Cenk Özbay, neoliberal erkekliğin sosyolojisine doğru(*) yazısında, Türkiye’de hegemonik erkeklik kavramını ele alır.
Bu erkekliğin her toplumun kendi karakteristik özelliklerine göre şekillendiğini ve zaman içinde değişime uğradığını yazar.
Bir zamanların egemen erkek modeline en iyi örnek Atatürk’tür... Ayhan Işık’tır...
Şimdilerde ise tek bir erkek egemen modelden söz etmek zordur.
Özbay, bu modelin parçalanmaya başlamasının, neoliberalizmin tesis edildiği 1980’lere rast gelmesinin tesadüfle izah edilemeyeceğini belirtir.
1980’lerle birlikte özenilecek, model alınacak ideal erkek türleri ortaya çıkar.
Artık bir tane değildirler...
Geçtiğimiz çarşamba finalini seyrederek mutlu sonuna sevindiğimiz Kuzey ve Güney dizisinin Kuzey’i, bu modellerden biri değildi de neydi?
Karşımızda bir yıl boyunca bir erkeklik inşa edildi. Elbette ağabeyi Güney ve büyük aşkı Cemre sayesinde...
Her şeyden önce bu erkek, sarışındı. Mavi gözleri, boylu poslu gövdesiyle Kuzey Avrupalıyı andırsa da gayet buralıydı. Saz çalıyor, türkü söylüyor.
Meyhaneye gidiyor. Oturduğu gibi kalkıyor. İçkiden bozulmuyordu.
Prensip sahibiydi. Bunlardan ölmek pahasına vazgeçmez. Kardeşi okusun diye onun suçunu üstlenmiş, hapis yatmıştı.
Arkadaşının ve kardeşinin aşkına asla diyor. Sevdi mi tam seviyordu.
Diğer kardeşini her zaman kayıran annesine asla kin beslemiyor. Ona saygıda kusur etmiyordu.
Ama... Tepesi attığı zaman kimse onu tutamazdı. Çok konuşmazdı. En çok sevdiği kadına evlenme teklifi ettiği zaman konuştu. Hiç zeki değildi.
Hazır cevap da değildi.
Kendini ifade edemediğinde kaçardı. Genelde edemezdi. Konuşmaz içine kapanırdı..
Aşırı duygusaldı.
Sevdiği kızı evlenmeden dudağından öpmedi. Aynı evde kalmalarına rağmen ona dokunmadı. Şiddetten kaçınmadı ama etrafı attığı dayakların hep makul bir nedeni olduğunu düşündü. Mesela ölen arkadaşının aşkına göz diken komiseri bir temiz dövdü. Kadınların karşısında edilgendi. Hayır da zor derdi, evet de.
Aslında çok iyi bir insandı. Diziyi Kuzey’in her seferinde ne kadar iyi biri olduğunu ve daha ne kadar Güney tarafından haksızlıklara uğrayacağını merak ederek bitirdik.
Kuzey ne kadar iyiyse Güney de bir o kadar kötüydü.
Finalde ikisinin yüzleşme sahnesi belki bu yüzden Seven filmini andırdı. Aydınlıkta güneşli bir günde.
Güney ne kadar kompleksliyse Kuzey o kadar kendiyle barışıktı.
Güney ne kadar komplikeyse Kuzey bir kadar düzdü.
Sevgilisi Cemre’ye gelince, o geçenlerde facebook’ta binlerce beğendim tıkı alan Cemal Süreya’nın sözünün sadece yarısıydı: “Bir kadının yarısı anne, yarısı çocuktur.” Cemre olgundu. Aşkını karşıladı. Misafir etmeyi bildi. Ondan hiç korkmadı. Oysa Kuzey kaçacaktı. Kuzey’i canı pahasına koruyacaktı. Kuzey ne yapsa yeriydi. Kendisinden önce Kuzey geldi. Bu ilişkide Kuzey çocuk. Cemre de onun büyümemesi için elinden geleni yapacak annesi.
Bir sezonluğuna inşa edilen bu erkeklikte, çocuk kalma lüksü, sıfırdan bir zincire dönüştürdüğü Anadolu’ndan sonra, Gezi olayları sırasında Ortadoğu’ya yayılan mağazalarıyla müteşebbis Kuzey, sonunda hem aşkına hem de ekonomik refaha kavuşan bu yeni delikanlı, bu zamanların neoliberal öznesiydi işte...
Çok yakışıklı, Batılı kılıklı ve hayatta başta kaybetse de sonra çok kazanacak olan...
(*) Neoliberalizm ve Mahremiyet, Metis Yayınları