BİR konserlerinde, yaşlıca bir sensei’in (Japonca’da öncü, öğretmen, hoca, usta anlamına gelen saygı ifadesi), pamuk tebessümlü yüzüyle, “davul, ritm hepimizin içinde, kalbimiz hep atıyor” deyip, seyircinin tüylerini diken diken etmesi anlatılıyor. Ya da alkışlanma rekorunu Atina’daki gösterilerinde tam 55 dakikayla ellerinde tuttukları... Dünyada üç bini geçen gösteriyle rekora sahip oldukları bir de...
Kodo Topluluğu, “Taiko” adlı geleneksel Japon davullarını kullanarak, Japon gösteri sanatlarına getirdikleri yeni yorumlarıyla tanınıyor. 25 kişilik topluluğun nefes kesici gösterilerinde davulların titreşimiyle yer yerinden oynuyor ve her gösteri dakikalarca ayakta alkışlanıyor. Taiko, geleneksel Japon savaş davullarına verilen isim... Savaşlarda askerlerin moralini yüksek tutmak ve aynı zamanda ordu safları arasındaki iletişimi sağlamak için kullanılırlarmış. Taiko, köken olarak tekvando, karate, judo gibi bir savaş sanatı... Davulların günümüzdeki işlevi ise tümüyle sanatsal... Çalınma
İZMİR... Durup da bir tepeden bakınca elbette ki, “Güzel İzmir...” Terk edip gidince uzaklardan, “Özlenen İzmir...” Her zaman ya terk edip gidenler, ya zaman zaman yolu geçenler anlatır İzmir’i. Tıpkı geçen hafta olduğu gibi; yine konuşuldu İzmir... Önce artık burada yaşamayan İzmirliler anlattı. Kordon’u, gevreği, boyozu, buzlu bademi, çiğdemi, günbatımı, insanların rahatlığı, rakısı, balığı, cumbalı evleri, Çeşme’si, Alaçatı’sı, günbatımı... Gündeme, dile geldi. Sonra bir de karşı çıkanlar oldu. İzmir’in hala o malum yerinin (b.k) koktuğunu söyledi. O kadar da methedildiği gibi “Güzel” olmadığını dile getirdi.
İzmir’in “Güzel”lliğine diyecek yok. Ancak bırakıp gidenlere, ya da kendisinin şimdiki hayatından örnek gösterenlere söyleyecek de bir çift söz var elbet. Kordon’da günbatımında, “şerefe” deyip buluşurken kadehler; kaç kişinin aç, oralara tepelerden baktığını görebiliyor musunuz? Göçün boyutlarının kentin
BUNALDIĞIMIZ ve başımızı alıp gitmek istediğimizde, nedense gözümüzü uzaklara dikeriz... Ya bir deniz kıyısına, ya bir dağ başına ya herkesten uzak orman, göl kıyısına, ya bir köye...
Denizler, su kenarları, dağ başları, ormanlar çeker bizi de gökyüzü hiç gelmez aklımıza. Oysa insanı dinlendiren, arındıran yerlerden biri de bana göre uçsuz bucaksız gökyüzü...
Sessiz, ıssız herhangi bir yerde; dikip gözlerimi yıldızlara dalıp gitmek rahatlatır. Ne mi düşünür insan? Milyonlarca yıldızın ve uçsuz bucaksız gökyüzünün altında bir tek,
KONUŞMASINI yaparken, kesik kesik öksürüğü sık sık bölüyordu sözlerini. O ise hiçbir şey olmamış gibi devam ediyordu... O öksürdükçe insanın içi acıyordu, “Dayanmak zor” diye düşünüyordum. Ama yorgun bedenine rağmen, heyecanlı, umut dolu gözleriyle göz göze gelince de hangi güçle ayakta kalabildiğini tahmin edebiliyordum.
Konuşmasına, “Biz Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği olarak Atatürk ilkelerini korumayı, geliştirmeyi ve çağdaş bir topluma ulaşmayı hedef aldık. Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği gibi kızlarımızın da erkekler gibi okumasıyla ancak çağdaş, demokratik, laik bir ülkeyi oluşturabiliriz. Onun için kızlarımızın eğitimine ağırlık verdik. Bu ülkede kızlar eğitim görürse sağlık da kalkınacak, ekonomi de... Ülkemizde yaşadığımız terör ve töre sorununun da bu yolla kalkacağını umut ediyorum. Bugüne kadar 20 bin kızımıza imkan sağladık. Bunun 100 bin olmasını istiyoruz. Biz kızlarını okutmayan ailelerin ekonomilerine burslarla girdiğimizde bu kızlar
“Saatim yok tam olarak bilemem
Biraz bira, biraz sarap önceydi
Nasıl oluyor; vakit bir türlü geçmezken
Yıllar, hayatlar geçiyor?
