA markasının oluşumundaki imzalardan biri size ait... Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Biz sizinle ilk kez Silikon Vadisi’nde tanıştık, ikimiz de MBA yaparken. Hayat bizi çok başka alanlara taşısa da böyle bir söyleşide birlikte olmak güzel. Benim turizm sektörüne girmem evliliğimle paralel gelişti. Eşim sayesinde tanıştığım bu sektörde önce golf turizmi odaklı bir kariyer düşünürken, SPA’nın yurt dışındaki algısı, mesleğin saygınlığı beni çok etkiledi.
Yurt dışında SPA, insanların normal sigorta kapsamına girecek kadar yerleşik bir deneyim. Bir Batılı için sağlığın değişmez
Rahim ağzı, kadının rahminden vajinaya açılan kısımdır. Hemen hemen bütün rahim ağzı kanserlerinden sorumlu olan Human Papilloma Virüsü’dür (HPV). Cinsel temasla bulaşır, tabii ki her bulaşta kanser yapmaz. Bazen hiçbir belirti vermez ya da basit bir enfeksiyon yapar ama tekrarlayan enfeksiyonlar ya da virüsün rahim ağzını kaplayan hücrelere yerleşmesi, yıllar sonra kansere giden değişikliklere yol açabilir. Dünya Sağlık Örgütü kayıtlarına göre rahim ağzı kanseri kadınlarda en sık görülen dördüncü kanser türü ve 2018 yılında 570 bin kadın rahim ağzı kanseri tanısı aldı, 311 bin kadın da hayatını bu tanıyla kaybetti.
Rakamlar biraz ürkütücü olsa da etkin bir tarama ve HPV aşısıyla sorunu çözebiliyoruz. Rahim ağzı kanseri, genel tarama programları içerisinde mevcut ve düzenli tarama testleriyle sadece rahim ağzı kanserinde, bin kadında 64 yıl yaşam süresi kazandırabiliyoruz. Yapılacak şey ise çok basit pap-smear. Bu testte döküntüyle elde edilen rahim ağzı hücreleri toplanıyor ve
Diyetisyen Emel Duman, “Mucize ihtiyacını çok iyi anlayabiliyorum ama bilinen ve bulunan son mucize; kişiye özel beslenme... Uzmanlığına inanılan kişiyle el ele vererek ve acele etmeden yürümek lazım” dedi
Bu hafta konuğum birlikte çalışmaktan da çok mutlu olduğum BP Klinik ekibinden bir uzman; Diyetisyen Emel Duman... Sohbetimize diyetin rakipsiz popülaritesi ile başladık, kanser hastalarının tedavi sürecinde beslenmesi ve nutrigenetik ile devam ettik. Duman, “Bir kanser hastasının ayda bir kez diyetisyenle görüşmesi, süreci çok değiştirebilir” diyor.
- Sevgili Emel, biz onkoloji radyologları son derece pahalı ve hassas bir teknolojiyle detaylı takip gerektiren süreçlerle çalışıyoruz. Hastalarımıza kendi süreçlerimizi anlatmaya kalktığımızda değil de diyetle ilgili bir öneride bulunduğumuzda daha çok dikkat kesiliyorlar. Diyetin rakipsiz bir popülaritesi, ilgi toplama enerjisi var. Bize kendini tanıttıktan sonra, bu ilgi odağı olmanın sırlarından bahseder misin?
Ben Hacettepe Üniversitesi Diyetetik mezunuyum, eğitimimin ardından neredeyse
Size karşılığını, birçok iyilik gibi uzun vadede değil de çok daha çabuk görebileceğiniz, tatmini görünür ve peşin bir iyilik önereyim mi? Kan verin. Çünkü bunun karşılığını almak için hayatımızda bize, yakınlarımıza veya arkadaşlarımıza hayırlı hayırsız birçok şey olabiliyor. Doğumlar, trafik kazaları, ameliyatlar ya da maalesef bazı kan hastalıkları hayatımızın her evresinde dikkat alanımıza girebiliyor ya da karşımıza çıkıyor ve biz değerini çok derin hissedebiliyoruz. Dünya Sağlık Örgütü datalarına göre, dünya çapında 118.5 milyon adet kan bağışı yapılıyor. Bunun yüzde 40’ı gelir düzeyi yüksek ülkelerde. Sosyo-ekonomik düzeyi geri ülkelerin yüzde 54’ünde kan transfüzyonu beş yaş ve altındaki çocuklara yapılıyor. Gelişmiş ülkelerde ise kan transfüzyonların yüzde 75’i 60 yaş ve üstüne uygulanıyor. Üç tip kan verici var:
Gönüllü,
Aile/yerine koyma,
Paralı.
Yine Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre en sağlıklısı