Coşkun Aral, “Ben muhabirliği sınıflandırmak istemem; bazen karamsar, bazen mutlu haberler taşımakla beraber, insanın karanlık yüzünün ortaya çıktığı savaşlarda da bu habercilik misyonumuz devam ediyor” dedi
Savaş muhabiri, gazeteci, yönetmen, yapımcı, yazar Coşkun Aral... Ne ödül ve başarıları, ne ilkleri, ne uluslararası sergi, sanatsal ve mesleki iş birlikleri bu sohbetin tamamına hatta güne sığar. Bu röportaj; çok nadir bir kitabın kendimizce özel birkaç sayfasına bakmak gibi olacak...
- Savaş muhabirliği, sokaktaki insanın tanık olmadığı bir yaşamı detaylarıyla gözlemlemeyi gerektiren, kişilerin karanlık yüzüyle karşılaştığınız zorlu bir hayat. Böyle bir süreç sizin yaşama, insana bakışınızı nasıl evirdi, değiştirdi?
Ben muhabirliği sınıflandırmak istemem; bazen karamsar, bazen mutlu haberler taşımakla beraber, insanın karanlık yüzünün ortaya çıktığı savaşlarda da bu habercilik misyonumuz devam ediyor. Tabii risk çok artıyor. İnsanlığın tarihi bu risklere karşı son derece öğretici; bizleri hazırlıyor, tedbirlerimizi alıyoruz.
Sadece savaşlar değil; doğal afetlerde de habercilik misyonu sürüyor, çünkü insanın hayatta kalmak için bir de kendi kendine karşı verdiği savaş var. Tüm bu ortamlarda tabii ki kurşun adres sormaz, hayatımız risk altında ve buna hazır olmak önemli ama en mühimi savaşan insanın psikolojisini anlamak. Bir tarafta fiziğimiz, bir tarafta kimyamız, ortada biyolojik bir hayat ve hepsini kontrol eden matematik. Bu dört kavramla birlikte hayatımızı anladığımız, anlamlandırdığımız bir süreç ve tutunma mücadelemiz var. Siz de biliyorsunuz milyon yıllık bir kimya bozuluyor.
Savaşlarda insanın, canlıların tümünden daha vahşi olabileceğine, en yoğun kontrolsüzlüğe tanık oluyoruz çünkü korku faktörü var.
Pek keskin değişimler olmadı çünkü şiddetle, doğduğum coğrafyada, Mezopotamya’da Siirt’te tanıştım. Öldürme, ölme, çocuk yaşlarda sevdiğim canlıların, yakınların, babamın öldürülmesi gibi. Bugünkü terör örgütünün yerinde başka bir eşkıya mücadelesi, silahlı insanlar her dönem değişerek vardı. Bu sadece bizde değil, bugün medeni dediğimiz Avrupa’da da böyleydi; Mendel’in ari ırk peşinde bilimi de kullanarak özürlüleri nasıl yok ettiğini, bilimin bazen yaşamın tersine kullanıldığını siz de biliyorsunuz. Hayatla savaş çok iç içe bunun bir ekonomisinin olması en önemli nedenlerden biri.
Yıllar önce Çetin Altan ustamla “Bir gün savaşlar bitecek mi?” sorusu etrafında geçen bir diyalogda olduğu gibi, savaşlar bitmez.
- Tanıklıklarınız rüyalarınıza nasıl yansıyor? Psikolojik bir destek aldınız mı ya da nasıl başa çıkıyorsunuz?
Rüyalarımda görüyorum, özellikle son dönemde, 2011’de travmaların en yoğun yaşandığı Suriye Azez bölgesi, 80-90’lı yıllarda tanık olduğum özgün durumlar hâlâ rüyalarımda yer buluyor ama destek almıyorum. Çünkü ben çok araştırmacı bir karakterim ve bunu kendim tolere edebiliyorum.
