Kanser dışında birçok hastalık gibi, Covid-19 da araştırmalar genişledikçe radyolojinin hedef dairesine girmeye başlıyor. Ülkemizde henüz konuşulmasa da düşük dozlarda radyoterapi Covid-19 tedavisinde etkili, ucuz ve güvenli bir tedavi seçeneği olarak öne çıkıyor. Amerika ve Avrupa’da giderek artan sayıda hastaya uygulanan yöntemin, tedavi sonuçları da hiç yabana atılacak gibi değil.
Biz radyoterapiyi sadece kanser tedavisiyle özdeşleştiriyoruz. Algımız sadece kanser hastalarına uygulandığı yönünde. Oysa radyoterapinin genel etkisi, hücrelerin bölünüp çoğalmasını engellemesi veya uygulandığı alanda hedef hücreleri yok etmesi; düşük dozda iltihap hücrelerini baskılayıcı, yüksek dozlarda ise tam tersi inflamasyonu artırıcı etki gösteriyor. Bu sebeple bizim bildiğimizin aksine, enfeksiyon ve kronik inflamatuar hastalıklar da dahil sayısız rahatsızlığın tedavisinde uygulanabiliyor. Radyoterapi konusunda bizleri tedirgin eden en önemli faktör ise, uygulandığı yerde yıllar sonra görülebilecek ikincil kanser riski.
Prof. Dr. Türker Kılıç, “Yaratıcılık, iyilik ve merakın, çalışkanlık ve zekadan önemli olduğunu geç fark ettim. Her şey merakla başlıyor” dedi
‘Sağlık Sohbetleri’nin ilk konuğu Prof. Dr. Türker Kılıç oldu. Alanında dünya çapında uzmanlığının yanında, tanık olduğumuz başka bir özelliği, tıp mesleğini karmaşık bir alan olmaktan çıkardığı paylaşımları ve iletişim biçimi...
- Sayın Hocam, birikimlerinizi benzersiz metaforlar, yaşamsal örneklerle anlatıyorsunuz. Sizi kendi gelişimi için takip eden, tasarımcılar, müzisyenler, yazarlar, tıp dışı öğrenciler var. Bunun yönteminden bahseder misiniz?
Kültürümüz çalışkanlığı ve zekayı aşırı kutsuyor ve bu ‘aşırı uzmanlaşma’ ısrarına ve yanılgısına düşmemize neden oluyor. Küresel zihinsellikten bağımsız bu derin odaklanma, hekimleri bulundukları çevreden koparabiliyor ve yaşama bütüncül yaklaşımlarını zorlaştırıyor. Hezarfen mertebesinden bahsedeyim; binbir ilim sahibi demek. Leonardo Da Vinci gibi farklı zihinsel birikime aynı anda sahip olabilen bu
Maskeli hayat gün geçtikçe daha kabul edilebilir hale geldi, hatta pandemi geçtikten sonra da kolay kolay maskeyi bir kenara bırakamayacağız gibi görünüyor. Çünkü artık virüslerle tanıştık ve maskelerin ne kadar koruyucu olduğunu tecrübe etmiş olduk.
Maskeyle barışıklığımız öyle bir düzeye geldi ki şu aralar en çok sorulan sorulardan biri; “İki maske takmak daha mı koruyucu oluyor?”
Doğrusu, N95 ya da dokuma bir cerrahi maske takıyorsanız ikinci bir maskeye ihtiyacınız yok demektir. Bu maskeler zaten viral partiküllerin girişini engellemek üzere yapılıyor ve tek maske katmanı bu güvenliği sağlayabiliyor. Ancak pamuk bir maske takıyor ya da evinizde estetik kaygılarla kendi maskenizi dikme ya da satın alma yoluna gidiyorsanız, ikinci bir maske takarak riski azaltabilirsiniz. İkinci maske hem daha fazla virüsü tutup girişini engelleyecek hem de sizin etrafa virüs bırakma riskinizi son derece azaltacaktır. Bu konuda sağlam bilimsel bir bilgi yok ancak özellikle riskli bir bölgede, yoğun kalabalıkta bulunuyorsanız ve iki maske sizi bunaltmıyorsa
Dünyanın doğusunu paylaşıyor olmaktan, doğunun acı ve mücadele dolu geçmişinin içimize yerleştirdiği depresif ruh halinden, düşünmek istemesem de kompleksten veya bencil ruh halimizden mi bilmem; her yerimizden negatif enerji akıyor. İnsanımızın ve özellikle de akademisyenlerimizin bu kadar negatif olup, her şeyi eleştirmesini anlamakta çok zorlanıyorum. Mesela, son günlerde aşı ile ilgili yapılan negatif eleştirileri üzüntüyle izliyorum. Daha bulunmasına sevinmeden (ve övünmeden), aşıların ülkemize gelmesinin zaman alacağı, gelse de soğuk zincirin sağlanamayacağı, sağlansa da bir sebepten işe yaramayacağı vs. birçok detayın kaygısıyla savruluyoruz.
