O hepimizin içinde. Arasında. ‘Ben hayatta’ diyenlerimiz bile hayatta birkaç saniyeliğine öyle olmuştur.
Ona hediyelik eşya anlamına gelen süvenirden hareketle The Souvenirist ismini taktım.
Kendisi turizmin doğurduğu bir insan türü.
Barışla birlikte daha sık karşımıza ve içimizden çıkmaya hazırlanıyor.
O yüzden onu yakından tanımalıyız.
The Souvenirist anladığınız gibi seyahat etmeyi seviyor.
Doğu’daki herhangi bir şehre ilk adım attığı andan itibaren hemen bir eşarp bulup kafasına sarmadan rahat etmiyor.
Mardin dönüşü içine rakı bardağı oturtacağı bakır bardaklığa gözü gibi bakıyor.
Dostlara yine bir başka Doğu gezisi sonrası İsot taşıyor.
Örneğin Adana dönüşü, İsot’suz simit bile yiyemiyor.
Her şeye İsot koyuyor.
Baklaya koyduğu anda film kopuyor. Çevresinden büyük tepki alıyor.
Dolabında artık iki tür Şalgam suyu bulunuyor. Acılısını her zaman içmiyor. Acısızı içmek serbest.
İçerken görenler olursa zayıflatıyor vallahi diyerek göbeğini gösteriyor.
Bütün Doğu boşuna mı içiyor bunu, bir yararı var elbette, diyor.
‘Antepliler şişman mı?’
Antep gezisi dönüşü de antep fıstığı yeme hastalığına yakalanmıştı. Her öğünün öncesinde de sonrasında da fıstık yiyordu. Şişmanlarsın, diyenlere de bir çift lafı vardı: ‘Antep’liler şişman mı? Değil.’
The Souvenirist, Doğu seyahatleri dönüşü müzikçalar listesini yeniliyor. Bajar’lar, Aynur’lar, Neşet Ertaş’lar, Kazancı Bedih’leri dinlerken kendi kendine halay çekmeyi deniyor. Halayın da zayıflattığını düşünerek daha çok halay çekmek istiyor. Halay çekmeden o güne kadar nasıl durmuş, bunu da anlamakta zorlanıyor.
Bajar dinliyor ya sabah kapıyı çalan apartman görevlisini günaydın yerine rojbaş diyerek selamlıyor. Arkasından hatrewer diyerek el sallıyor. H ve a’dan sonra gelen t’ye büyük vurgu yapıyor. Kendini Kürtçe öğrendi sanıyor. En yakın fırsatta Kürtçe derslerine başlamaya karar veriyor.
Oryantalist biri değil
Hafta sonları pilates ve maket yapımı kurslarının yanı sıra Kürtçe öğrenmek için dershaneye yazılmayı planlıyor.
Bilgisayarının duvar kağıdı Urfa’daki balıklı gölün gece çekilmiş bir fotosu.
Sabah sabah esiyor. Sevgilisine poşu takmaya çabalıyor. Başardığında ‘yakıştı, yakıştı, ağam benim gel bir öpeyim’ diyerek tepiniyor.
Mardin’de çarşıda dolaşırken atlar için özel olarak üretilmiş bazı aksesuvarları satın aldı. Onları boynuna kolye diye taktı. Hatta onlardan kemer yaptı.
Çarşıda dolaşırken tanıştığı bir amca tarafından okundu, üflendi.
Susan Miller yerine artık o amcanın duasına inanmaya başladı.
The Souvenirist’i şu okuduğunuz kadarıyla oryantalist ilan edebilirsiniz. Hayır, asla...
The Souvenirist’in Doğu’su Batı’sı yok. O bir turist. Ve her turist gibi tatil için adım attığı mekanın ruhuyla hemen ve fazlasıyla sarhoş olup geldiği yeri aynı hızla unutmak istiyor. Böyle dinleniyor.
İkinci bir buzdolabı
Kendini kaptırdığı yeni kültürden, yaşadığı kentteki hayatının büyük rutinini yırtmasını ve onu hiç olmadığı kadar renklendirmesini diliyor aslında. Bu dilek yüzünden olsa gerek iki buzdolabı oldu. Çünkü mutfakta duran ve buzdolabı işlevi gören buzdolabının üzeri seyahat dönüşü aldığı magnetlerle doldu. Bir magnet daha koyacak yer kalmayınca fişini takmayacağı içine kitaplarını koyacağı ikinci bir buzdolabına sahip olmaya karar verdi. İçinden Satre’lar, Orhan Pamuk’lar çıkacak bir buzdolabını ünlü sanatçı Claes Oldenburg bile düşünmedi.
The Souvenirist, güney sahillerine adım attığında da çılgınca oraya adapte olmayı dener.
Hemen taşıdığı aksesuvar sayısını arttırır, boncuklar, halhallar, bilezikler... Onlarca ağırlıkla denize bile girer icap ederse. Her zaman işe giderken blazer ve topuklu pabucunun pabucunu dama atmakta hiç zorlanmaz. Nazar boncuklu sandaletler, şilebezi şalvarlar, gömlekler giymeye başlar. Artık saçları fönlü de değildir. Çılgınca dağınıktır. Sallantılı küpeleriyle tam bir Bodrumludur. Ya da Çeşmeli. Ya da Yunanlı...
Şezlonga peştemal
Bu şehirlerden de eli boş gelmez dönüşte. Heredot ne demiş, sevdiği kulunu Datça’ya yollamış. Ya da o Strabon muydu? Ünlü coğrafya bilgini sevdiği kulunu Datça’ya mı yoksa Didim’e mi yollamıştı. Karıştırdı. Evde balkonda duran kül tablalarına bakması gerekiyor.
Kaçak tütün tüttürdüğü balkondaki kül tablalarına...
The Souvenirist, birazdan Karadeniz gezisinden aldığı peştamalı sahildeki şezlonguna serecek.
Bikininin üzerine giydiği, Antakya’dan aldığı yemenilerden diktirdiği içi görünen tuniğini çıkarıp güneşlenecek. Tabletinde o çok sevdiği turizm acentesinin adresine girerek yeni tatil planları yapmaya koyulacak.
The Souvenirist yeni maceralara hazırlanırken dün tarlada çalışan bugün gelmesi planlanan turistlere hizmet verecek yeni turizmciyi de yakından tanımak gerekiyor. O da bir sonraki ve ciddi bir yazının konusu.