Tanıklıklarım ve birikimlerim yüzünden son 10 yıldır hayatım medya mecralarından çok tıp kongrelerinde geçiyor, ani sosyolojik sıçramaların insanı davranışsal anlamda götürdüğü uçlarla ilgilenen, bunları kayıt altına alan tıp otoriteleriyle çalışıyorum.
- Dünya denen gezegen benim hastam olsa, sizin steteskopum olmanızı isterdim. Çünkü hemen her yerini sizden dinleyerek öğrenebilirdim. Böyle bir iş birliğimiz olsaydı en çok nerede rahatsızlık emareleri bulurduk? Ve tersi; hangi bölgeler bize daha sağlıklı gelirdi?
Bölgelerin sağlıklılığı da farklı bir konu. Dünyada maksimum rahatlığın olduğu bölgeler de benim için bir şey ifade etmiyor. Toplumsal hukukun, adaletin mükemmel olduğu, gündemin; ağaçta kalan bir kedinin indirilmesinden ibaret olduğu çok rahat ülkelere gidiyorsunuz ve orada insanın bambaşka arayışlarıyla karşılaşıyorsunuz. İnsan psikolojisi çok tuhaf. Orta düzey yerleri tercih ediyorum; sığınacağım limanım olsun, birikimimi masaya serip, gözlemlemeye devam edeceğim yerler istiyorum. Mesela; Lübnan benim savaş üniversitemdi, uzun kaldım, savaşın insanda yarattığı değişimi katmanlarıyla gözlemledim ve çok şey öğrendim.
‘Her coğrafyada az tüketilen şeyi yemeyeceksin!’
- Lübnan, İran, Irak, Kuzey İrlanda, Asya gibi iklimi, gastronomosi, havası suyu farklı coğrafyalarda çalıştınız. Bu coğrafi ve sosyolojik farklılıklar yüzünden hastalıklara yakalandınız mı? Uluslararası bir gazeteci bağışıklık sistemine nasıl sahip çıkıyor?
Zehirlendiğim yerler oldu, mesela Pakistan’da bir gün canım ton balıklı salata istedi ve zehirlendim. Kamboçya’da önce tadıp, sonra sorduğum ve çevirmenin geç kalmasıyla birlikte yemiş bulunduğum tarla faresi yüzünden dizanteri oldum. Orada anladım ki her coğrafyada az tüketilen şeyi yemeyeceksin. Sokakta herkesin tükettiği gıdalarla beslenmek daha güvenli. Coğrafyaya ait lezzetlerin beynimdeki izlerinin yüzyıllara ait olması beni etkiliyor.
- Yıllar önce ziyaret ettiğiniz ülkeyi ya da bölgeyi seneler sonra tekrar ziyaret etmek gibi tutkunuz olduğunu biliyorum. Bunun altında yatan düşünce nedir?
Ben kendimi haber taşıma misyonu olan biri olarak görüyorum. Değişimi görmek için bunu yapıyorum.
- Dijital çağ denilen günümüz, mesleğinizi nasıl değiştirdi? Daha olumlu ya da olumsuz neler söylersiniz?
Bugüne kadar ulaşamadığım kesimlere ulaşıyorum. Doğru bilgilerle ulaşmaya çalışıyorum. Habitat TV’yi de aynı vizyonla kurduk mesela. Klasik televizyon anlayışımız yok, sanıldığı gibi belgesel kanalı da olmayacak, çünkü ben yaptığım işin, işimizin toplumun ilk tanıştığı anlamda bir Kaptan Cousteau ya da savan belgeselleri gibi olmadığını bir haber ve bilgi aktarımı olduğunu düşünüyorum. İçinde sanat da var; müzik, mutfak her alanda bilgi taşıyıcılığı yapıyoruz.
Dileğim heyecanınız ve onu yaratan merak duygunuz hiç eksilmesin, biz de sizin bizlere ulaştırdığınız her şeyi keyifle izleyelim ve öğrenmeye devam edelim...