İşin biraz da içinde olunca, havada uçuşan yorumlar daha da üzücü oluyor. Mesela en ekonomiği 2 milyon dolar olan radyoterapi cihazı varlığında Avrupa’da neredeyse rakipsiz olan ülkemizin, aşıları -70 derecede saklayacak sistemi sağlayamayacağı konuşuluyor! Bulundukları kurumdan kafasını dışarıya uzatmayan insanlar basit bir soğuk zinciri sisteminin kurulamayacağından emin, yorumlar yapıyor. Hadi diyelim ki bu
GLOBOCAN 2018 yılı raporunda, 18.1 milyon insanın kanser tanısı aldığı ve 9.6 milyonun da bu hastalıktan kaybedildiği belirtiliyor. Kanser kalp hastalıklarından sonra ikinci ölüm sebebi olma özelliğini koruyor. Tahminler 2030 yılında dünya çapında 27 milyon kişinin yeni kanser tanısı alacağı ve 17 milyon kişinin bu hastalıktan kaybedileceği yönünde...
Kanser tedavileri için harcanan para yıllık 158 milyar dolar ve bunun büyük bir kısmı kemoterapi ilaçlarına gidiyor. Radyoterapinin bütçesi biraz daha düşük. Söz konusu rakam 2017 yılında 97 milyar dolar, 2018 yılında ise 123.8 milyar dolar’dı (toplam ilaç pazarı 864 milyar dolar). 2010-2020 yılları arasında kanser tedavilerinin maliyeti yüzde 27 arttı, 2024 projeksiyonu ise yıllık 237 milyar dolar... Bu rakamların giderek yükselmesinin en önemli sebebi immünoterapiler ve akıllı ilaçlar; istatistiklerine ulaşamadım (böyle bir araştırmanın yapıldığından da emin değilim) ama sık kullanılan kemoterapi ilaçlarının maliyeti ile yan etkilerini tedavi etmek için kullanılan ilaçları
Son 10 yıldır kanser tedavilerinde belki de en fazla konuştuğumuz konu immünoterapiler. İmmünoterapi, kişinin kendi bağışıklık sistemi baskılanarak ya da aktive edilerek kanserin tedavi edilmesidir. Özellikle immün kontrol noktalarını baskılamak için geliştirilen ilaçlarla son yıllarda kanser tedavisinde önemli bir aşama kaydedildi. Ancak bu ilaçların etkinliği halen sınırlı ve bireysel farklılıklar gösteriyor. Peki immünoterapi tedavisi altındaysak, tedavinin daha etkin olmasını sağlamak için neler yapmalıyız?
Uyku
Her gece 23.00-00.00 sıralarında uykuya giderek, sabah 07.00-08.00’de kalkacak şekilde en az yedi saat uyku şart. Yanı sıra uykunun çok sağlıklı ve kaliteli olması da şart.
- Her gün yatağa aynı saatte gidip, aynı saatte kalkmak,
- Uyurken karnınızın mümkün mertebe boş olması,
- Gündüz uyku veya uyuklamalarının terk edilmesi,
- Ve sağlıklı hormon salınımının sağlanması için karanlık uyku ortamı önemli...
Çocukluk çağı kanserleri denince aklımıza ilk gelen tür, kan kanserleri... Bu bilimsel bir veri olmakla beraber, bizim (yaşıtların) aklımıza ilk gelen olmasının sebebi eski Türk melodramları. Beyaz kan hücrelerinin kanseri lösemiler, çocukluk çağının en çok görülen kanserleridir; kemik iliğinde anormal kan hücreleri oluşur ve bunlar hızlıca kana karışır. Görevlerini yapamayan bu beyaz kan hücreleri, enfeksiyon ve diğer problemlerin oluşmasına sebep olur. Eski melodramların aksine, artık çocukların çoğu iyileştirebiliyor, bunda bilimsel gelişmelerin etkisinin olduğu gibi, hastalığın bir ‘melanet’ bir kötü kader olarak görünmemesinin de etkisi yadsınamaz. Yine bir hastalık yazmanın buruk, ama iyileştirilebilir olmasının umutlu haliyle başlayalım...
Tam olarak neyin lösemi yaptığını bilmiyoruz. Kalıtsal diyemiyoruz, “Şu etken lösemi yapar” demek de zor. Ama bildiğimiz bir şey varsa o da; çocuklarımızı sarıp sarmalayarak her türlü mikroptan, virüsten koruyarak onların lösemi olmasını engelleyemiyoruz. Üstelik
Bu hafta tedavi edebildiğimiz hastalıklardan birini daha yazıyorum: Lenfomalar… Bağışıklık sistemimizin enfeksiyonlara karşı savaşan hücreleri lenfositlerden kaynaklanır. Kaynaklandığı hücre tipine göre iki alt tipi var; Hodgkin hastalığı ve Hodgkin olmayan lenfoma. Gördüğünüz gibi bazı durumlarda lenfoma bile denmiyor; Hodgkin hastalığı…
Baştan söyleyelim; lenfoma, lösemilerle çok karıştırılmamalıdır. Lösemiler, kemik iliğindeki kan hücrelerinden kaynaklanırlar; lenfomalar ise enfeksiyonlarla savaşan lenfosit hücrelerinden. Lenfomaların tedavisi de hastalığın tipine ve evresine göre değişiyor. Tedavi edemediğimiz durumu pek yok gibi.
Risk faktörleri
Niye lenfoma olduğumuza dair çok net bir cevap yok ama riski yükselten bazı faktörler şunlar:
- Yakın akrabalarda hastalık hikayesi,
- 60 yaş ve üzeri olmak (iki alt gruptan biri olan sadece lenfoma),
- 15-40 yaş arası veya 55 yaştan büyük olmak Hodgkin hastalığı riskini artırır.