Kayıp bir bavul gibiyim havaalanında
Ya da boş bir yüzme havuzu sonbaharda
Çok mu ayıp hala mutluluk istemek?
ÇOCUKKEN akşamın nasıl olduğunu unuturduk sokakta. Okuldan gelir gelmez, soluğu sokakta alırdık. Kan ter içinde kalırdık kimi zaman. Kimi zaman da yara bere içinde! Çocukluk deyince ben yaştakilerin aklına ilk gelen sokaktaki anılarımız... Evcilik, yakan top, birdirbir, istop, çelik çomak, saklambaç, körebe, ip atlama, sek sek gibi oyunlarımız... Hayal dünyamızı geliştiren, farkında olmadan yaratıcılığımızı güçlendiren oyunlardı onlar. Sek sek çizgilerinin arasında, kimbilir ne hayallere adım atardık. Saklambaçla kimbilir kendimizi nerelere koyar, bulamazdık.
O oyunlar oynanırken, kızlar kopan lastiklerinin peşinde, oğlanlar kaybolan misketlerinin peşinde olurdu çoğu zaman. Hava karardı mı pencereden anneler teker teker seslenirdi. Kir, çamur ve kan-ter içinde koşardık evlere. “Çocukluktan en çok özlediğin ne?” diye kime sorsanız, önce sayacaklarından biridir sokaktaki oyunlarımız.
Binalar büyüdükçe küçülen, sokaklar kalabalıklaştıkça yalnızlaşan bu yeni dünyada, o oyunların var olmaları
YİNE suya yazdığımı biliyorum. Konu İzmir Büyükşehir Belediyesi olunca... Yazdığınız yazıyla ilgili geri dönüş beklemeyeceksiniz. “Geri dönüş” derken, tepki ya da tebrik değil. En azından bir bilgi, açıklama... Bugüne kadar sadece “Tarihi Asansör”le ilgili yazdığım yazıya açıklama geldi çünkü. En azından okuyucularımız var. Onlar yazdıklarımızla ilgili geri iletimi yapıyorlar.
Pat diye söze girmek istemem ama İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde hafta sonu yapılan görev değişikliklerinden biri o kadar aklımı karıştırdı ki... Aslında, “Yazsam mı yazmasam mı” diye kara kara düşündüm günlerce.
Kararsız kaldım çünkü yanlış anlaşılmaktan korktum. Başarısı ve iyi niyetinden şüphem olmayan bir kadını kırmaktan korktum. Prof. Dr. Hülya Güven, mesleğinde o kadar başarılı ki! “Bu kadar sağlam bir özgeçmişten sonra ya eleştirilirsem ya başarısız olursam diye hiç düşünmemiş mi?” yönünde gelişen bir yazıişleri toplantısı sohbetinde “Hata onun değil ki.
BAZEN başka bir sabaha uyanmak istiyor insan bu ülkede... Bir yandan bayramlar kutlanırken, bir yandan cehennem günleri yaşanabiliyor çünkü.
Ya da bazen alıp başını gidesi geliyor insanın... Aranan evleri, alıp götürülenleri görmemek için... Kazılan derin çukurları, o çukurların anlamlarını görmezden gelmek için ya da! Görmemek çözüm mü? Görmemek ihanet mi? “Fark etmez” diye yanıtlıyorum bu soruyu. Çünkü görmek de çözüm değil. Görüp de sesini çıkaramamak, gücünü yetirememek... Bir o kadar boş!
Ne alıp başımı gidebiliyorum, ne de görüp de görmezden gelebiliyorum. Gitmeyi hayal ediyorum; aklım burada kalıyor. Görmezden gelmeyi ise hayal bile edemiyorum.
Şarkılara sığınmak
Ben böyle gidip - gelirken, sokağın birinde Sezen Aksu afişiyle göz göze geliveriyorum. “5 Haziran’da Fuar Açık Hava Tiyatrosu’nda...” “Belki de Sezen Aksu şarkılarına sığınmak iyi gelir bu kırgınlıklara” diye